Der Spiegel, The Economist ve insaf ölçüsü

Fatmanur Altun - Yazar
9.08.2014

Türkiye’de seçmenin Erdoğan’a gösterdiği teveccühten dolayı hoşnutsuz olan bir kesim var ve bu kesim ‘senin oyunla benim oyum bir mi?’ algısı ile sürekli olarak halkı aşağılama eğilimi içinde.


Der Spiegel, The Economist ve insaf ölçüsü

Geçtiğimiz hafta Alman Der Spiegel dergisi kapağında Tayyip Erdoğan’ın portresi ve “Erdoğan Devleti” başlığı ile çıktı.’Yeni Sultan’ başlığını taşıyan kapak yazısı, geçtiğimiz yıl yayınlanan The Economist dergisini hatırlatıyordu. Haziran 2013’de yayınlanan The Economist’in kapağında, Erdoğan bir Osmanlı Sultanı kılığında resmedilmişti. Fotoshop marifetiyle, bir elinde tespih bulunan sultanın diğer eline gaz maskesi yerleştirilmiş ve bu karikatürize görüntü kapağa taşınmıştı. The Economist’in seçtiği başlık da Der Spiegel’in seçtiği başlık ile büyük benzerlik gösteriyordu: ‘Demokrat mı Sultan mı?’

The Economist bu kapağı Gezi olayları sırasında yaptı. Der Spiegel’in kapağı ise 10 Ağustos’ta gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesine denk geliyor. Her iki dönemin de Türkiye için birer eşik olduğu göz önünde bulundurulduğunda söz konusu yayınların, üstelik tekrarlanan temalar etrafında yapılması tesadüf gibi görünmüyor.

İster oryantalist bir dışlayıcılığın yansıması, ister Türk siyasi yaşamına bir müdahale arayışı isterse kötü habercilik olarak ele alınsın, bu yayınların ardında yatan motivasyonun tartışmaya açılması gerekiyor. Bu meyanda belli sonuçlara ulaşabilmek için her iki derginin de ortak olarak kullandıkları sultan/padişah imgesi ve tekrarlanan temaları gözden geçirmek faydalı olacaktır.

Türkçe Erdoğan yergisi

Der Spiegel’in, 10 Ağustos’ta Türkiye’de gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde 16 sayfalık Türkçe bir ek ile okurlarının karşısına çıkması epey tartışma yarattı. Bu uygulama, Almanya’da yaşayan ve Almanca bilmediği için entegrasyon yasalarının gadrine uğrayan Türk vatandaşlarını Alman hükümetine karşı savunan örnek bir uygulama mıydı? Yoksa Der Spiegel bundan sonra her sayısında değişik bir dilde ek yaparak dünya vatandaşlarına selam mı gönderecekti? Yahut dergi, oy kullanacakları önemli bir seçimde Almanya’da yaşayan fakat çoğunluğu Almanca bilmeyen Türklere yol mu göstermek istiyordu? Eğer öyleyse Almanya’daki seçimlerden önce de Türkçe ekler çıkarılmış olması gerekmez miydi? Tüm bu önemli soruları bir kenara bırakarak devam edelim.

“Başbakan Erdoğan demokratik reformlarla çıktı yola, ancak eski dönemin seçkinleriyle ve Gezi Parkı direnişçileriyle mücadelesinde hükümdara dönüştü. Şimdi kendisini cumhurbaşkanı seçtirmek niyetinde. Despot mu olacak bu sefer de?” cümleleri ile başlayan ‘Yeni Padişah’ başlıklı kapak yazısı, ilerleyen satırlarda Erdoğan’ın mitinglerinden bir sahneyi betimliyor. Erdoğan’ı adeta kitlelerin gözünü boyayan tutkulu bir vaiz ve potansiyel bir despot gibi aktaran satırlarda okuyucuya şöyle bir sahne aktarılıyor: “Başörtülü kadınlar ağlamaya başlıyor, sakallı erkekler dizlerinin üzerine çöküyor. Erdoğan kollarını kaldırıp haykırıyor: “Hepimiz kardeş miyiz? Hepimiz birlikte Türkiye miyiz?” Kitle cevap veriyor: “Tayyip senin için ölmeye hazırız!” Erdoğan’ın verdiği mücadeleye ‘istiklal savaşı’ adını verdiği hatırlatılarak, “ordularsa onu cumhurbaşkanı yapacak seçmenleri” şeklinde bir benzetme yapılıyor.

Geçtiğimiz yıl yayınlanan The Economist dergisinin kapak yazısı da Der Spiegel’in kapak yazısındakine benzer şekilde ‘Demokrat mı, Sultan mı?’ başlığını taşıyor. The Economist de Erdoğan’ın despotluğuna delil getirmek için okuyucularına şöyle bir sahne aktarıyor: “Kırılmış kafalar, göz yaşartıcı gaz, tazyikli su: burası herhalde Kahire, Trablus yahut acımasız diktatörlüklerden bir başkasının başkenti olmalı. Oysa burası Tahrir değil, Avrupa’nın en büyük şehri ve demokratik Türkiye’nin ekonomik başkenti İstanbul’da yer alan Taksim Meydanı. Protestolar, Türkiye’nin Atatürk’ten beri en önemli lideri olan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik yükselen bir hoşnutsuzluğun işareti. Ayaklanmalar ülke çapında hızla yayılıyor. 4000’in üzerinde insan yaralandı, 900’den fazla kişi tutuklandı ve üç kişi öldü.”

Adeta bir savaş ortamını andıran bu sahnelerin ardından bu görüntülerin İslam ile demokrasinin bir arada varolamayacağının bir delili olarak yorumlandığı, satır arasında incelikli biçimde zikrediliyor. Wall Street’i İşgal Et eylemleri sırasında benzer manzaralar yaşanmasına yahut pek çok Batılı başkentte zaman zaman benzer görüntüler ortaya çıkıyor olmasına rağmen, bu sofistike çıkarım ancak Türkiye söz konusu olduğunda ortaya sürülebiliyor. “Olaylardan (Gezi Protestoları) çıkan ders otoriterlikle ilgili. İnsanlar Osmanlı sultanı gibi davranan orta-sınıf bir demokrata daha fazla katlanamıyorlar(...) Pek çok Türk zamanla samimi, çoğulcu bir demokrasiyi besleyecek olan bir birlik duygusunu deneyimliyor, tabi Sultan dinlerse...” şeklindeki satırlar, Erdoğan’a yönelik despotluk imasının altlığını oluşturacak yargılar olarak ardı ardına zikrediliyor.

Bunların derdi ne?

Bu satırları birlikte okuyan ve çarpıcı benzerlikleri gören pek az kişi, bu yayınların samimiyetine güvenmek noktasında rahat davranabilir. Zira her iki yayında da müdahaleci bir tavır kendisini ele vermektedir.

Bunun dışında her iki yayının da ortaklaştığı noktalar şöyledir: Her şeyden önce Erdoğan’ın meşruiyetini tartışmaya açmak isteyen bir ton dikkat çekmektedir. Seçmenlerin bir kısmı beyni yıkanmış cahil kalabalıklar olarak resmedilirken, diğer bir kısmı da zalim bir yönetim altında türlü baskılar ve şiddete maruz kalan bir kesim olarak resmedilmektedir. Despot yahut padişah olma hevesinde bir aktörün cahil kitleleri arkasına alarak, aydınlanmış kitlelere savaş açtığı bu tabloda, demokrasi adeta diktatör olma yolunda bir araç olarak kullanılmaktadır. Hal böyle olunca ne kadar yüksek oy alırsa alsın aslında meşru olmayan bir yönetim söz konusudur.

Bu gayrı meşruluk algısının pekiştirilmesi için padişah yahut sultan imgelerinin kullanılması ise çift yönlü bir amaca matuftur. Bir taraftan Türk kamuoyu, tek adamlık anlamında sultan yahut padişah kelimeleri ile özgürlükler noktasında tedirgin edilmeye çalışılırken, dış kamuoyu da Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü dönemlerine bilinçaltı bir gönderme ile uyarılmak istenmektedir.

Tüm bunlar aslında her kritik seçim öncesinde Türkiye’de karşılaştığımız medya manzaralarından pek farklı değil. Türkiye’de seçmenin Erdoğan’a gösterdiği teveccühten dolayı hoşnutsuz olan hatırı sayılır bir kesim var ve bu kesim ‘senin oyunla benim oyum bir mi?’ algısı ile sürekli olarak halkı aşağılama eğilimi içinde. Ne var ki dışarıda da içeride de bu anlayışta olanların anlaması gereken bir nokta var. Uzun yıllar boyunca yeterince demokrat olmamakla suçladığınız siyasal aktörler, toplumun nabzını yakaladıklarında ve onlardan teveccüh görmeye başladıklarında demokrasiden şikayet etmek en hafif tabirle mızıkçılık olacaktır. Erdoğan’ı çeşitli düzeylerde eleştirmek ve demokrasinin yalnızca çoğunluğun idaresi olmadığı itirazını yapmak meşru bir taleptir. Ancak sırf sizin istediğiniz sonuçlar çıkmıyor diye seçimleri kötü bir şey gibi göstermek, seçilenlerin de hakları olmayan bir şeyi gaspettiğini ima yahut ifade etmek insaf ölçüleri dışındadır. Hangi siyasi düşünceden olunursa olunsun herhalde en değerli pozisyon tutarlılık en büyük erdem de samimiyet ve vicdandır.

[email protected]