ABD’nin Ortadoğu’yu anlama sorunu

NUH YILMAZ / Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi / [email protected]
20.09.2012

Amerikalılar Ortadoğu’nun ekonomisini, coğrafyasını, etnik yapısını vs. bizden çok daha iyi biliyorlar. Ancak Ortadoğu’yu hiç mi hiç hissedemiyorlar. Bu bilgi onların hissetmesini sağlayamıyor. Kahire elçiliğinin mesajındaki gibi hisseden sesler olunca da susturuluyor. İşte Türkiye’nin Ortadoğu’ya yıllardan sonra hızla intibak etmesinin sırrını biraz da bilginin çaresiz kaldığı bu ‘hissiyatta’ aramak gerekir.


ABD’nin  Ortadoğu’yu anlama sorunu

Eylül günü ABD’de üretildiği ve İslam’a hakaret ettiği söylenen filmi protesto etmek için ABD’nin Bingazi konsolosluğu önünde toplanan kalabalıktan bir grup, konsolosluğu ziyaret etmekte olan ABD’nin Libya büyükelçisini yanındaki 3 koruması ile birlikte katlettiler. Her ne kadar ‘İkinci 11 Eylül’ ifadeleri abartı olsa da, bu gelişme birçok açıdan tüm bölgeyi ilgilendiriyor. Bu olay bir yanıyla ABD’deki başkanlık seçimini dolayısıyla ABD’nin Ortadoğu politikasını ve tüm Müslümanları derinden etkileyecek. Bu Müslümanlar tarafından verilen tepkiler ABD’nin Ortadoğu ittifaklarını yeniden gözden geçirmesine yol açarken, ABD tarafının verdiği tepkiler de ABD’nin halen Ortadoğu’yu ve Müslümanları anlama konusunda sorunlu olduğunu gösterdi.

Obama’nın zor seçimi

 Bahsi geçen filme verilen tepkiler, gelişmelerin ABD’deki başkanlık seçimlerini doğrudan etkileyeceğini gösteriyor. Hatırlanacak olursa 4 yılda bir yapılan ABD başkanlık seçimlerinde halen Ortadoğu’da sertlik yanlısı politikaları savunan, İsrail Başbakanı Netanyahu ile oldukça iyi ilişkileri olan Cumhuriyetçi aday Mitt Romney ile halen ABD Başkanı olan ve Ortadoğu’da nispeten daha yumuşak bir politikayı savunan ve Netanyahu hükümetini oldukça sert eleştiren Demokratların adayı

Barack Obama yarışıyor. Obama 4 yıl önceki seçimlerde 2008’in Eylül sonunda finansal krizin ortaya çıkması ile Cumhuriyetçi adayın önüne geçmiş ve yarışı önde kapatmıştı. ABD seçim istatistiklerine göre de Ekim ayına önde giren aday, Kasım ayının ilk Salı günü yapılan seçimleri şu ana kadar kazanıyor. Bu nedenle, bu gelişme son bir ayda işsizlik oranının düşmesi ile Romney’nin önüne geçen Obama için önemli bir dönemeç. Tam siyasi gözlemcilerin Obama artık başkanlık seçimlerini kazanır dediği anda gerçekleşen bu olay, Obama’yı zafiyet içinde göstererek elini çok zayıflattı. Bu gelişmelerin ABD seçimlerine etkisini ölçen bir anket henüz yayınlanmadı, ancak Obama’nın bu etkiyi ortadan kaldırması için belli düzeyde bir sertlik politikası uygulaması gerekecek gibi görünüyor. Obama üzerindeki sertlik baskısının sebebi ise, Irak ve Afganistan’ın işgali emrini veren bir önceki ABD Başkanı George W. Bush’un aksine, Obama’nın Müslümanlarla diyaloğu öne çıkarması, Irak’tan geri çekilmesi, savaşı son tercih olarak masada tutması yer alıyor. Obama tüm bu eleştirilere karşılık olarak ise Usame bin Ladin’in öldürülme emrini verdiğini, terörle etkili mücadele ettiğini, kısıtlı sertlik konusunda Bush’tan geri kalmadığını söyleyerek bir takım cumhuriyetçilerin ve sertlik yanlısı demokratların oylarını alıyordu. Şimdi bu gelişme Obama’nın Usame bin Ladin kozunu nötralize ederek Obama’yı yumuşak ve zayıf gösterdi. Romney ekibi ise bu fırsatı değerlendirerek hemen bu olayı seçim malzemesi yaparak Obama’ya yüklenmeye başladı. Bu nedenle seçimlere giderken Obama ya bu eleştiri ile başa çıkabilecek bir müdahale emrini verecek ya da bu konudaki zafiyetini örtebilecek bir söylem geliştirecek. Ancak her halükarda böylesi bir operasyon dışında Obama’nın seçimleri kazanması şu an için tehlikeye girmiş durumda. Seçim yarışına rahatça giren Obama’yı bu kadar zor duruma düşüren bu gelişmeden sonra, bu tür sorular çerçevesinde gözler gerek ABD içinde, gerekse de ABD dışındaki Obama’nın iktidara gelmesini engellemeye çalışan grup ve ülkelere çevrildi. Ortada bir delil olmasa da, bu tür bağlantıların önümüzdeki günlerde ortaya çıkması kimseyi şaşırtmayacaktır.

ABD, Ortadoğu ve düşünce özgürlüğü

ABD seçimleri bir yana, bu olayın başka açılardan da oldukça derin etkileri olacak. Henüz Libya’dan ölüm haberi gelmeden, konuyla ilgili protesto haberleri tüm sosyal medyayı kaplamıştı. Özellikle Bingazi ve Kahire’deki protesto eylemlerinin haberleri gelirken, ABD’nin Kahire büyükelçiliğinin twitter hesabından, bahsi geçen film “Müslümanların inançlarına saldırı” şeklinde tarif edilerek olumlu bir mesaj gönderildi. Bu yaklaşım ABD’nin meseleyi oldukça soğukkanlı bir şekilde ele aldığı, meseleyi anladığı ve ona göre tavır geliştirdiği şeklinde yorumlandı. Ancak bu mesajın ardından önce sosyal medyada mesaj aleyhinde bir dalgalanma yaşandı. Arından da sırasıyla ABD Dışişleri Sözcüsü, ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve da ABD Başkanı Obama bu mesajı tekzip eden açıklamalar yaptılar. Müteakip açıklamalarda meselenin bir ‘ifade özgürlüğü’ konusu olduğu vurgulanarak, yapılan gösterilerin anlamsızlığına vurgu yapılıyordu. Hatta Clinton bir adım daha ileri giderek, ‘Libya’nın özgürleştirilmesinden’ de bahsediyordu. Tüm bu açıklamalar ABD’nin geçtiğimiz yıllardaki protestolardan sonra halen belli hassasiyetleri anlamadığını gösteriyor. Bu nokta ABD’nin önümüzdeki politikalarını ve Ortadoğu siyasetini belirleyecek bir yanlış anlamalar zincirini göstermesi açısından takibe değer. Bu meseleyi ele almadan önce, birçok bölge uzmanı Amerikalının da düştüğü hataya düşmemek, protesto eylemi ile linç eylemini birbirinden ayırmak gerekir.

Filmle ilgili halen ortada farklı ülkelere yayılarak devam eden bir protesto dalgası var. Bu protesto dalgası, çizgisi ne olursa olsun birçok Müslüman’ın bahsi geçen filmi kendi dinine ve dininin kutsallarına karşı saldırı olarak algıladığını ve bu rahatsızlığını dile getirmek için protesto gösterilene katıldığını gösteriyor. Bu eylemleri küçümsemek, ‘filmde bir şey yoktu’ demek, ya da bu filmin içeriğini ‘ifade özgürlüğü’ meselesi olarak ele almak, protestoları daha da fazla arttıracaktır. Zira Müslümanların bu konuya ilk tepkisi, hangi içeriği dinlerine hakaret olarak görmeme konusunda karar merciinin başkaları değil, bizatihi kendileri olduğu şeklinde. Nitekim Diyanet İşleri Bakanı Mehmet Görmez de, cinayeti kınayarak, filmin içeriğinin ise kabul edilemez olduğunu dile getirerek meseleyi ‘ifade özgürlüğü’ çerçevesinde görmediğini kayıt altına aldı. Bu noktadaki en büyük sıkıntı ise bir takım Ortadoğu ya da ülke uzmanı isimlerin, protesto ile protestoyu saptıranların neden olduğu şiddet eylemini aynılaştırmak suretiyle, Müslümanlar adına karar vermeye kalkmalarıdır. Bu ise ancak İslam’ı farklı dinlerin kriterlerine dönüştürerek, o kriterlere göre değerlendirme yanlışını üretmektedir. Böylesi bir yaklaşım tam da ‘İslamofobi’ ya da ‘İslam karşıtlığı’ dediğimiz tutumun felsefi arka planını oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, tartışmada model olarak alınan din orijinal, -bakın Madonna da Hz. İsa’ya hakaret etmişti ya da Protestanlar hiç böyle eylem yapıyor mu denilerek- İslam ise bu otantik dini davranışı tekrarlaması, ona bakıp aslı öğrenmesi gereken bir kopya ve ikinci sınıf bir din olarak ele alınıyor. Bu tavırsa İslam’ı sair dinlere indirgemektedir. Benzeri ırkçılıkların da temelini oluşturan bu tür bir indirgeme yaklaşımı devam ettiği, ABD meseleyi böyle gördüğü sürece ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının değişmesi oldukça zor görünmektedir.

Bu olayın ikinci boyutu ise protestoların aldığı biçimdir. Bu protestolar esnasında konuyla ilgisi bulunmayan kişilerin, hele ki ülkede misafir olan, dokunulmazlığı bulunan ve çoğu zaman da kendi başkentlerine karşı o ülkeyi savunma noktasında kalan diplomatların hedef alınması kabul edilemezdir. Dahası, ABD konsolosluğu etrafındaki kamera kayıtlarından ABD’li kaynakların aldığı söylenen ve içeriği ABD medyasına yansıyan görüntülere göre, protestolar devam ederken barışçı protestoların içine sızarak, saldırıya dönüştüren 50 kişilik bir grup tespit edilebiliyor. İşte bu grubun kim olduğu, kimlerle irtibatlı olduğu ortaya çıkarılabilirse aslında saldırının niteliğini de ortaya çıkacaktır. Müslümanların dinlerine yapıldığını düşündükleri hakaret nasıl küçümsenemezse, bu protesto hakkı da linç için mazeret olarak kullanılamaz.

Hissedenler susturuldu

Ancak hal böyle iken Washington’daki havanın protestocular ile saldırganlar arasında ayrım yapmayan bir noktaya evrilmesi ise tam anlamıyla hayret vericidir. Washington, saldırganları hedef almak yerine protestoların meşruiyetini sorgulayarak oldukça büyük bir risk almış, kendisini Ortadoğu’dan tamamen soyutlayabilecek haleti ruhiyeden kurtulamadığını göstermiştir. Seçime giden bir ABD’de başkanın böyle bir tavır alması, dengelere göz önüne alındığında nispeten anlaşılabilir olsa da, Washington kaynaklı uzman, diplomat, akademisyen ve gazetecilerdeki benzeri bir akıl tutulması, bu tavrın sadece siyasetin değil neredeyse Washington’ın ortak tavrı olduğuna işaret etmektedir. Bu ise ABD’nin bölge ile ilgili en büyük sorununa işaret etmektedir. Nasıl ki erken dönem oryantalistlerin ürettiği devasa literatür ve engin bilgi birikimi Fransa’ya, Almanya’ya ya da İngiltere’ye Ortadoğu’nun nasıl bölüneceğini ve bu bölünmenin nasıl yönetileceğini öğretmesine rağmen, kalıcı olmanın ve istikrarlı bir düzen kurmanın sırlarını öğretemediyse, bu olay ABD’nin de devasa yatırımına, binlerce uzmanına, onlarca kurumuna, milyonlarca sayfalık raporlarına rağmen Ortadoğu’nun ve Müslümanların nabzını tutmayı öğretemediğini göstermiştir. Israrla Müslümanların protestosunu şiddetle eşitlemeye çalışarak, protestonun meşruiyetini sorgulamaya çalışan aklın Ortadoğu’da kurucu bir siyasi akıl olarak çalışmayacağı açıktır.

Washington’da görev yaptığım süre boyunca, çoğunlukla da haklı olarak, ABD’li uzmanların Türkiye eleştirilerini dinledim. Türklerin Arapça bilmediğini, Ortadoğu’yu bilmediğini, Ortadoğu’nun kültürünü, coğrafyasını bilmediğini, Mısır’ı, Suriye’yi, Libya’yı bilmediğini söyleyerek, buna mukabil başta dışişleri olmak üzere, Türkiye’nin ‘Ortadoğu’yu biz biliriz’ tavrına sahip olmasını istihza ile eleştiriyorlardı. Hatta yine istihza ile, ‘Bize de öğretir misiniz bizim göremediğimiz ama sizin bildiğinizi iddia ettiğiniz şey nedir?’ sorularına defalarca muhatap oldum. Bu gelişme bana bu sorunun cevabını öğretti: Amerikalılar Ortadoğu’nun ekonomisini, coğrafyasını, etnik yapısını vs. bizden çok daha iyi biliyorlar. Ancak Ortadoğu’yu hiç mi hiç hissedemiyorlar. Bu bilgi onların hissetmesini sağlayamıyor. Kahire elçiliğinin mesajındaki gibi hisseden sesler olunca da susturuluyor. İşte Türkiye’nin dış politikasındaki hızlı gelişmenin sırrını, Ortadoğu’ya yıllardan sonra hızla intibak etmesinin sırrını biraz da bilginin çaresiz kaldığı bu ‘hissiyatta’ aramak gerekir.