100 yıllık soğuk: SARIKAMIŞ

Aydın Ünal / Yazar
27.12.2014

Gündüz tipi, gece ayaz; dağın uçurumları, çukurlar, ucu bir türlü görünmeyen beyaz artık soğuktan bir cehenneme dönüştü. Göz gözü görmüyor, önündeki Mehmet’i kaybeden, kar deryasında yapayalnız kalıyordu. Şöyle bir dinleneyim diye, silahına dayanıp yere oturan Mehmet’ler, oracıkta, bir heykel misali donup kalıyordu.


100 yıllık soğuk: SARIKAMIŞ
Bundan 100 yıl önceydi... 22 Aralık 1914’te, Osmanlı 3. Ordusu, 112.000 askeriyle Sarıkamış’a büyük bir çevirme harekatı düzenlemişti.
 
Hiç Kuşkusuz, Başkumandan Vekili ve aynı zamanda Padişah’ın damadı olan Enver Paşa için hedef, Sarıkamış gibi küçük bir kasaba değildi. Enver Paşa, Rusların Anadolu içlerine Doğu’dan yürüyüşünü durdurmak, Avrupa cephesinde zor durumda olan Alman dostlarına yardım etmek, ama bunlardan daha da önemlisi, Asya içlerine kadar geniş bir coğrafyayı Rus ve İngiliz işgalinden kurtarmak istiyordu. Sarıkamış sadece bir başlangıç olacaktı. 1 Aralık ve 14 Aralık’ta çektiği 2 telgrafta, Enver Paşa, stratejisini ilgili komutanlara bir emir olarak tebliğ etmişti: Tebriz, Tiflis, Bakü, Tahran işgalden kurtarılacak, buralardan Dağıstan ve Türkistan içlerine yürünecek, Afganistan’a kadar bağımsızlık ateşi yakılacaktı.
 
Bu büyük stratejinin ilk durağı Sarıkamış olacaktı. Osmanlı Ordusu, Sarıkamış’a kadar gelmiş Rus ordusunu buradan püskürtecek, önüne katıp kovalayacaktı.
 
Ne var ki, gerekli hazırlıklar yapılamamıştı. 3. Ordu, çetin kış şartlarına uyum sağlayacak durumda değildi. Enver Paşa da bunun farkındaydı ve yayınladığı bir beyannamede, “Esasen muharebe, şekl-i kıyafetle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle kazanılır” diyordu. Ordunun böyle bir taarruzu gerçekleştiremeyeceğini söyleyen 3’üncü Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa derhal azledilmiş, Enver Paşa İstanbul’dan Erzurum’a gelmiş, ordunun başına geçmişti. Padişahın bir başka damadı olan Hafız Hakkı Bey’i de 10. Kolordu’nun komutanlığına tayin etmişti. Hiç bir mazeret kabul etmiyordu, 22 Aralık 1914’te harekat başlayacaktı.
 
112.000 asker, 22 Aralık günü yürüyüşe geçti. 11’inci Kolordu, cepheden Ruslara saldıracak, 9 ve 10. Kolordular ise, kuzeyden, Oltu, Narman, Şenkaya taraflarından düşmanın üzerine sarkacaktı. Birkaç gün içinde Sarıkamış ele geçirilecek, hemen ardından Tiflis’e yürünecekti.
 
Ne pahasına olursa olsun!
 
Anadolu’daki köylerinden ilk kez çıkmış neferler, derme çatma kıyafetleriyle, ayaklarında çarıklarıyla, Yemen ve Balkan harplerinin omuzlarına yüklediği yorgunlukla, Erzurum’un sarp dağlarına doğru yürümeye başladılar. Harekatın daha ikinci gününde büyük bir talihsizlik yaşandı. Sis ve irtibatsızlık nedeniyle, iki Fırka birbirini düşman zannetmiş, birbiriyle çatışmış, geride çok sayıda şehit bırakmıştı. Enver Paşa’nın hiç bir talihsizliğe boyun eğme niyeti yoktu. Narman’da ele geçirilen Müslüman bir Rus Miralayı, Osmanlı ordusunun haline bakmış, “Bu kıyafet ve ayağınızda bu çarıklarla nereye gidiyorsunuz? Önünüzde müthiş bir kış var” demişti. Erzurum, 1914’te, en soğuk kışlarından birini yaşıyordu. Enver Paşa’nın bizzat kumanda ettiği 9’uncu Kolordu, Şenkaya’nın Bardız (Gaziler) Köyü’ne ulaştığında zaten çok sayıda askerini soğuğa kurban vermişti. Bardız’da, tarihi caminin yanındaki karargahına yerleşen Enver Paşa, kışı ve soğuğu değil, kendisi gibi damat olan Hafız Hakkı’yı düşünüyordu. Hafız Hakkı Paşa’nın yürüyüşü hakkında hiç bir bilgi alamayan Enver Paşa, ondan önce Sarıkamış’a varmak için emir üstüne emir veriyordu. Hiç dinlenemeyen ve soğuktan kırılan kolorduyu sürekli ileriye atıyor, 25 Aralık’ta Sarıkamış’ın teslim alınmasını istiyordu. Hiç bir neferi kalmadığı için çaresiz geri dönen zabitleri kurşuna dizdiriyor; nöbette zaten ölüm uykusuna dalmış neferleri uyandırıp idam ettiriyordu. Her ne pahasına olursa olsun, Hafız Hakkı’dan önce Sarıkamış’a girmek istiyordu.
 
Hafız Hakkı Paşa’nın 10. Kolordusu ise, artık Sarıkamış’ı düşünecek halde değildi. Kolordu’yu Göle yakınlarındaki Kosor Köyü’ne zar zor getirmişti. Enver Paşa’ya yetişebilmek için, Kosor Köyü’nden Bardız’a, oradan da Sarıkamış’a geçmek istiyordu. Bunun için de Allahu Ekber Dağı’nı aşması gerekiyordu.
 
Kosor köylüleri, bu mevsimde Allahu Ekber Dağı’nın aşılamayacağını söylemiş, zabitlere gitmemeleri, askeri dağa vurmamaları için adeta yalvarmışlardı. Emir, soğuk dinlemeyecekti. Binlerce Anadolu evladı, Allahu Ekber Dağı’na doğru tırmanmaya başladı. Bir süre sonra, yeryüzü beyaz, sadece beyazdan ibaret bir hal aldı. Gündüz tipi, gece ayaz; dağın uçurumları, çukurlar, ucu bir türlü görünmeyen beyaz, artık soğuktan bir cehenneme dönüştü. Göz gözü görmüyor, önündeki Mehmet’i kaybeden, kar deryasında yapayalnız kalıyordu. Şöyle bir dinleneyim diye, silahına dayanıp yere oturan Mehmet’ler, oracıkta, bir heykel misali donup kalıyordu. Donmamak için birbirlerine sarılanlar, sarmaş dolaş birer buzdan heykele dönüşüyordu. Geriden gelenler, donmuş atları, etrafa saçılmış cephane sandıklarını, dağılmış kağıtları, kümeler halinde, birbirine sarılarak, ya da silahına dayanarak heykele dönüşmüş Mehmet’leri görüyor, çıldırmanın eşiğine geliyordu. Kar yığınlarına “anneciğim” diye, “yavrum” diye sarılıp sanrılar gören Mehmetler’e hiç kimsenin durup da yardım edecek mecali yoktu. Açlık, susuzluk, korku, telaş, hiç bir şey kalmamıştı. Dizinde dermanı olanlar, donmuş parmaklarıyla, buz sarkan bıyıklarıyla, artık beyaz ışıkla körelmiş gözleriyle, belirsiz ufka doğru ilerliyordu. Bir karartı, bir hayvan barınağı bulabilenler, bir kuytuya ulaşabilenler, bilinçsizce kendilerini kalabalığın içine atıyor, iniltiler içinde, ağlamalar, bağırmalar, feryatlar arasında, bit ordularının saldırısına dahi aldırış etmeden, yakabildikleri bir tutam otun dumanında sabaha ulaşmaya çalışıyordu. Anaların kınalı kuzuları, babaların umutları, çocukları yol gözleyen, yavukluları uzağa bakıp hayallere dalan binlerce Mehmet, dayanılmaz uyku isteği karşısında, kim bilir hangi rüyayla, gözleri ufka açık, ruhunu sessizce teslim ediyordu. Vatanın evlatları, milletin arslanları, beyaz, bembeyaz bir ölümü tadıyordu.
 
Savaşamadan öldüler
 
Kimi neferler, zabitinin cılız bir ateşle ısındığı çadırına girecek cesareti, bulamıyor, o edepsizliği yapmak istemiyor, çadırın kenarında, ateşe bakar halde donup kalıyordu.
 
10. Kolordu’dan, Allahu Ekber Dağı’nı, neredeyse bir avuç nefer ve zabit aşabilmişti. Vardıkları köyde dinlenmelerine izin verilmemiş, derhal cepheye gitmeleri emredilmişti. Çaresiz, bu kez de, Sarıkamış’a bakan Soğanlı Dağlarına girdiler. Orada sadece soğuğu değil, aynı zamanda, en çetin kış şartlarına göre giyinmiş Rus askerlerinin kurşunlarını buldular. Enver Paşa’nın hırsını frenleyebilecek bir bahane asla yoktu. Kendisi dahi ön saflara kadar gitmiş, askerlere, zabitlere emirler yağdırmaya başlamıştı. Sarıkamış’ın hemen yanındaki 2 köy ele geçirilmişti. Ne bu köyleri elde tutacak, ne de Sarıkamış’a yürüyecek kuvvet artık kalmamıştı. 10. Kolordu, neredeyse hiç kurşun atmadan 1.200 mevcuda düşmüş; 9. Kolordu soğuk ve harp neticesinde sadece 450 kişi kalmıştı. 2 Ocak 1915’te, Rusların karşı taarruza geçmeleriyle, Enver Paşa nihayet durumun vahametini idrak edebildi. Orduya emniyet içinde geri çekilme emrini verdi. Ruslar, ayakta kalabilen zabit ve neferleri esir olarak toplamaya başlamıştı. Enver Paşa ve maiyeti, esir alınmaktan son anda kurtularak cepheden ayrıldı ve Erzurum’a döndü. 7 Ocak’ta, İstanbul’a, Sadaret Makamı’na bir şifreli telgraf gönderdi: “Ruslara karşı başlamış olan harekat, Rus Ordusu’nun kesin surette yenilgisiyle sonuçlanmadıysa da, düşman arazisinin bir kısmını istilaya imkan verdi” diyordu. “bununla beraber, bu hususların ve İstanbul’a hareketimin gizli tutulmasını rica ederim” notunu ekliyordu. Kazım Karabekir Paşa, Sarıkamış Harekatı’nda ölen asker sayısını 60 bin olarak tahmin ediyor. Esir ve diğer zayiat da buna eklendiğinde, 112.000 kişilik ordunun, 90 bine yakın kaybının olduğunu belirtiyor. Kısa süre sonra tifüsten ölecek olan Hafız Hakkı Paşa’yı Ordu kumandanlığına tayin eden Enver Paşa, İstanbul’a doğru yola çıkıyor. Arkasından ise, şu ağıt yakılıyor:
Sarıkamış baştan başa,
Uruslar yaktı ataşa,
Askerimiz telef oldu,
Nere gittin Enver Paşa...
Enver başaramadı...
 
Enver, İstanbul’a varacak, Sarıkamış’la ilgili yayın yapılmasını, hatta konuşulmasını yasaklayacaktı. Osmanlı Ordusu’nun Ruslar’a karşı bu yenilgisini haber alan İngiltere panikleyecek, derhal harekete geçecek ve Çanakkale Boğazı’ndan girip İstanbul’u işgal etme planı yapacaktı. Enver, en azından Çanakkale’de düşmanı durduracak ve bu büyük zaferle Sarıkamış’ın üzerini tamamen örtecekti. Savaşın merkezi olan Bardız Köyü’nde, Enver Paşa’nın karargahı önünde dinlediğim yaşlı bir amcanın ferasetle söylediği gibi, “Enver yine de hayın değildi, başaramadı...”
Üzerinden tam 100 yıl geçti; Sarıkamış’ın bugün bile, hikayesi tam olarak yazılmadı. Şunu biliyoruz ki, önce o beyaz karlara, ardından sımsıcak toprağa girmiş hiç bir Mehmet boşuna can vermedi. Bugün, bağımsız, dirayetli ve sabırlı bir milletsek, sıradan saldırılar karşısında soğukkanlılıkla direnebiliyorsak, hiç kuşkusuz bu biraz da Sarıkamış şehitleri sayesindedir. Allah onları sıcak, sımsıcak rahmetiyle kuşatsın; ruhları şad, mekanları inşallah Cennet olsun...