Ak Parti dönemi Türk dış politikası ve Atatürk

Prof. Dr. Emrullah İşler - Siyasetçi
7.12.2013

Ak Parti ile birlikte Türkiye, gerek iç politikada, gerekse dış politikada devrim denilebilecek bir değişime giderek daha özgün ve karakterli bir siyasi anlayışa tahavvül etmiştir.


Ak Parti dönemi Türk dış politikası ve Atatürk

Çıkar üzerine oturan uluslararası ilişkiler ülkelerin dış politikalarında değişkenlik göstermesine neden olmaktadır. Ülkeler bölgesel veya küresel gelişmelere göre, politika değişimine gitmekte ve ilişkileri iyi olan kimi ülkeler yeni şartlar çerçevesinde söz konusu ilişkilerini kesme noktasına gelebilmektedir. Uluslararası ilişkilerde tüm bunlar yaşanırken, ilkeli ve karakterli olma esası belirleyici olmamaktadır/olamamaktadır. Zira uluslararası arenada önemli olan çıkardır. Dolayısıyla genelde çıkar odaklı bir politika uluslararası ilişkilere hakimdir.

Ne var ki, Ak Parti ile birlikte Türkiye, gerek iç politikada, gerekse dış politikada devrim denilebilecek bir değişime giderek daha özgün ve karakterli bir siyasi anlayışa tahavvül etmiştir. “kazan kazan” anlayışı üzerine formüle edilen bu siyaset anlayışında ben merkezli bir çıkar anlayışı terk edilmiş, her iki tarafın kazanması esası benimsenmiştir.

Osmanlının tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte bölge, günümüzde de sürmekte olan çeşitli sorun ve ihtilaflarla boğuşmak durumunda kalmıştır. Ülke içerisinde inşa edilen ihtilaflar dış politikayla ilgilenme fırsatı tanımamıştır. Ülke yönetimini kendi boyunduruğu altına alan, demokrasi dışı yöntemlerle adeta halkı terbiye etmeye yönelik her on yılda bir darbe seçeneğine başvuran vesayet sistemi, toplumun hafızasında derin ümitsizlikler yaratmıştır.  Bu nedenle ülkemiz gerçek anlamda potansiyelini hayata geçirememiş ve bir türlü hakettiği muteber seviyeye ulaşamamıştır.

Yenilenen dış politika

Cumhuriyetin kuruluşundan Atatürk’ün vefatına kadar süren ve Atatürk dönemi olarak ifade edebileceğimiz zaman aralığında uygulamaya konulan dış politika anlayışı ne yazık ki, sonraki hükümetlerce sürdürül(e)memiştir. Daha çok içe kapanık, etliye sütlüye karışmayan, rol üstlenmekten kaçınan, kendini belli bir merkeze angaje etmesi nedeniyle stratejik sığlık içinde olan bir politika anlayışı hâkim olmuştur.  Bu süreç içerisinde Türk dış politikasında rol alan kurumlar tamamen içe kapanmış ve ülkemizin dünyayla entegrasyonunu sağlayacak projelerden yoksun bırakılarak adeta icazetsiz karar alamayan bir karakter sergilemiştir. 

AK Parti’nin yönetimi devralmasıyla birlikte, tüm alanlarda olduğu gibi dış politikada da daha önce ülke tarihinde görülmeyen bir değişim yaşanmıştır. 1 Mart tezkeresiyle yeni Türk dış politikasının karekteristik yapısı hakkında önemli mesajlar veren hükümet, Davos’la birlikte kendine has bir insicam yakalamıştır. Özgün bir dış politika dili geliştiren AK Parti, korumacı anlayıştan aktif siyasete, “dört tarafı düşmanlarla çevrili Türkiye” söyleminden, “komşularla sıfır sorun” siyasetini üretir hale gelmiştir. Böylece Türkiye bir taraftan demokratik standartlar bakımından dünyada en üst kategoriye doğru ilerlerken, diğer taraftan hem bölgesinde hem de küresel ölçekte saygınlığını giderek artırmıştır.

Kuşkusuz küresel ölçekte ağırlığı olan, etkin bir ülke olmanız için öncelikle iç istikrarın sağlanması ve bölgeyle barışık olunması icabeder. İstikrar bakımından son derece hassas bir bölgede yer alan ve bölgesinde meydana gelen tüm çatışma, gerginlik ve gelişmelerden etkilenen Türkiye’nin, bölgesel istikrarın sağlanması hususunda bir perspektif ortaya koyması beklenirdi. Bu çerçevede, kriz odaklı değil çözüm odaklı, pasif değil ön alıcı yaklaşımlar ortaya koyan ve bunları mümkün olan en etkin biçimde uygulayan bir anlayış benimsenmiştir. Komşularla sıfır sorun politikasıyla yakın çevresinden başlayarak bir barış ve istikrar kuşağı yaratmak suretiyle tüm ülkelerin refah içinde yaşayabilmeleri ve aralarındaki entegrasyon düzeyini en ileri seviyeye taşıma hedeflenmiştir. Nitekim bu projeyle Türkiye, Ortadoğu’dan Balkanlara, Kafkasya’dan Kuzey Afrika’ya uzanan alanda mevcut tüm ülkelerle son derece olumlu ilişkiler geliştirmiştir. 

Türkiye AK Parti hükümetleriyle artan imkân ve kabiliyetlerinin ve bunun kendisine yüklediği sorumlulukların bilinci içinde tepkisel değil ön alıcı, tek boyutlu değil çok boyutlu, gelişmeleri izleyen ve ona göre tutum belirleyen değil inisiyatif alarak sonuca odaklanan, ilkeli, gerçekçi ve en önemlisi omurgalı, vizyoner bir dış politika anlayışını ortaya koymuştur. Son derece şahsiyetli ve milli olan bu dış politika anlayışı, esasen Başbakan Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı ‘dik dururuz ama dikleşmeyiz’ sözüyle hayat bulmaktadır. Nitekim bu yeni dönemde iyi niyetli çabalar sonuç vermiş ve Türkiye onlarca ülkeyle YSDK (Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey) anlaşmaları imzalayarak yılda iki defa ortak bakanlar kurulu toplantıları yapacak seviyeye gelmiştir. Kuşkusuz Türkiye’nin bu yapıcı politikası ülkemizi uluslararası alanda daha etkin hale getirmiş, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği, NATO Genel sekreter yardımcılığı gibi çeşitli uluslararası görevleri Türkiye’nin üstlenmesine yol açmıştır. 

Arap Baharı ve Türkiye

Uluslararası ilişkiler konjonktüre göre değişkenlik özelliğine sahip olduğundan izlenen politikalar ne kadar doğru olursa olsun ani gelişen bazı olaylar yeterince verim almanıza engel olabilir. Nitekim Arap Baharı süreci, bu anlamda istenilen hedeflere ulaşmada bir engel teşkil etmiştir. Zira yıllardır bölge halkını demir yumruklarıyla yönetenler, yeni süreçte halkın meşru taleplerini karşılamak yerine baskıcı politikalarını sürdürmek ve halklarına karşı katliam yapmak yolunu seçmişlerdir. Bu durumda Türkiye, ya mevcut despot rejimleri ya da demokratik haklar talep eden halkları desteklemek ikilemi arasında kalmıştır. Türkiye, belki de tarihinin en doğru kararlarından birini alarak halktan yana tercihini yapmıştır.  

Kuşkusuz karar alınırken Suriye örneğinde olduğu gibi, Türkiye olası bir çatışma ortamının oluşmaması için tüm siyasi çözümleri kullanmıştır. Ancak halk hareketleri karşısında rejimlerin başvurduğu acımasız şiddet nedeniyle ilişkilerde yeni bir döneme girilmiştir. Bu durum sıfır sorun yaklaşımının başarısızlığı veya yanlışlığından ziyade, rejimlerin ilişkilerin gelişmesine imkân bırakmayan bir politika izlemesinden kaynaklandığı şeklinde okunmalıdır. Nitekim İlişkilerin geliştirilmesi için tek başına bir tarafın iyi niyetli çabaları yeterli olmamaktadır.

Arap Baharı süreciyle birlikte çeşitli yazarlar eleştiri oklarını dış politikaya çevirmiştir. İnternet hafifmeşrepliğinin ötesine geçmeyen, derin analizlerden yoksun sığ yorumlarla kaleme alınan bu yazılar Türk dış politikasını acımasızca eleştirmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz gibi dış politikanın konjonktüre göre değişkenlik gösteren özelliğini dikkate almadan yapılan bu eleştiriler yapıcı olmaktan ziyade Türkiye’nin başarısını istemeyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.

Gezi Parkı olaylarında daha da belirginleşen bir şekilde kimi çevreler vesayet dönemine olan özlemlerini yüksek bir sesle ifade etmiştir. Belli çevrelerin çıkarlarına hizmet anlamına gelen vesayet rejimine dönüş iradesinin, geçmişte olmadığı gibi bugün ve gelecekte de milli çıkarlarımıza hizmet etmeyeceği aşikârdır. Türkiye, başbakanın pijamayla karşılandığı sahneleri ve ABD Başkanının yanında el pençe divan duran başbakan görüntüsü dönemlerini geride bırakmıştır.  

Bugün akıl tutulmasıyla Türk dış politikasını eleştirenler, başbakan ve dışişleri bakanının baş döndürücü dış politika programlarını ne kadar takip ediyorlar?Yabancı bir ülkede dış yatırım yapması yasaklanan ülkelerden biri olan Japonya’nın Türkiye’ye yatırım yapmasını ne ile açıklıyorlar? Çin ile yapılan ve bütün dünyayı ayağa kaldıran stratejik anlaşmayı görmezlikten gelmek hangi akıl ve mantığa uygundur? 11 Ülkenin katıldığı,  Londra’da düzenlenen Suriye’nin Dostları Toplantısında Türkiye’nin sunduğu beş maddenin tamamının kabul edilmesi Türkiye’nin dış politikadaki etkinliğini ortaya koyan somut bir başarı değil de nedir?

Vesayete özlem

Sıfır sorun politikasının “sırf sorun” haline geldiği şeklinde acımasız propaganda yapan muhalefet ve bir takım kalemşorların yukarıdaki sorulara cevap vermesini elbette beklemiyorum. Aynı zamanda İran ve Irak dışişleri bakanlarının yakın zaman önce peşpeşe ülkemize yaptığı ziyaretleri, Kuzey Irak Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyaretini, Dışişleri bakanımızın Irak ziyaretini, Mesut Barzani’nin çözüm süreci çerçevesinde Diyarbakır’a yaptığı tarihi ziyareti, Nuri el-Maliki’nin yakın zamanda ülkemize yapacakları ziyaretlerin ne anlama geldiğini düşünmelerini de beklemiyorum. Dış politika gündemi iyice tahlil edildiğinde ve yukarıdaki sorular cevap bulduğunda Türk dış politikasının anahtarının Ankara’nın elinde olduğu görülecektir. Nitekim Ertan Aydın’ın “icazetsiz sivil siyaset” olarak ifade ettiği yeni Türk dış politikası içerden ve dışarıdan dayatılan tüm sorunlara rağmen başarıyla işlemektedir. 

AK Parti dönemi dış politika perspektifi tahlil edildiğinde Atatürk dönemiyle birbirini tamamlayan bir çizgide olduğu görülecektir. Esasen Ak Parti dönemi Türk dış politikası Atatürk dönemiyle iki bakımdan birebir örtüşmektedir. İlki, Atatürk’ün dönemin zor şartlarına rağmen kurulmasında başrol aldığı 1934 Balkan ve 1937 Sadabad Paktları. O günkü olumsuz şartlar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanan bu iki pakt Ak Parti’nin yakın bölgelerle kapsamlı işbirliği politikasıyla örtüşmektedir. Söz konusu paktlar Atatürk’ün dış politika vizyonunu göstermesi bakımından da manidardır. 

İkincisi, Türkiye’nin Komşularla sıfır sorun yaklaşımı, ülkemizin kuruluşundan bu yana ilke edindiği yurtta sulh cihanda sulh şiarının farklı bir anlatımıdır. İç ve dış barışı hedefleyen çözüm odaklı bu anlayışın temelinde cihan sulhu ancak civar sulhu ile mümkündür idraki yer almaktadır.

Bir lideri sevme ölçüsü söylemle değil, ancak onun gösterdiği hedef ve amaçlara ulaşma hususunda gösterilen çaba ve icraatlarla olur. Bu çerçevede AK Parti, başta dış politika olmak üzere hemen her alandaki uygulamalarıyla Atatürk’ün muasır medeniyete ulaşmak idealini gerçekleştirmektedir. Nitekim AK Parti’nin Türkiye partisi haline gelmesini sağlayan esas unsur, bu kapsamlı medeniyet ve ilerleme anlayışıdır. Bu açıdan bakıldığında Ak Parti Türkiye’nin en Atatürkçü partisidir.