Dershane bağımlılığı

Dr. Sedat Gümüş - Mustafa Kemal Ünv.
23.11.2013

Dershanelerin eğitim sisteminin vazgeçilmez bir parçası olduğu iddiası sadece Türkiye’de değil dünyanın hiçbir ülkesinde kabul edilebilir değildir. Ayrıca, dershaneler veya benzer paralel eğitim kurumlarının Türkiye’de olduğu kadar yaygın bir hale gelmesi dershaneye gitmenin zorunluluk olduğu algısına yol açmaktadır.


Dershane bağımlılığı

Son günlerde kamuoyunu en çok meşgul eden tartışmaların başında dershanelerin kapatılması konusu geliyor. Öncelikle tartışmaların şekli ve içeriği oldukça sorunlu görünüyor. Türkiye’de eğitimle ilgili bir çok tartışmada olduğu gibi konu yine siyasi bir malzeme haline getirilmiş ve pedagojik argümanlardan çok politik argümanlar ön plana çıkmış durumda. Bu tartışmalara bir eğitim bilimci gözüyle baktığımda hem dershanelerin kapatılması (veya zamanla kapanmaları) gerektiğini düşünen kesimlerin hem de dershanelerin belli bir ihtiyacı karşıladıkları savı ile buna karşı çıkanların haklı eğitimsel gerekçeleri olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle dershane konusunun eğitim alanına girmeyen bazı politik meseleler düzleminde değil de farklı argümanları destekleyen eğitimsel gerekçeler çerçevesinde tartışılması alınacak nihai kararların çok daha doğru ve uygulanabilir olmasını sağlayacaktır. Bu yazıda ben kamuoyundaki politik tartışmaları bir tarafa bırakarak dershane sektörünün eğitim sistemindeki yerini olumlu ve olumsuz yönleri ile ortaya koymaya çalışacağım. 

Dershanenin nesi savunulabilir?

Öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor, dershanelerin eğitim sisteminin vazgeçilmez bir parçası olduğu şeklindeki iddialar sadece Türkiye’de değil dünyanın hiçbir ülkesinde kabul edilebilir değildir. Ayrıca, dershaneler veya benzer paralel eğitim kurumlarının Türkiye’de olduğu kadar yaygın bir hale gelmesi ve özellikle ilköğretimin ve lisenin son sınıflarındaki öğrencilerin dershaneye gitmesinin neredeyse bir zorunluluk olduğu şeklinde toplumsal algının oluşması gerçekten sorunlu bir durumdur. Olması gereken ise öğrencilerin büyük bir kısmının öğrenme ihtiyaçlarının devam ettikleri devlet veya özel eğitim kurumlarında karşılanması ve öğrencilerin bir sonraki eğitim kademesine bu kurumlarda hazırlanmasıdır. Az sayıda öğrencinin ya diğer öğrencilerden geri kaldıkları için ya da çok az sayıdaki elit eğitim kurumuna devam edebilmek için dışarıdan alternatif desteğe ihtiyaç duyması anlaşılabilir. Ancak, eğitim sisteminin okul dışı alternatif kurumlara bu denli bağımlı olması kabul edilemez. Okullarında haftada 30 saatin üzerinde ders gören öğrencilerin kalan zamanlarının büyük bölümünü de dershanelere gidip dersler, etütler, takviye kurslar gibi uygulamalarla oralarda geçirmeleri adeta yarış atına dönen çocuklara çok büyük psikolojik yükler getirirken çocuklarının bu halini gören aileleri de üzmektedir. Dershaneleri mutlak bir yargı ile savunan kişilerin öncelikle kendilerine bu durumun normal olup olmadığını veya kendi çocuklarının bu durumda olmalarını isteyip istemeyeceklerini sormaları gerekiyor. 

Türkiye’de mevcut eğitim sisteminin normal olmayan bir şekilde dershanelere bağımlı hale geldiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu bağımlılığın ailelere getirdiği maddi yükler ve öğrencilere getirdiği psikolojik baskılar göz önüne alındığında mevcut durumun iktidarı rahatsız etmesi gayet normal bir durumdur. Bir çok ilimizde şehir merkezlerindeki çok katlı binaların her bir katında başka bir dershanenin olduğu ve marketten çok dershanenin açıldığı bir noktaya gelmiş durumdayız. Bu duruma paralel olarak kredi çekip çocuklarını dershaneye gönderen asgari ücretli çalışanlarla veya çocuğunun dershane parasını ödeyemediği için evine haciz gelen insanlarla sık sık karşılaşıyoruz. İktidar ise bu durumu ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atmak istiyor. Bir iktidarın önemli toplumsal sonuçları olan böyle bir konuda adım atmak istemesi gayet makul bir yaklaşımdır. Ancak, eğitim sektörünün diğer birçok alandan farklı olarak çok karmaşık bir alan olduğu ve bazı uygulamaların sağlıklı bir şekilde hayata geçirilebilmesi için bazen uzun yıllar gerekebileceği gerçeği unutulmamalıdır. Bu kapsamda Türkiye’de dershanecilik sektörünü ortaya çıkaran şartların ve ihtiyaçların tamamen ortadan kalkıp kalkmadığının sorgulanması gerekmektedir. Dershanelerin kapatılmasına karşı çıkan kesimlerin eğitimle direk ilişkili olmayan bir çok politik argüman yerine asıl gündeme getirmeleri gereken konu, dershanelerin eğitim sisteminde ne gibi bir boşluğu doldurdukları ve dershanelerin kapatılması durumunda bu boşluğun hangi araçlarla kapatılacağı sorusudur. 

Eğitim değil ticaret ön planda

Mevcut argümanlar arasında en güçlü olan dershanelerin eğitimde firsat eşitliğine katkı sunduğu iddiasıdır. Okul sisteminin dışında bulunan ve ancak belli ücretler karşılığında yararlanılabilinen bu kurumların fırsat eşitliğini iddia edilen düzeyde destekleyip desteklemedikleri oldukça tartışmalı olmakla birlikte fırsat eşitliği konusunda olumlu sayılabilecek bir rol oynadıkları gerçeğini kabul etmek gerekir. Ülkemizde halen özellikle az gelişmiş bölgelerimizde ve kırsal kesimlerde bulunan okullarımızın bazı önemli fiziksel ve insan kaynağı eksiklikleri mevcut. Dolayısıyla buradaki öğrencilerin ancak dershanelerden aldıkları desteklerle sınavlarda iyi performans göstermeleri söz konusu olabilir. Dershanelerin kapatılması veya kapanmaları durumunda maddi durumu iyi olan öğrencilerin özel okullara yönelecekleri veya ihtiyaç halinde yüksek ücretlerle özel dersler alacakları, alt gelir grubundan gelen öğrencilerin ise bu imkanlardan yararlanamayacağı endişesi haklı bir endişe olabilir. Ancak, dershanelerin kapanması ile oluşacak yeni ortamda dezavantajlı guruplardan gelen öğrencilerin ek öğrenme talep ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik daha eşitlikçi bazı tedbirler de alınabilir. Örneğin, tartışmalar sırasında gündeme gelen halk eğitim merkezlerinde özellikle dezavantajlı gruplardan gelen öğrencilere yönelik ücretsiz takviye kursları düzenlenmesi faydalı olabilir. Dershanecilik tecrübesi olan ve dershanelerin kapanması ile işsiz kalacak olan öğretmenlerin de halk eğitim merkezlerinde açılacak bu kurslarda görevlendirilmeleri sağlanabilir. Ancak, bu bağlamda halk eğitim merkezlerinin adeta yeni dershanelere dönüşmesinin önüne geçilmesi ve bu tür kursların bazı alanlardaki ders takviyeleri ile sınırlı kalması gerekecektir. 

Sonuç olarak, dershaneleri adeta mabedleştirmeye yönelik ifadeler ne kadar anlamsız olsa da dershanelere olan ihtiyacın halen ortadan kalkmadığı ve dershanelerin eğitim sistemi içerisindeki bazı boşlukları doldurduğu iddiaları ciddiye alınmaya değerdir. Yapılması gereken ise dershanelerin kapanması sonrasında hem dershanecilik sektöründe çalışan insanlar hem de bazı öğrenciler için oluşabilecek olumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlerin veya planların MEB tarafından kamuoyu ile paylaşılması ve bu tedbirlerle ilgili olarak kamuoyunun fikir ve önerilerinin alınmasıdır. Bu anlamda biraz daha uzun sürecek tartışmalara ve fikir alışverişlerine ihtiyaç duyulduğu kanaatindeyim. 

[email protected]