2013’te Türkiye’yi ne bekliyor?

NUH YILMAZ / Star Gazetesi Dış Haberler Müdürü
12.01.2013

2013’deki riskler ne kadar konuşulur, farklı kurum ve kuruluşlar bu riskleri ne kadar öngörebilirse 2013 o kadar rahat atlatılabilir. Bu nedenle dış politika ve güvenlik politikalarının daha kamusal ve daha siyasa eksenli bir hal alması bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye için zorunluluktur.


2013’te  Türkiye’yi ne bekliyor?

Geçtiğimiz 10 yıl içinde Türk dış politikası önemli değişimler yaşadı. Bu değişimlerin oluşturduğu dış politika çerçevesi olan Komşularla Sıfır Sorun, Arap Baharı öncesinde taşıdığı enerji, getirdiği yaratıcı çözümler, Ortadoğu’ya eşit ve adil muamele ile istikrarı öne çıkaran yaklaşımıyla oldukça tartışıldı. Arap Baharı sonrası yeni sorunlara yeni çözümler önerebilmek için, bu politikada bir takım yenilikler yapıldı, bazı yeni elemanlar dış politikaya eklendi. 2012 yılı esas itibariyle bu yeni öğrenme sürecinin bir özeti gibi ele alınmalı. Türkiye-Mısır ilişkileri, Türkiye’nin Suriye politikası, Tunus’la yapılan anlaşmalar hep bu yeni çerçevenin laboratuvarı gibi. 2013 yılında ise Türk dış politikası, geçen yıldan taşınan sorunlara yaratıcı ve kalıcı çözümler üretme, yeni bir takım sorunlarla tanışma, bu sorunları hızla analiz ederek, uygulanabilir alternatifli çözümler üretebilme, devam eden bazı problemlerin krizleşmesi ile baş etmek gibi ciddi sınavlarla karşılaşacak. Türkiye’nin bu krizleri kendi lehine çevirebilecek bir şekilde aşabilmesi ise ülke uzmanlarının artması, bilinmeyen alanlardan bilgi transferinin hızla gerçekleşmesi, dış politikada kulağa hoş gelen ancak uygulanabilirliği olmayan pozisyonların hızla itibarsızlaştırılarak pratik çözümler üretebilmesi, dış politikada tüm alternatiflerin kamusal tartışmalara konu olması, imkan-siyasa çizgisinin gerçekçi şekilde ele alınması ile başarılabilir. Bugünden 2013’e bakmak gerekirse, Türkiye’nin karşı karşıya gelebileceği sorunlardan ve risklerden bazıları ise şöyle ele alınabilir:

ABD-Rusya çatlağı

Suriye krizinin tırmanması ile Türkiye kendisini bir anda oldukça riskli bir alanda buldu. Bir yanda uzunca bir süredir yatırım yaptığı, ilişki geliştirdiği bir ülke, diğer yandan ise Türkiye’den zamanın ruhuna uygun davranmasını bekleyen bölgedeki sair aktörler. Türkiye Suriye konusunda oldukça pragmatik bir çizgi izleyerek kademeli ve devamlı olarak pozisyonunu tadil etti. Bu politika izlenirken Türkiye kimi zaman ABD’ye, kimi zaman İran’a, kimi zaman Rusya’ya kimi zaman da Mısır’a yakınlaştı. Bu pozisyon değişikleri bir yanıyla da riskler barındırıyor. Suriye konusunda tamamen ABD’den yana bir pozisyona düşmek ya da Rusya ile fazla yakınlaşıp ABD’yi yabancılaştırmak Türkiye’yi Soğuk Savaş dönemindeki gibi oldukça zor durumlara düşürerek, bir cephenin üyesi gibi davranmaya itme riskini barındırıyor. Özellikle Rus uçağının indirilmesi ya da Patriotların gelmesi gibi gelişmeler bu tür riskleri artırıyor. 2013’te de buna benzer bir takım gelişmeler olduğunda Türkiye’nin kendi bağımsız çizgisini koruması krizin derinliği, bölgeselleşmesi ve savaş boyutu kazanması durumunda oldukça zor olacak. Bu durumla ilişkili bir başka risk ise Suriye konusunda ABD ile Rusya’nın anlaşması durumunda Türkiye’nin sorun üzerindeki nüfuzunun azalma ihtimali. Bu ihtimal Türkiye’nin zararına olmakla birlikte, halen kendi çıkarını takip edecek bir Türkiye için diğerine göre daha küçük bir risktir.

Mezhep çatışması riski

İslam dünyasında Batı’dakine benzer bir mezhep çatışması hiç yaşanmadı. Ancak bu, bundan sonra yaşanmayacağı anlamına gelmiyor. İslam dünyasının bir çok yerinde halen farklı mezhep grupları arasında bir takım çatışmaların yaşandığı görülüyor. Ancak bu çatışmaların çoğunluğu siyasi, kabilevi, ekonomik ya da etnik taleplerin mezhep diliyle dışa vurumundan ibaret. Bu çatışmalar kategorik mezhep ayrımına dayalı bir çatışma olarak yorumlanamaz. Ancak bölgede Suriye’deki krizden sonra giderek artan savaş riski, kalıcı bir mezhep savaşına yol açma riski barındırıyor. Türkiye’nin geliştirmeye çalıştığı mezhebe dayanmayan yerli Ortadoğu siyasetinin, çatışmayı öne çıkararak bu gerilimden beslenen mezhepçi pozisyonlar karşısında tutunma ihtimali zayıf. Suriye örneğinde de bu pozisyonun sınırları daha net görülüyor. Suudi Arabistan’ın Vahhabi çizgisini giderek Sünniliğin farklı versiyonlarını yok ederek ve Sünniliği temsil iddiası ile ortaya koyması, çatışma dönemlerinde sert siyasi pozisyonların daha fazla güçlenmesi ile birlikte ele alındığında mezhep gerilimini artıran bir faktör. Öte yandan İran’ın devrimden bu yana giderek ümmetçilikten mezhepçiliğe evrilen çizgisi, 12 İmam Şiiliğininin İran versiyonunu, tüm Sünni olmayan yerel mezhepleri de (İsmaili, Zeydi, Alevi, Dürzi) içine alıp, dönüştürerek ve homojenleştirerek mezhep savaşı ihtimalini arttırıyor. Türkiye 2013 yılında bu kalıcı mezhep çatışması riskinin kemikleşmemesi için ya alternatif bulmak ya da alternatifi yaratmak zorunda. Eğer alternatif bulunamazsa asıl çatışmanın tarafları olan pozisyonlar arasında Türkiye’nin siyaset yapma alanı çok daralacak. (Bkz. B. Duran - N. Yılmaz, Ortadoğuda Modellerin Rekabeti, SETA 2011 Dış Politika Yıllığı)

‘İnşa’ sorunu

Arap Baharı sonrasında, var olan dış politikaya alternatif olarak Türkiye bir ‘inşa’ sorunu ile karşı karşıya kaldı. Arap Baharı ile birlikte yönetimi değişen ya da kriz yaşayan ülkelerin çok temel sorunları var. Bu sorunlar Türk dış politikasının geleneksel yöntem ve araçlarıyla çözülmesi mümkün olmayan sorunlar. Zira bu ülkeler anayasa yapımından bankacılık reformuna, işsizlikle mücadeleden dini kurumların yenilenmesine, üniversite reformundan belediyeciliğe kadar onlarca farklı alanda somut uzman bilgisine, ihtiyaç duyuyor. İnşa sorunu, hem emek yoğun bir iş olduğundan, hem kısa ve orta vadede maliyet üretip, ancak uzun vadede ve sistem kurucu bir zihniyet dünyasında kalıcı etkiler için anlamlı olduğundan demokratik siyasette uygulanması zor bir siyasa biçimi. Yine inşa sürecinin önemli problemlerinden birisi de yabancı dil bilen uzman bulma kısıtı. Gerek Arapça, gerek Fransızca ve hatta İngilizce’yi bir başka ülkede sorun çözüp, işlem yürütecek düzeyde bilen ve aynı zamanda konusunun uzmanı olan eleman sıkıntısı bu atılımı yavaşlatacaktır. Yine bilgi sahibi olmakla, bilgi transferi yapabilecek soyutlama birbirinden farklıdır. İnşa sorununun aşılabilmesi için, transfer sorunun çözülmesi, yani Türkiye’nin sahip olduğu bilgi ve birikimi farklı coğrafya, iklim, etnisite ve dillerde uygulanabilir hale getirebilmesi önemli bir sorun olacaktır. Bunun olması, belli kabiliyetleri hızla üretebilecek eğitim modüllerinin oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır.

Krizin taşma ihtimali

Sınırında iç savaş yaşayan Türkiye 2013’te daha önce tecrübe etmediği sorunlarla karşılaşacak. Bu nedenle iç savaşın yarattığı sorunların, bu sorunla Türkiye’nin ilgisinin yaratabileceği sorunların ve bu savaşa müdahalenin getirebileceği sorunların hepsinin masaya yatırılması gerekiyor. Örneğin sadece Suriyeli sığınmacılar konusu ele alınırsa bile olayın ciddiyeti görülür: Savaşın uzaması durumunda, sığınmacı sorunun yaratacağı orta vadedeki ekonomik yük, bu yükün yaratacağı gerilim, sığınmacıların arasındaki sorunlar, kamplarda provokasyon riski, radikalleşme, suç oranının artması, salgın hastalıklar, fuhuş, kaçakçılık, etnik ve mezhebi gerilimin ülke sathına yayılması vs. bile korkutucu ve acil sorunlar. Bölgesel ölçekte baktığımızda ise Suriye’deki savaşta rejimin ani çökmesi durumunda ne tür bir alternatif politika üretileceği, bölgeye başka ülkelerin doğrudan askeri müdahalesinin yaratacağı riskler ve Türkiye’nin buna karşı neler yapabileceği önemli bir problem olacak. Türkiye böyle bir durumda askeri bir cevap mı verecek? Verecekse bunun maliyetleri neler olacak? Vermeyecekse gerekçeleri ve uzun vadeli sonuçları neler olacak? Bu nedenle Türkiye 2013’e girerken ‘sert güç’ kullanmanın maliyetlerini kısa, orta ve uzun vadeli olarak tartışmalı. Aksi halde karşılaşılabilecek bir sürprizin maliyeti yüksek olabilir. Yine geleneksel taşma sorunlarına baktığımızda, bölgeye yayılabilecek yeni terörizm türleri, kimyasal silahların kontrolü, radikal silahlı grupların Suriye’de kök salma riski, krizin bitmesi durumunda silahsızlandırma problemleri, ekonomik kayıplar, bölünme yanlısı eğilimlerin tüm bölgede güçlenmesi, daha önce ortaya çıkmayan etnik ve mezhebi sorunlarla karşılaşma, uyuşturucu ve silah da dahil kaçakçılık riskinin artması ve bağlantılı problemler, devlet dışı silahlı güçlerin yaratacağı istikrarsızlıklar, farklı ülkelerle ortaya çıkabilecek çatışma riskleri ve bunun getireceği güvenlik riskleri Türkiye’nin acilen tartışması gereken konulardan. Bu tartışmaların kamusal olmaması, riskle karşılaşıldığında halkın tepkisinin yönetilmesini zorlaştıracaktır.

Yeni Ortadoğu-Yeni Türkiye

Arap Baharı sonrası yeniden şekillenen Ortadoğu’da tüm ittifaklar halen geçici. Bu ittifakların kalıcı hale gelmesi için önce düzenin yeniden kurulması gerekiyor. Bu da düzenin yapısal şartlarının oluşması, kurumsallaşmasının tamamlanması, düzenin ağırlık merkezinin, temel aktörlerinin, askeri yapısının, kalıcı grup, parti ya da tarafların net bir şekilde görülmesi anlamına gelecek. Bu netleşme tamamlanmadan farklı alternatiflerin harcanması önemli bir risk olacak ve geri dönülmesi zor maliyetler üretebilecek. Bu açıdan Putin’in Türkiye ziyareti, Türkiye’nin bu konudaki riskleri yönetme çabası olarak görülmeli. Öte yandan Mısır gibi yeni aktörleşen bir ülkenin Suriye ile diyalog kanallarını açık tutması, artık tüm aktörlerin bu konuda benzer duyarlılıklara sahip olduğunu göstermesi açısından kayda değer. Yine bu dönemde daha çok aktör siyaset sahnesine gelecek ve gidecek. Bu nedenle Türkiye’nin tekil aktörlerle değil, tüm taraflarla ilişki geliştirmesi gerekiyor. Örneğin, Suriye’de Esad yönetimi ile kötüleşen ilişkiler sonrası iletişim kanallarının daralması başka örneklerde tekrar edilmemeli. Tunus’ta Nahda’nın,Mısır’da İhvan’ın kaybetme riski karşısında Türkiye’nin sahip olduğu alternatif politikalar üzerine konuşulmalı. Daha da ötesi muhtelif grup ya da kurumlar üzerinden ilişkiler derinleştirilip, çoğullaştırılarak, siyasi aktörlerin tasfiyesi ile sona erecek kırılgan karakterden kurtulmalıdır. Zira düzenin kurulmadığı bölgede siyasi aktörlerin çoğu iktidara pamuk ipliği ile bağlı. Bu nedenle dağılan ‘direniş ekseni’ ya da Batı bloku’ gibi yapılar yerine Gazze’yi ziyaret eden siyasi aktörlerdeki çeşitlilikler gibi, siyaset bir süre daha akışkan ve hassas dengelerle devam edecek. Türkiye’de bu noktada kalıcı hasarlara yol açmadan bu riskleri kontrole etmek zorunda.

2012 Türkiye için oldukça riskli bir yıl oldu. Savaşın eşiğinden dönülen, bölgesel savaş risklerini göğüsleyen, iç gerginliklerin arttığı zor bir yıl. 2013’ün daha kolay bir yıl olması için geçerli bir neden yok. 2013’deki riskler ne kadar konuşulur, farklı kurum ve kuruluşlar bu riskleri ne kadar öngörebilirse 2013 o kadar rahat atlatılabilir. Bu nedenle artık dış politika ve güvenlik politikalarının da daha kamusal ve daha siyasa eksenli bir hal alması bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye için lüks değil zorunluluktur.

[email protected]