Eğitimi konuş(ama)mak

Dr. Zafer Çelik / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
20.12.2014

Yeni bir Türkiye tasarlamak için eğitim daha çok konuşulmalıdır. Yapılması gereken, yapısal güçlükleri ve sorunları aşmak ve çocuklarımıza daha iyi bir gelecek bırakmak için, toplumun tüm kesimlerinin asgari müştereklerde bir araya geldiği yeni bir eğitim sistemini düşünmektir.


Eğitimi konuş(ama)mak
2-6 Aralık tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen ve benim de katıldığım19. Milli Eğitim Şûrası’nda alınan tavsiye kararları yaklaşık iki haftadır kamuoyunun gündeminde. Eğitime dair alınan kararlar belki de son yıllarda hiç olmadığı kadar kamuoyunda tartışılmakta. Türkiye’nin birçok yapısal sorununun eğitimde yapılması gereken reformlar ile ilişkili olduğu düşünüldüğünde eğitimin konuşulması ve tartışılmasıelbette ki olumlu bir gelişme. 
 
Fakat tartışmaların da tartışmalı olması yeni soru(n)ları beraberinde getiriyor: Biz eğitime ilişkin tartışmalardagerçekten eğitim sistemimizin sorunlarını mı konuşuyoruz? Gündemimiz, eğitim sistemini daha nitelikli ve kaliteli hale gelmesi için yapılması gerekenler mi? Bunları biraz açalım. 
 
‘Dinselleştirilen eğitim!’
 
Şûra sonrasında dört temel husus kamuoyunu meşgul etti: Din öğretiminin okul öncesi dönemde verilmesi, zorunlu “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin birinci sınıftan itibaren sunulması, Osmanlıca dersinin zorunlu olması ve kız okullarının açılması. Kararlar tartışılabilir. Nitekim tartışıldı da. Fakat tartışma zeminine baktığımızda, kararların eğitimin kalitesini geliştirme, sistemi daha demokratikleştirme ve sivilleştirme açılarından ziyade yine ideolojikkarşıtlıklar ekseninde ele alındığını görüyoruz.
 
Konuyu Türkiye’nin kemikleşmiş ideolojik kamplarından arındırmak ve böylece ufkumuzu genişletmek için şunu soralım: Peki, bu dört temel talep bugün gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde dile getirilmiş olsaydı hangi eksende ele alınırdı? Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, Amerika Birleşik Devletlerinde ya da Avrupa’nın birçok ülkesinde, bir kişi çocuğunun Hristiyanlığın temel ilkeleri ekseninde yetişmesini istese bu imkânasahip olabilir miydi?Bu ülkelerdeki herhangi bir vatandaş, çocuğunun okul öncesi dönemde bazı dini değerleri öğrenmesini veya din ve ahlak dersini ilkokul birinci sınıftan itibaren almasını istese,  bu talepler eğitim sistemi ve toplumun farklı kesimleri tarafından nasıl karşılanırdı? Yine bu ülkelerdeki bir vatandaş, kızınıkız okuluna göndermek istesegerici olaraksuçlanıp aşağılanır mıydı? 
 
Aşağıda daha ayrıntılı ifade edeceğiz ancak basitçe söylemek gerekirse, bahsi geçen örnekler başka ülkelerde Türkiye’de kurulan dil ile tartışılmazdı. Zira bu taleplerin neredeyse tamamı zaten pratikte uygulanmaktadır! 
Günümüzde ABD’de ya da birçok Avrupa ülkesinde kiliseler okulöncesi eğitim sunmaktadır. Örneğin, İngiltere’de okul öncesi eğitim, birçok bölgede Catholic Education Service tarafından sunulmaktadır. Bu okullarda Katolik olmayan çocuklarda eğitim görebilmektedir. Aynı şekilde,  kız ve erkeklerin sadece kendi hemcinsleri ile eğitim görme taleplerihem kamu hem de özel okullarda erken yaşlardan itibaren sunulmaktadır. Örneğin, ABD’de sadece hemcinslerin devam ettiği okullar ya da sınıflar bulunabilmektedir. Hatta bu talepte bulunanlar tarafından bir birlik (Single Sex Schools) dahi kurulmuştur.
 
Avrupa ülkelerinin haftalık ders saatlerini gösteren Avrupa’da Zorunlu Eğitimde Önerilen Yıllık Öğretim Zamanı 2013/2014 başlıklı karşılaştırmalı çalışmada, Belçika, Danimarka, Almanya, İtalya gibi birçok ülkede din/etik/ahlak derslerinin ilkokul birinci sınıftan itibaren verildiği görülmektedir. Yine zorunlu olmasa da birçok ülkede Latince gibi dersler sunulmaktadır.
 
Bunlara ilaveten,  bu ülkelerde, belirli bir dini inanca sahip topluluklar, çocuklarına kendi inançları ekseninde eğitim vermek istedikleri takdirde kendi okullarını açabilmektedir. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri “gerici”, “yobaz”veya “şeriatçı” olmadığına göre, bu tür talepleri Türkiye’de dile getirmek de gericiliğin ve eğitimin dinselleştiğinin göstergesi değildir. Batı ülkelerinde bahsedilen talepler, demokratik bir talep olarak dile getirilmektedir. Bu talepler, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi birçok uluslararası sözleşmede garanti altına alınmıştır. 
 
Yama değil yapısal çözüm 
 
Görüldüğü üzere Batı’da dini eğitim bir hak olarak gündeme gelmekte ve bu hak talebi doğal karşılanmaktadır. Ancak Tükiye’de dini eğitim, talep edenler ve talebe karşı çıkanlar tarafından bir hak olarak tartışılmamakta, ideolojik tahakküme araç edilmektedir. Bununla birlikte, Şura ve sonrasında tartışılan hususlar ve dile getirilen talepler, Türkiye eğitim sisteminin yapısal sorunlarını çözmeye yönelikdeğildir.
 
Çünkübu talepler ilkesel olarak daha demokratik ve farklılıklara imkân tanıyan bir eğitim sistemi kurmaya yönelik olmaktan ziyade sistem içindeki kimi sorunlara yönelik “yama” çözümlerdir. Zira Türkiye’de eğitimin çerçevesini belirleyen kurucu belgeler (Anayasa ve eğitim kanunları)askeri müdahaleler döneminde hazırlanmıştır. Bu belgeler hâlâ, askeri müdahale dönemlerinin ruhunu taşıyan, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı eğitimin yapılamayacağını vurgulayan tek tipçi, anti demokratik, militarist ve kısıtlayıcı bir yapıya sahiptir. 
 
Şûra’da eğitim sistemini kısıtlayan bu yapı tartışılmamış ve çelişkili durumlara yol açılmıştır: Örneğin, bir yandan Osmanlıcanın zorunlu ders olması talep edilmiş, diğer yandan  Latin harflerinin kabulünü medenileşme için önemli bir adım olarak tanımlayan T. C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin mahiyetine ilişkin tartışma yapılmamıştır.
 
Sivil ve demokratik eğitim
 
Gerçek şu ki, 19. Millî Eğitim Şûrası eğitimin daha konuşulur, daha tartışılır hale gelmesine katkı sağladı. Ancak, bu konuşmalar, Türkiye eğitim sisteminin temel sorunlarını ve güçlüklerini analiz etmede ve çözüm önerileri geliştirmede yeterli olamadı. Çok daha önemlisi, bu konuşmalarda, Türkiye’nin önündeki en temel güçlükleri aşmak ve hedefleri gerçekleştirmek için -Alevi Açılımı, Çözüm Süreci, Yeni Türkiye ve 2023 Hedefleri- nelerin yapılması gerektiği ele alınmadı.
 
Yeni Türkiye’nin inşasında, güçlükler ve hedefler ile eğitim arasındagüçlü bir ilişkinin olduğugözden kaçırılmamalı. Bununla birlikte sistemi daha demokratikleştirme, çeşitlendirme ve sivilleştirmeye yönelik ilkesel düzenlemelerin hedeflenmemesi, taleplerin daha çok karşılıklı zıtlıklar üzerinden tartışılması Şûra’dan beklentilerin karşılanmasına engel oldu. Anayasa başta olmak üzere eğitim kanunlarını daha esnek ve sivil hale dönüştürmek bir talep olarak ortaya çıkmalıydı. Buna ilaveten, Şûra’da eğitim sistemimizin niteliğini arttırmak ve sorunları çözmeye ilişkin gerçekçi ve yapısal öneriler sunulmalıydı. Maalesef, Şûra ve sonrasındaki tartışmalar bu beklentileri karşılamakta oldukça yetersizdi.
 
Şüphesiz Şura kararları tavsiye niteliğindedir. Dolayısıyla her bir öneri Bakanlıkça uygulanmaya konulmayacaktır. Ama Şûra bize Türkiye’de eğitimin konuşulma ve ele alınma düzeyini gösterme bakımından önemlidir. Yeni bir Türkiye tasarlamak için eğitim daha çok konuşulmalıdır. Dolayısıyla, 19. Millî Eğitim Şûrası, bundan sonra yapılması gereken tartışmaları örtmemelidir. Aksine, yapısal güçlükleri ve sorunları aşmak ve çocuklarımıza daha iyi bir gelecek için, toplumun tüm kesimlerin asgari müştereklerde bir araya geldiği yeni bir eğitim sistemini düşünmek gerekir. Umarım farklı platformlarda eğitimi daha çok konuşarak, mevcuttan çok daha özgürlükçü, demokratik, sivil, çoğulcu, farklılıkları imkan tanıyan, nitelikli ve kaliteli bir eğitim sistemi kurabiliriz.