Alevilerin CHP’yle imtihanı: Tarihsel hakikat ile aktüel gerçeklik arasındaki trajik mesafe

Ahmet Kızılkaya / Stratejik Düşünce Enstitüsü Uzmanı
29.11.2014

Türkiye gerçekliği açısından baktığımızda, Alevi kimliğinin tarihsel anlamda yeniden ele alınması ve hak-özgürlükler bağlamında taleplerinin karşılanması için sağlıklı diyalog kurulabilecek tek kesimin muhafazakârlar olduğu söylenebilir. Yeter ki, Aleviler ve Alevilik üzerindeki CHP perdesi bir kereye mahsus kalkabilsin...


Alevilerin CHP’yle imtihanı: Tarihsel hakikat ile aktüel  gerçeklik arasındaki trajik mesafe

Geride bıraktığımız hafta içerisinde yaşanan Dersim tartışması, bazı tarihsel olayların ne denli süreğen ve zaman ötesi bir etki yarattığını bize bir kez daha göstermiş oldu. Söz konusu olaylar kapsamında vuku bulmuş trajik hadiselerin yıldönümüne denk düşen gün ve haftalarda kendisini sürekli olarak hatırlatan/tekrarlatan bu tartışma, yalnızca resmi ideolojiyle ya da tarih anlatısıyla yüzleşmeye değil, aynı zamanda Türkiye siyasasının temel karakteristiğine ve aktüalitesine dair sağlıklı bir içerik analizinin yapılmasına da imkân sağlamaktadır. Üzerinden onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, halen güncel siyasetin en temel belirleyicilerinden veya en önemli gündem maddelerinden biriolabilen bu tartışma, kimlerin neyi ya da neleri hangi gerekçelerle savunduğunu ve kimlerin neye ya da nelere hangi gerekçelerle karşı çıktığını göstermesi bakımından anlamlı olduğu kadar, bahse konu tartışmanın ana muhatapları olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Alevilik kimliği arasındaki sıradışı ilişkinin analiz edilmesi bakımından da değerlidir.

Derin siyasal tarih

Ancak bu değerli uğraş, bizim aşina olduğumuz düşünce kalıplarından/kabullerinden sıyrılmamızı ve tarihsel olay ve/veya olguların neden-sonuç ilişkilerine dayalı olarak yaptığımız ‘bilimsel ve rasyonel’ temelli analizlerimizin bir adım ötesine gitmemizi de zorunlu kılmaktadır. Zira 1937-1938 Dersim olaylarının bu düzeydeki bir analizinin bizi götüreceği mantıksal sonuç, CHP ile Alevilik arasında oluştuğunu varsayacağımız bir kopuş, mesafeli olma hali ve belki de bir sevgisizlik durumudur. Fakat tarihsel realitenin analizinden hareketle vardığımız/varacağımız bu mantıksal sonuç, aynı zamanda bizim gözlemlerimizle de teyit edebileceğimiz bir olgusallığa istinat etmelidir. Ne var ki, anlaşılması ve açıklanması zor olmakla birlikte,sonuç ziyadesiyle şaşırtıcıdır. Çünkü Dersim olayları vesilesiyle hedef alınan kimliğin taşıyıcılarıyla, yani Alevilerle, kendilerini adeta ontolojik düzeyde hedef alan zihniyet, yani CHP arasında aşk temelinde biçimlenmiş patolojik bir ilişki bulunmaktadır.

Şüphesiz ki, bu yaklaşım tarzına muhtelif gerekçelerle itiraz edenler olacaktır. Örneğin Türkiye siyasal tarihinin yakın dönemlerine dair derinlikli bir araştırma-okuma yapma imkânından mahrum olan kişiler, dünya tarihindeki benzer örneklerden hareketle, dönemin muktedirleriyle mağdurları arasında tarihsel bir hesaplaşmanın/yüzleşmenin yaşandığını ve bu hesaplaşma/yüzleşmenin gerektirdiği her türlü siyasal ve ahlaki sorumluluğun yerine getirildiğini, dolayısıyla ilişkilerin süreç içerisinde düzeldiğini düşünebilir.Ancak yaşanmış olması halinde, ülkemizin kronik sorun alanlarının büyük bir kısmının ortadan kaldırılmasını sağlayabilecek böylehayırhah bir gelişme, CHP tarihinin hiçbir döneminde vaki olmadığı gibi, bu türden taleplerle arz-ı endam eden parti içi ya da parti dışı kişi ve söylemlere ilişkin de sert bir muhalefet sergilenmiştir. 

CHP ile Aleviler arasındaki ilişkinin bu şekildeki analizine yönelik akla gelebilecek ikinci itiraz konusu ise,  Aleviler ya da Alevilik adı altında genelleştirdiğimiz toplumsal/mezhepsel kimliğin taşıyıcıları arasında farklı düşünen kesimlerin de bulunduğu gerçeğidir. Haklı temellere dayanan bu itirazın da ortaya koyduğu üzere, Alevilik homojen veya yeknesak bir toplum§sal/mezhepsel kimlik değildir. Tam aksine, Alevilik, bünyesinde muhtelif eğilimleri barındıran geniş bir sosyolojik içeriğe tekabül etmektedir. Ancak Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği yıllardan itibaren yapılan seçim sonuçlarının da açık bir şekilde gösterdiği üzere,kendisini Alevilik kimliği üzerinden tanımlayan kişi, yapı ya da gruplar genellikle CHP merkezli bir siyasal tercihte bulunmaktadırlar. Kaldı ki, siyasal tercihlerle etnik/toplumsal ve kültürel kimlikler arasındaki ilişkiselliğin anlaşılmasına dönük olarak yapılan bilimsel araştırmalar da bu durumu teyit etmektedir. Dolayısıyla, ihmal edilebilecek denli küçük grupları temsil eden ve çoğunlukla da marjinal yönelimlere sahip olan az sayıdaki kesimleri hariç, Alevilerin büyük bir kısmı CHP ile ya da onun dolayımıyla kendisini ifade etmektedir.

İşte sorun tam da bu noktada başlamakta ve yine bu noktada düğümlenmektedir. Zira başta 1937-1938 Dersim olayları olmak üzere, geride bıraktığımız yüzyıl içinde gerçekleşen ve Alevileri/Alevi kimliğini hedef alangayri insani faaliyetlerin neredeyse tamamı, ya CHP’nin tek parti iktidarında ya da onun veya onun uzantısı durumundaki siyasal partilerin koalisyon ortağı olduğu dönemlerde gerçekleşmiştir. Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Dersim olayları, Maraş ve Madımak hadiselerine referansla ve bu tartışmalar bağlamında dile getirdiği “bütün bu yaşananlardan sonra Alevilerin nasıl CHP’li olabildiklerine hep şaşmışımdır” sözünü de aynı minvalde değerlendirmek gerekmektedir.

Buradaki şaşkınlık ifadesi, şüphesiz ki, bir siyasinin belirli bir toplumsal kesimin demokratik iradesine yönelik ‘aşağılayıcı ya da küçük düşürücü” tepkisini değil, bir bilim adamının ‘tarihsel hakikat ile aktüel gerçeklik arasındaki trajik mesafeye ya da yaman çelişkiye’ yönelik acısını vurgulamak üzere kullanılmaktadır. Bu durumu, Alevilik kimliği bağlamında yaşanan her türlü mağduriyetin baş müsebbibi durumundaki CHP ile Aleviler arasındaki açıklanması ve anlaşılması güç gönül ilişkisinin yarattığı’derin ıstırap’ olarak danitelendirmekmümkündür.

İdeolojik bariyerler

Kaldı ki, Alevi kanaat önderleri ve entelektüellerinin yanı sıra, CHP içindeki Alevi kökenli milletvekillerinin de büyük bir kısmı, Sayın Davutoğlu’nun şaşkınlığına neden olan bu trajik hadiselerden ötürü CHP’yi sorumlu tutmaktadır. Hatta CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, 3 yıl önce verdiği bir mülakatta, gayet cesur bir şekilde ve net ifadelerle, 1937-1938 Dersim olaylarından ötürü dönemin CHP’sini suçlamakta ve Atatürk’ün de yaşanan tüm olaylardan haberdar olduğunu belirtmektedir. Esasında Aygün’ün, Alevi kimlikli bir CHP milletvekili olarak dile getirdiği bu ifadeler, tam da izahında güçlük çektiğimiz patolojik ilişkinin neye ya da nasıl bir içeriğe tekabül ettiğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Alevi kimliğiyle temayüz etmiş olan bu milletvekilimiz, bir taraftan sol-seküler kaygıları dolayısıyla ‘ulusalcı yönelimlere sahip olan CHP’ ile ideolojik temelli bir aidiyet ilişkisi kurmakta, diğer taraftan da ana kimliği bağlamında maruz kaldığı mağduriyetlerin temel kaynağı olarak gördüğüpartisini ağır bir şekilde suçlamaktadır.

Burada tarihsel hafızanın inkârı mümkün olmayan realitesi ile siyasal perspektifin inşası muhal olan idealitesi arasında gidip gelen yaralı bir bilinç durumundan bahsetmek mümkündür. Aslında bu durum, milletvekili Aygün’ün de, mensubu olduğu siyasal partinin Dersim’i ağzına almaktan çekinen Dersimli genel başkanının da çok iyi bildiği ve Aygün örneğinde yaşandığı üzere, bedelini ağır şekilde ödedikleri bir ideolojik adanmışlık hali olarak da değerlendirilebilir.

Cemil Meriç’in artık bir aforizma haline gelmiş olan “ideolojiler, zihinlerimize giydirilmiş deli gömlekleridir” sözünün anlamını bulduğu bir ilişki alanıdır bu. Kuşku yok ki, delilik vurgusu, zihinsel bir atalete ya da entelektüel bir yetersizliğe atıfta bulunmak amacıyla değil, kendisiyle kayıtlı olduğumuz tarihsel ve toplumsal gerçekliğe ilişkin aşılması imkânsız gibi görünen önyargılara işaret etmek için kullanılmaktadır.

Gerçekten de, Alevilerle CHP arasındaki ilişkileri önyargı kavramına başvurmadan analiz etmek son derece güçtür. ÇünküAlevilik bağlamında yaşanan kimlik ve özgürlük sorunsalının temel kaynağınınbizatihi CHP’nin kendisi olduğu yönündeki tarihsel hakikatlere ve Alevi entelektüellerinin de bu doğrultudaki kabullerine rağmen, CHP’nin oy tabanının hatırı sayılır bir kısmının Alevilerden oluşması sadece basit bir çelişkiye değil, aynı zamanda güçlü bir önyargıya da işaret etmektedir. Ki bu durumu, yalnızca CHP’ye yönelen siyasal bir destekle sınırlı kalmış olsa, belirli ölçüde izah etmek mümkün olabilir. Ancak durum hiç de böyle değildir. Zira Alevi kimliğini-kültürünü-toplumunu imha etmeye dönük tarihsel eylemlerin aktörü durumundaki CHP, hem Alevileri/Aleviliği iktidar oyununun salt oya tahvil edilen bir aracı olarak görmekte hem de uğrunda katliama tabi tuttukları ‘değerler/mefkûreler’ adına politize/polarize etmeye çalışmaktadır.

Bugün, yaşam tarzı ekseninde cereyan eden ve zaman zaman toplumun farklı kesimlerinin karşı karşıya gelmesine yol açabilecek denli tehlikeli boyutlara varan siyasal çekişme/çatışma alanlarının CHP’nin yegâne muhalefet zemini olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. CHP, bu zemini diri tutmak ve kendi varlığını sürdürebilmek için Alevileri/Aleviliği araçsallaştırmakta, dahası kendilerinden kaynaklanan sorunlu bir geçmişin yol açtığı Alevi öfkesinin, Sünni temelli olduğu iddia edilen siyasal partilere ya da muhafazakâr olarak nitelendirilen toplumsal kesimlere yönlendirilmesine çalışmaktadır. CHP, böylece bir taraftan kendi geçmişinin yol açtığı ‘Alevi utancını’ hiçbir siyasal ve ahlaki hesaplaşma ya da günah çıkarma kaygısı taşımadan unutturmanın gayretkeşliği içerisindeyken, diğer taraftan da Aleviliği, siyasal varoluşunu devam ettirebilmenin pragmatist bir aracı ve yaşam tarzı eksenli olarak sürdürülen yapay ama tehlikeli bir ayrışmanın ideolojik tarafı olarak konumlandırmanın çabası içindedir.

CHP perdesi kalkabilse

Oysa CHP’nin Alevileri karşısında konumlandırmak istediği Sünni-muhafazakâr kesimler de, tıpkı Aleviler gibi, CHP-kaynaklı zulümlerin mağduru olmuş, uzun yıllara dayalı bir hak ve özgürlük mücadelesi vermişlerdir. Dahası, bugün Alevilerin büyük bir kısmının destek verdiği Alevi sorunsalının yaratıcısı durumundaki CHP’nin aksine, Sünni-muhafazakâr olarak nitelendirilen kesimlerin Alevilere dönük tarihsel kıyımları kabul eden ve onların haklarını savunan bir tutumları bulunmaktadır. Kaldı ki, Alevilere yönelik kıyımlardan ötürü devlet adına özür dileyenler de muhafazakâr olarak nitelendirilen ve CHP’nin Sünnicilik yapmakla suçladığı AK Parti iktidarı olmuştur.

Esasında Türkiye’deki gerçek sol çevrelerle muhafazakâr kesimlerin üzerinde rahatlıkla uzlaşabileceği konuların başında Alevilik gelmektedir. Hatta Türkiye gerçekliği açısından baktığımızda, Alevi kimliğinin tarihsel anlamda yeniden ele alınması ve hak-özgürlükler bağlamında taleplerinin karşılanması için sağlıklı diyalog kurulabilecek tek kesimin de muhafazakârlar olduğu söylenebilir. Yeter ki, Aleviler ve Alevilik üzerindeki CHP perdesi bir kereye mahsus kalkabilsin...

[email protected]