‘1 Mayıs Taksim Bayramı’ mı?

Murat Güzel - Yazar
4.05.2013

Travmatik-trajik boyut elbette tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçen 1977 olaylarına yapılan telmihtedir. Sürekli kanatılır o yara. Taksim’de kutlanmayan 1 Mayıs’ı 1 Mayıs saymayananlayış belki de kan dökülmeden yapılamayan 1 Mayıs kutlamalarını 1 Mayıs saymamaktadır.


‘1 Mayıs Taksim Bayramı’ mı?

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun fiziki şartlar sebebiyle 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına kesinlikle izin verilmeyeceğini söylemesine rağmen başta DİSK olmak üzere birçok sol STK 1 Mayıs’ta yarısı inşaat halinde bulunan Taksim meydanını İstanbul polisinden kurtarıp zapt etmeyi görev addettiler. Vali Mutlu’nun CHP başta olmak üzere siyasi parti ve sendikaları ayırt etmeden polise taş atanları “marjinal gruplar” olarak niteleyen açıklamaları da yaşanan şiddet görüntülerini müsebbip aramaksızın bağışlanamaz görmeye engel değil.

Buna karşın, gerek 1 Mayıs öncesi sendikaların ve sol yönelimli yazarçizer takımı başta olmak üzere sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin 1 Mayıs’ın Taksim meydanında kutlanmasıyla ilgili inatçı tutumları gerekse toplumsal muhalefet adına şiddete rahatça başvurulabileceğini savlayan yaklaşımları eleştiri konusu edilmeli.

İki sebeple bu yapılmalı: İlkin, müzakereye kapalı, dediğim dedikçi taleplerin toplumsal karşılığının olmayışı yüzünden sendikal faaliyetlerin işçinin gerçek sorunlarından uzaklaşıp çözüm arayışlarının önünü tıkaması sebebiyle... İkinci olarak ise, Türk solculuğunun “çocukluk hastalıkları”ndan bir türlü kurtulamayışı, taleplerinin kerameti kendinden menkul meşruiyetini de toplum nezdinde ortadan kaldıran yaklaşımları ve şiddet eğilimlerini beslemesinden dolayı.

Başta DİSK olmak üzere sol sendikal yaklaşımların 1 Mayıs’ı Valilik kararına rağmen Taksim’de kutlamak için inat etmesi ve bu inadın sonunda gelecek politik kâra tamah etmeleri, serçeyi eti için öldürmekten farklı bir anlama sahip olmamıştır. Sendikaların ve işçi haklarının gündeme gelmesi, detaylıca tartışılıp sonuçlar üretilmesi, mevzuatta işçilerin aleyhine olan hükümlerin kaldırılmasına yönelik mücadelelerin verilmesi, ya da en azından 1 Mayıs dolayısıyla gündemleştirilmesi gibi somut amaçları hedeflemeyen bu inatçı tutumun doğurduğu olumsuz görüntüler sendikaların ve işçilerin lehine olmamıştır elbette.

1 Mayıs’ı 1 Mayıs yapan ne?

Bu açık sonuçlara rağmen takınılan inatçı tutumun, dediğim dedikçi, “benim dediğim olmalı” meyanındaki çocuksuluğun sendikalarca ve sol yönelimli yazarçizer takımınca niye benimsendiği konusu daha ayrıntılı bir irdelemeyle Türk solunun her olayda tekrarlanarak kanıksanmış, neredeyse doğallaştırılmış travmatik-trajik var olma çabasıyla ilişkilidir.

Kerameti kendinden menkul bir hakikate sahip olma ve haklılık duygusu egemendir bu yaklaşımlarda. “Bilimsel sosyalizm”in sorgu sual kabul etmez “bilimsel”liğine duyulan vülger güvenin, “tarihsel materyalizm”in proleter devrimle sonuçlanacak tarihin akışını “zorunlu” gören şematizminin izleri bulunur bu yaklaşımlarda. Ancak, bu vülger güvene ilişkin başka türlü haklılaştırma çabaları da devrededir. Kanlı 1 Mayıs’a atıflarla Taksim Meydanı üzerinde hak sahipliği iddia edilir. Kanla, terle kazanılan bu hakkın engellenemeyeceği savunulur. Taksim’in “1 Mayıs geleneği” olarak üzerinde “ısrar” edileceği meydan olduğu söylenir. Taksim’de kutlanmayan 1 Mayıs’ı 1 Mayıs saymayan bir anlayış, Taksim’de yürütülen inşaat çalışmaları dolayısıyla kutlamaların bu meydanda yapılmasına izin vermeyen “otorite”yle çatışmayı seçmiştir.

Travmatik-trajik boyut elbette tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçen 1977 olaylarına yapılan telmihtedir. Sürekli kanatılır o yara. Taksim’de kutlanmayan 1 Mayıs’ı 1 Mayıs saymayan anlayış belki de kan dökülmeden yapılamayan 1 Mayıs kutlamalarını 1 Mayıs saymamaktadır. Taksim Meydanı toplumsal-sınıfsal savaşta kazanılmış bir mevzi derekesine getirilir böylelikle. Bu durumda sendikaların, solcuların kan dökerek kazandığı bu mevziyi polis güçlerinin işgal ettiği, Taksim’in devletin-valiliğin işgali altında olduğu ileri sürülebilir ve kurtarılması için mücadele verilir.

Tam da budur aslında: Taksim Meydanı sol bilinçaltının “kurtarılmış bölge”sidir. 1 Mayıs eğer Taksim’de kutlanamıyorsa, buna otorite izin vermiyorsa, 1977’de 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar sonucunda sol muhayyilenin üzerinde hak sahipliği iddia edebileceği bir bölgeye dönüşür burası.

1 Mayıs’ı, valiliğin makul sayılabilecek “Alanın yarısı inşaat halinde” açıklamasına karşın, Taksim’de kutlamak isteyen inatçılığın sebebi de böylelikle ortaya çıkar: 1 Mayıs’ı Taksim yerine başka bir yerde kutlamak, bir işçinin en az işten çıkarılması kadar feci bir olaydır. Hak sahipliğine, sol muhayyilenin en azından 1 Mayıs’lar için “kurtarılmış bölge”sini işgal etmedir. Bölgede yürütülen kentsel dönüşüm çalışmalarının da 1 Mayıs’ın bir daha burada kutlanmaması için yapıldığı iddiasına yol açan duygusal söylemler de aynı amaca matuftur. 1 Mayıs’ı ilelebet Taksim’de kutlama ekseninde ketlenmiş bir muhayyile bahis konusu...

Peki bu ketlenmişliğin, bu inatçı takınaklılığın herhangi bir politik, sosyal ya da ekonomik getirisi var mı? İşçilerin hak arayışlarına kazandırdığı herhangi bir artı değer söz konusu mu bu inatçılığın? 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın sendikaların moral değerlerine, toplumsal mücadelesine verdiği katkı; geniş toplumsal tabanda uyandırdığı infiale nazaran artı değer kabul edilebilir mi?

Bu noktada sol yönelimli yazarçizerlerin benliğinde “cılk bir yara”ya dönüşmüş, onların takınaklı inatçılıklarının müsebbibi olarak görülebilecek melankoliyi de vurgulamalı. Matem değildir bu, bir melankolidir. Eski, güzel günlerin, halkla iç içe olunduğu zannedilen, isyancı günlerin sürekli hatırlandığı; o günlere olan diyet borçlarının bu yazılarla ödendiği bir melankoli. Esasen eski güzel günlerle birlikte “gerçeklik ilkesi”ni de kaybettiğini fark edemez bu yazarlar. Halkı seviyorlardır, ama halk onlarla değildir işte. Bunu gerçeklikte görüp kabul etmek yerine kendi içlerinde, kendi benliklerinde inşa ettikleri, benliklerinin bir bölümünü “halk”a açarak halkı içselleştirdiklerini düşündükleri bir duygusal kerte... Halkın onları terk edişine duyulan bir hınç belki de güdüler yazılardaki hararetli üslubu. Halkın sevgilisine, mevcut iktidara karşı beslenen “haset” de işin içine karışmıştır. Ama hınç ve haset duygularından daha çok melankolikliğe vurgu yapılmalıdır. O duyguların da beşiği çünkü sözünü ettiğimiz melankolik halet-i ruhiyedir.

Bayram değil meydan savaşı  

Karşılıksız kalmış bir aşığın sevgilisine duyduğu o inatçı aşktan yansımalar vardır 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamaya dönük “ısrar”ın ardında. Vurgu, 1 Mayıs’a değil, Taksim’edir. Taksim’siz 1 Mayıs, 1 Mayıs olamaz ki! 1 Mayıs’la Taksim, öylesine özdeşleşmiştir ki sol muhayyilede, handiyse beşik kertmesidirler. Bu beşik kertmesinin kurbanları da 1 Mayıs 1977’de verilmiştir. 

İnatçılığın aynasında ‘çocukluk hastalıkları’nın kalıntılarına rastlanır sürekli. Sözgelimi yine Beyoğlu’ndaki, Taksim Meydanı’na çok yakın Emek Sineması’nda sürdürülen çalışmalara yönelik tepkilerde de buna rastlamak mümkündür. Melankoli, geçmiş güzel günlerin artık olmayışına verilen duygusal tepkiler, makul ve gerçekçi açıklamaların kabul edilmesini engeller. 

Sol melankolinin beşiğinde büyüyen hınç ve haset, otoriteyle sıcak çatışmayı da besler sürekli. 

1 Mayıs bu açıdan sadece çatışmanın bir vesilesidir, coşkulu kutlamaların değil. Esas trajik-travmatik olan belki de budur. Toplumsal muhayyilemize 1 Mayıs kutlamalarının, işçi sorunlarına ilişkin diyalog ve çözüm arayışlarının değil, hatta ve hatta sınıf savaşlarının da değil, meydan savaşlarının kazınmış olması...

[email protected]