Gazze yanarken Firavunlara meydan okuyan Esma

Prof. Dr. Altan Çetin Yrd. Doç. Dr. Galip Çağ
16.08.2014

Mısır’da yaşanan darbenin artçı gelişmelerinden biri olarak Gazze’de yaşanan derin felaket karşısında kapanan sınır kapıları ve daha acısı vicdan kapılarının o can yakan sessizliği görülebilir.


Gazze yanarken Firavunlara meydan okuyan Esma
Geçen Ramazan Rabia Meydanı ile yarılan gönüller bu Ramazan’da Gazze’de parçalandı. Mısır’ın sandıktan(!) çıkma Sisi’si olup biteni anlatırcasına bu vesile ile kendisini ortaya koydu. Bir yıl evvel kendi insanını terör ile yaftalayan zihin bu seferde Gazze’de diğer bir terörist ilan ettiği ötekisine karşı sahnedeydi. Bu gürültü arasında bir sesi hatırlamak bunca sessizlik arasında zihinlere ışık olacaktır zannındayız. Evet Esma’nın sesi bu.  Ölüme gülümseyerek sonsuzluğu yürüyen bu gencecik kız hatırasıyla bugünlerde bir kere daha anılmayı hak ediyor:  14 Ağustos 2013... 
 
Amr b. Salim ne bilirdi Hz. Peygamber’den dilediği yardımın manzumesinin bir ölümün habercisi olacağını... Nasıl bilebilirdi mazlumların güçsüzlüğüne ve sayıca azlığına hayıflanırken 17 yaşında bir bedenin dev gibi imanının bir davaya sancak olacağını... Çağırırken Allah’ın kullarını yardıma bilebilir miydi bir babanın gözünün nurunun cansız bedeni karşısındaki acziyetinin kıvranışını... Bilemedi, bilemezdi...
 
Ölümü bile kıskandırdı zalimleri kahreden o tebessüm... Şehadet firavunun içine düşen korku gibi çöktü Mısır’ın zalimlerinin gönlüne... Esma El-Biltaci bir babanın kızına duyduğu hasret gibi kesti gönülleri binlerce kırık cam parçası ile... Yürek yandı, diller lal oldu...
 
Bir baba davasında evi ve çocuklarıyla yaşıyorsa o davada samimiyet vardır. Feda edilenler arasında bir evlat varsa hele o samimiyet sorgulanamaz hale gelir. Bir babayı yok etmek isterseniz Onu değil ailesini yok etmelisinizdir. Bir baba evladıyla yok edilir. Hele de davası ile evladı arasındaki çizgi ortadan kalkmışsa dava evlat, evlat dava olur.
Bir meydan... Kalabalık. Ölülerle, yaralılarla kalabalık... Bir genç kız. Bir davanın en masum neferi belki de.... On yedisinde... Beden genç, iman genç, tebessüm genç ama yürek öyle değil. Zindanlara mahkum bir babanın hasretiyle büyümüş bir yürek... karanlık bir silüet. Bir sarı poşet... Anlık yaşananlar... Burada diyen bir bakış... Ve kahreden bir yığılış... Esma vuruldu dediler... İhvan’ın lideri vuruldu ilk kez belki de... 
 
Esma el-Biltaci’nin şehadeti ve bir babanın kızına yazdığı mektup Mısır’da yaşananların insanî ve imanî boyutunu göstermesi bakımından yoruma yer bırakmayacak kadar açık. Şehadet gelinliği ile sonsuzluğu uğurlanan 17 yaşındaki gencecik bir beden Mısır’da yaşanan bir davanın hangi bedellerle sürdüğünün sembolü oldu şimdi. 
 
Babaları büyük dava müntesibi görünen çoklarının çocukları o davanın kenarından bile geçmez, yurt dışında başka hayatlar yaşarken Muhammed Biltaci kızının şehadetiyle Mısır tarihinin son yüzyılının özeti bir hikâyeyi de bize hatırlattı. Hakkı ak bir libas olan beden şimdi al bir şehadetin kisvesine bürünmüştü... Mısır, Nil’in Hz. Musa’yı Firavunların kucağına emanet ettiği, kuyudan çıkan Hz. Yusuf’un zindanlarla, iftiralarla sınandığı, rüyaların gerçeğe döndüğü kadim bir zaman şahidi. Aynı zamanda büyük hüzünlerin de beşiği... Tarihte; bazı zamanlar yaşamı anlatırken, bazıları var oluşa dair ışıklar getirirler. Bu manada Mısır, Memlûk ve Osmanlı Türk devirleri sonrası Batılı kasırganın vazgeçemediği temel istasyonlardan birisi de. Sömürgecilik ihtirasının durmak dinmek bilmeyen fırtınasının Osmanlı coğrafyasında estiği ve bir coğrafya ve medeniyeti tarihin dışına ittiği zamanlarda elbet. Şimdi artık Musa’nın yurdu iç dinamiklerin ve kendi üslubunun değil harici tesirlerin yabancılaştırıcı zorbalığına mahkumdur.
Bir medeniyetin üzerindeki Osmanlı-Türk zırhı yedi düvel eliyle zorla parçalandı. Mısır bu noktada ağır bir geçiş sonrasında inşa edilen kimlikler ve tarihin nesnesi bölgelerden birisi oldu. Bu süreçte tarihi ve medeni bağlarıyla bir takım muhalif sesler ortaya çıktı. Dünyanın annesi artık evlatlarının acısına yas tutmaktan başka onlara bir katkı sağlayamıyordu. Hasan el-Bennaişte tam bu noktada karanlık, sisli ve yaslı coğrafyanın aydınlık simalarından biri olarak ortaya çıktı.
 
Babasının öğretmeni
 
İhvan hareketi Hasan el-Benna’nınbaşlattığı bir silsilede 1928 ve sonrasında İslam dünyasında değişik renk ve tonlarda devam var olmaya devam etti. Peki, bu rüzgârı estiren Hasan el-Benna kimdi?
 
İhvan-ı Müslimini, 1928 yılı Mart ayında, Mısır’ın İsmailiye kentinde, Hasan el-Benna ve Süveyş Kanalı’nda çalışan Hafez Abdel-Hamid, Ahmad Al-Hossary, FuadIbrahim, Abder-Rahman Hasab-Allah, IsmaelEzz ve Zaki Al-Maghraby ile birlikte; bir sosyal toplum hareketi, siyasi ve dinsel birdüşünce hamlesi olarak kuruldu. Hasan el-Benna’ya göre, “İslam Dünyası batı etkisinden dolayı sosyal hükmünü kaybetmiştir. Şeriat kanunları, geçmişte olduğu gibi Kur’an ve Sünnet üzere olmalı ve toplumun her kesimini; devlet işlerinden günlük problemlere değin her şeyi kapsamalıdır.”
Hasan el-Benna’nın işçilerin haklarını, zalim sömürgeci yabancı şirketlere karşı savunması dolayısıyla tanınması uzun sürmedi. Birçok hastane, eczane okul gibi hizmet kurumunun kurulmasına da vesile oldu. Bunun yanında; Kadın hakları, kadın eşitliği gibi konularda kadına karşı adil olunması yönünde son derece muhafazakâr bir tutum takındı. Bir şeyleri değiştirmek ister gibiydi. Ama önce zihinleri...
 
Kasım 1948 yılında, birçok bombalama olaylarından ve suikast girişimden sonra, Mısır Hükumeti “Gerekçesi Gizli” adı altında Müslüman Kardeşlerin 32 yöneticisini göz altına aldı ve Müslüman Kardeşler yasaklandı. Şimdi artık çok gizli gerekçe ile yine bir şeyler yasak altına alınmaya çalışılıyordu. Zaten hep çok gizli değil midir yasakların gerekçesi...
 Sonraki aylarda Mısır’ın Başbakanı bir Müslüman Kardeşler üyesi tarafından suikasta uğradı bunun akabinde de Hasan El-Benna misilleme amaçlı suikasta uğradı.
 
Tıpkı Rabia El Adeviyye gibi Esma’yı Hasan El Benna’nın varisi yapan bir özelliği nedir biliyor musunuz? Hasan el Benna da Kahire’nin en büyük meydanın kurşunlandı. Götürüldüğü hastanede müdahale edilmesine izin verilmedi. Naaşı kabrine bir gözü yaşlı baba ile dört hatun kişi tarafından götürüldü. Buyrun ikinci ortak nokta gözü yaşlı bir baba...
 
2005 yılı parlamenter seçimlerinde, Müslüman Kardeşlerin yasaklı olması nedeniyle bağımsız aday olan Müslüman Kardeşler adayları mecliste 88 sandalye kazandı. Diğer muhalefet ise yalnızca 14 sandalye kazanabildi. Bu başarı Müslüman Kardeşlerin yüzlerce üyesinin tutuklanmasına rağmen gerçekleşti. Müslüman Kardeşler, “yürürlükte olan, İlk Modern Mısır muhalefeti” haline geldi. Hakla muhalefet bumuydu acaba?
 
2005 yılından itibaren Mısır’da, Müslüman Kardeşlere bazı siber aktivistlerin katılması ile önemli bir noktaya gelindi. 
Müslüman Kardeşler koşullu ya da koşulsuz olsun 32 yıllık Mısır-İsrail barış anlaşmasını sonlandırmak istiyordu. Zira Filistin’de yaşananların sorumlusu olarak gördükleri İsrail hükümeti ile işbirliği içerisinde olmaya katlanamıyorlardı.Bugünü mü gördüler diye düşünüyor insan şimdilerde... 
 
Müslüman Kardeşler; İslami reform, demokratik sistem ve hayır adına çalışan gurupları savunan Mısır’daki en güçlü muhalefet durumundaydı. Eski Knesset (İsrail yasama organı) üyesi Uri Avney, Müslüman Kardeşleri “Bir Arap ve Mısır partisi, Mısır tarihine kazınmış bir oluşum, Araplardan ve Mısırlılardan daha muhafazakar” olarak tanımlarken;”Onlar asla tutucu değillerdir, tarihleri boyunca din öğretilerine sıkı sıkıya bağlı ve bu anlamda çalışan en büyük oluşumdur. Liderler yaygın yolsuzluk olaylarında alınları ak ve sosyal çalışma alanında herkesi kendilerine hayran bırakmıştır” demiştir. 
 
İhvan’dan sonra Esma denince akla gelen ikinci şey parmakları ile dört işareti yapan Mısırlılar ve sonrasında tüm İslam alemi... Ne demekti dört, Esma neden dörttü? 
 
Esma Rabiatül Adeviyye Meydanı’nda düştü. Sonrada Rabia El Adeviyye düştü dillere... Esma Rabia (dört) oldu, Rabia Esma... Kimdi Rabia El Adeviyye?
İslam’ın ilk yüzyılı... 700’ler...
Esma gibi yokluğu iliklerinde hisseden bir ailenin dördüncü çocuğu olarak doğdu. Türlü çilelerden sonra kimilerine göre meczup oldu Basra sokaklarında... Birgün elinde bir meşale ve bir tas su ile gördü Basralı akîller... Sen meczupsun dediler. Ama merak da ettiler bu halin hikmetini. “Nedir” dediler bu hal?
Cennetin rüşvetine ateş, cehennemin korkusuna su dedi. İnsan rıza-i İlahi için çalışmalı, belki de ölmeli... Esma’ya mı seslendi acaba yüzyıllarca önceden, bir müjde mi?
 
Esma’nın düğünü...
 
Neler anlattık bir çırpıda... Tahliller, analizler... Ama hiçbiri Esmanın o meydan okuyan tebessümünü anlatmaya kafi değil elbet. Ta ki bir babanın en acı günün de naklettiği şu hatırasına dek... 
 
Muhammed El Biltaci kızını gördü şehadetinden iki gün önce. Sonrası ondan, kaleminden, mektubundan... “Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, ‘Bu gece senin düğün gecen mi’ diye sordum. Sen de ‘Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak’ demiştin. Çarşamba günü öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum”
 
Bir baba ne zaman öğretmenim der kızına? Hele Prof. Dr. Ünvanı almış bir akademisyen?  Ancak çok iyi bildiğini zannettiği bir gerçeğin aslında çok da bildiği gibi olmadığını öğrettiği zaman O’na... El Biltaci bilmiyordu Esmanın şehadetine dek belki de davasına daha neler feda edebileceğini...  Bir şehadet koca bir davanın başına hayatının dersini vermişti şimdi... Sonrasında Muhammed El Biltacide çok büyük bir ders verdi insana, insanlığa...
 
Son vedan da yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cemaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücrelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.
Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.
 
Ne demişti Esma şehadetinden birkaç gün önce... “Onlar bizi Vetir’de namaz kılarken buldular / Kimimizi rükuda, kimimizi secdede vurdular / Onlar hem güçsüzdü, hem de az sayıca / Allah’ın kullarını çağır da gelsinler yardıma / Köpüklü deniz dalgalarını andıran ordularla.”
 
Belki de bir müjde Esma’nın yitip gitmesi... Gelenlerin habercisi... Muhammed El Biltaci’nin de dediği gibi şimdi artık Mısır’ın tüm genç kızları Esma... Ve şimdi firavunların en büyük kabusu artık Esma’nın tebessümü... Ve bir başka mazlumun dilinden son şamar, her şeye özet... “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır” der Aliya İzet Begoviç...
 
Gazze’de de herkes sessiz...