Başörtüsü ne zaman füruat oldu?

Ayşe Keşir/Yazar
19.04.2014


Başörtüsü ne zaman füruat oldu?

Cemaat veya kendi ifadeleriyle ‘hizmet’ en keskin, en belirgin siyasi duruşunu 28 Şubat’ta gösterdi. Gazete manşetlerine, rahmetli Erbakan için söylenenlere girmeyeceğim, onlar aşikar olan ve konunun hayli tartışılan kısmıydı. Aslında toplum, cemaatlerin seçim öncesi, el altından “ihsası reyine” pek de yabancı olmadığından, 28 Şubat’taki Erbakan karşıtı söylemler daha çok “siyasi tercih” olarak okundu. Bu konu, dindar algısı ve din ekseni üzerinden pek de tartışmaya açılmadı. Yakın zamanda “vali eşi” konusu ile tekrar gündeme gelen, cemaatin başörtüsü yaklaşımına, toplumun dindar algısı ve cemaatlerin kadın algısı üzerinden tartışma ihtiyacını görmezden gelemeyiz. “Başörtüsü yasakları” toplumun, dindarların, kadınların ve erkeklerin ve dahi cemaatlerin hem kadın hem de din algısını tartmakta en önemli terazisi olmuştur. Çağdaşım her başörtülü kadın gibi benim de kişisel, yasakla mücadele hikâyem ve tanıklıklarım var. Hala burnumun direğini sızlatan... Çocuklarını “inandığı gibi yaşatmak ve yetiştirmek” isteyen bir babanın kızı olarak, kedimi bildim bileli başörtüsü ile hem hal oldum. İstanbul’un orta yerinde Cağaloğlu’nda ilkokula giderken okul kapısında başını açmayı tecrübe ettim. Gençliğimde ise yasak ile resmi olarak ilk kez, 1982 de İmam Hatip Lisesi’nde tanıştım. “Bonenin” adını ilk kez o zaman duydum ve ilk kez o zaman tecrübe ettim. Sonra biraz nefes aldık derken, 1987’de bu kez üniversiteli olarak, omuzumuzdan tutulup, kapı dışarı edildik. Çağdaşlarım bilir, İstanbul Üniversitesi’nin önündeki kaldırım taşları şahitlik eder.

28 Şubat’a kadar, genel olarak, “başörtüsü yasağı” sadece kadınların sorunuydu. Erkek destekçilerimiz kuşkusuz vardı. Eylemlere destek veren, yazan, çizen ve hatta demir parmaklıklarla tanışan... Sorunu çözmek adına, Özal, yasal düzenlemeye dahi gitmişti. Lakin 28 Şubat’a kadar olan dönemde, özelde ‘başörtüsü’, erkeklerin hayatına çok da dokunmadı. Onlar, kız kardeşlerine, eşlerine destek verme, davaya sahip çıkma gayretinde idiler. 

İyi hatırlarım... O zaman da bireysel kararları ile başını açmak ve/veya okulu bırakmak isteyen arkadaşlarımıza yine başta erkeklerden olmak üzere ciddi baskılar uygulandı. Kimi başını açtığı için çevresince yargılandı. Kimi de perukla sınava girdiği için horlandı.

Bazı arkadaşlarımız da okulu bırakmak istediklerinde, ailelerinden tepki aldı, başörtülerini çıkarmaya zorlandılar.

Çünkü; “o diploma alınacaktı.”

Evini terk etmek zorunda kalan arkadaşlarımız oldu.

Başını açan veya açmayan, her ikisi için de baskı ve zulüm yaşadı, hem rejimden hem de en yakınlarından.

Kadınların, içlerinde kopan fırtınalar, akan gözyaşları, uykusuz geceler, mahpushane yolları ise cabası...

O günlerde başörtüsü “füruattan” değildi.

28 Şubat’ta ne değişti?

28 Şubat, sadece başörtülü kadınların değil, topyekûn Müslümanların, toplumdan tedriç edilmeye çalışıldığı bir dönemdir ve ne yazık ki yine ‘görünür’ olduğu için ‘başörtüsü’ üzerinde sembolleşti. 1951’de İmam Hatip’lerin kız öğrenci almaya başlamasında, 1967’de Hatice Babacan’ın merkezinde olduğu tartışmada, 1987’de üniversitelerde disiplin suçu sayıldığında, ‘füruattan’ olmayan başörtüsü, neden 28 Şubat’a ‘füruattan’ sayıldı?

1951, 1972, 1967, 1987’de değil, 28 Şubat’ta erkeklerin de hayatına ilk kez ‘başörtüsünün’ gölgesi düştü.

28 Şubat’a kadar, yaklaşık 50 yıl, ‘başörtüsü’ yasakları, sadece kadınların konusuydu ve erkeklerin hayatını doğrudan etkilemiyordu. 28 Şubat’ta, kamuda görev alacak, kariyer yapacak olan, özel sektörde palazlanmak isteyen erkekler için ilk kez “eşleri üzerinden” bir imtihan başladı ve ilk kez erkekler, doğrudan taraf oldular. Ne yazık ki; başörtüsü üzerinden, ikbal kaygısına düşen bazı erkekler “eşlerinin üzerinden dahi olsa, başörtüsü sınavını” veremediler. Erkekler üzerinden ikbal kaygıları, başörtüsü emrini, o güne kadar olmayan bir tartışmanın içine çekti.  28 Şubat’a kadar örtmek isteyene, “başörtünü çıkart” diyen sadece rejim iken, 28 Şubat’ta Cemaat mensubiyetlerinin de kadınlara, açmaları yönünde baskı yaptığına şahit olduk. 28 Şubat’ta mesele sadece eğitim hakkı olmaktan çoktan çıkmıştı. Sadece okullarda değil, özel hastanelerde, işletmelerde çalışan kadınlar, vali, kaymakam, hakim eşlerinin başları neden ve nasıl açtırıldı? Başını açmayanlar ise nasıl ve neden dışlandı? 

Söz konusu sadece kadınlar olduğunda, gündeme gelmeyen “füruat tartışması”, başörtüsü, erkeklerin ve dahi (bunu şimdi daha rahat söyleyebiliyoruz) bir grubun “yüksek menfaatine” dokunduğunda gündeme geldi. 

Deniz Işıker’in yazısında bahsettiği “cemaat okulunda, başını açmamanın, kâfirlerle işbirliği içinde olma” ilişkisi kurulması ise sözün bittiği yerdir.

Bu nedenle; 28 Şubat, toplumun, cemaat, dindar ve din algısında, önemli bir kırılma noktasıdır. Ve bir anlamda da bugünlerin habercisidir. Artık o günden bu yana yetişen, yeni nesil için başörtüsü ‘füruattan’. 

Aksini, yıllarca verdiğimiz mücadeleyi, yeni nesle nasıl anlatacağımız ise bir başka sorun?

Tekrarda fayda var; kadınlar, her ne sebepten olursa olsun, kendi iradeleri, istekleri, tercihleri ve/veya hevesleri... İle giyimleri hakkında aldıkları her karar, bence tartışmaya kapalıdır ve hesap sadece kendilerine aittir. 

‘Füruat’ yaklaşımı, kişinin, kendi kararını ve yaşamını bağladığında da benim açımdan tartışmaya kapalıdır... İsteyen istediğine inanır ve yaşar...

Ve fakat ... Ne zaman ki, ‘füruat’, yeni bir baskı unsuru olarak (üstelik din adına) ortaya çıkar, hele ki ‘kafir’ kelimesi ile yan yana anılır, işte o zaman söyleyecek sözümüz olur. Ve kadınların döktüğü onca gözyaşı Gayretullah’a dokunur...

[email protected]