Gazze’deki kanı durdurmak için bir tek Akdeniz çırpınıyor!

Vahdettin İnce/Yazar
19.07.2014

Ta başından beri ne yaptığını bilen İsrail, başarılı bir operasyonun adıdır. Önce koskoca bir İslam alemini, sonra anlı şanlı Arap alemini tere yağından kıl çeker gibi denklem dışına itmek ve bütün sosyoloji ve tarihsel teorileri alt üst edecek şekilde kendini kabul ettirmek kolay iş değildir. İslam alemi-İsrail, Arap alemi-İsrail, Filistin-İsrail, Hamas-İsrail ve sonunda yalnız İsrail. Sizce de müthiş bir başarı öyküsü değil mi?


Gazze’deki kanı durdurmak için bir tek Akdeniz çırpınıyor!


Haritada küçücük bir şeride kondurulmuş koyu bir renk gibi göründü bana Gazze. Taze bir kurşun yemiş de kana bürünmüş bir alın gibi. Akdeniz’i de, anlına sürülmüş lekeyi temizlemek için çırpınıp duruyor gibi düşündüm. Senelerdir abluka altındaki bu küçücük şeridi günlerdir vuruyor İsrail. İslam alemi, Arap alemi, hatta Filistin yönetimi seyrediyor. Gazze vicdan olmuş kanıyor.


O yüzden gelin, İsrail şarapneliyle kafasının bir yarısı parçalanmış altı yaşındaki ‘Hamas militanına’ ağlarken bir yandan da İsrail’in büyümesine paralel olarak nasıl küçüldüğümüzü düşünelim. Savaşta hedef küçültmek diye bir taktik vardır. Kendini hedef olarak küçülttüğün oranda düşmanın seni vurması zorlaşır.


Bir de bunun tersi var. Mesela tüfekle tek tek ateş ediyorsan, kalabalık düşman birliği içinde kendine küçük bir hedef belirlemelisin ve onu vurmaya odaklanmalısın. Bu şekilde sonuç alman birliğe rastgele ateş etmenden daha garantilidir. Aynı taktik siyasal mücadele açısından da geçerlidir. Usta siyasetçiler kendi hedefleri açısından tehlikeli buldukları rakip organizasyonu etkisiz kılmak istedikleri zaman onu doğrudan hedef almazlar, böyle bir durumda üyelerinin aidiyet duygusuyla topyekun bir savunmaya geçeceklerini bilirler. Ama organizasyonun içindeki bir grubu veya etkin bir kişiliği ötekileştirici nitelemelerle hedef haline getirirler ve o grubun veya o şahsın en önce taraftarları arasında kuşkulu bir figür haline gelmesini sağlarlar. Salvolar artık hedefini bulur ve organizasyonun tümü devre dışı kalır.


İsrail, hem askeri hem siyasal mücadelede “hedef küçültme” taktiğini kusursuz bir şekilde uygulayan bir organizasyonun adıdır. Müslümanlar mı, onlar açısından belki ta başından itibaren “hedef küçümseme” olgusundan söz edebiliriz. Bunu zaten İsrail’in kuvveden fiile geçiş ve sonrasında varlığını benimsetiş sürecini izlediğimiz zaman rahatlıkla görebiliriz.


Hedefi küçültme taktiği


İsrail kavramı ilk önce Yahudiler için Filistin toprakları üzerinde bir vatan oluşturma fikri olarak literatürümüze girdi. Bu fikir ilk ortaya atıldığı zaman devri Sultan Hamid’di. Hedef çok büyüktü. “Hasta adam” da olsa bu cesamette bir gücün küçük bir hareketi bile bütün umutları ebediyen toprağa gömebilirdi. Nitekim Sultan Hamid’e bu fikri açtıklarında duydukları sözün ağırlığı altında ezilerek ayrıldılar. Anladılar ki fiili bir çatışma başlatmaları durumunda süreç “İslam alemi-İsrail” kavramsallığına oturtulmuş olacak. Böyle bir kavramsallık İsrail fikrinin mutlak anlamda yenilmesi anlamına gelirdi. Nitekim Osmanlının şahsında “İslam Alemi” fiilen var olduğu sürece bu fikir, fikir olarak kaldı. Aceleye gerek yoktu. Osmanlının batılılar tarafından kendilerine özgü tarihsel gerekçelerle eninde sonunda parçalanacağını biliyorlardı. Gelişmeleri seyrettiler.


Acele etmediler ve Osmanlının yıkılışından sonra taşların yerine oturmasını beklediler. İkinci dünya savaşının sonunda İsrail açısından artık “İslam Alemi” gibi baş edilmesi imkansız olan hedef, yerini “Arap Alemi” gibi nispeten daha küçük ve elbette baş edilmesi maddi koşullar açısından daha mümkün bir hedefe bırakmıştı. İç çelişkiler ve siyasal sınırlar nedeniyle bölünmüşlük zaafını taşıyan bu hedefle fiili bir çatışmaya girmekten çekinmediler. 1948-67 ve 73 yıllarında bu hedefi hallaç pamuğu gibi savurdular ve “Arap Alemi” olgusunu eylemden söyleme indirgediler. Yenilgi ve toprak kaybetmek gibi onur kırıcı bir fatura ödeyen “Arap Alemi” de artık devre dışıydı. Ve artık FKÖ’nün şahsında Filistin direnişi devredeydi. Geçen yüz yılın yetmişli ve seksenli yıllarında bütün uluslararası organizasyonlarda FKÖ’nün Filistin’in tek ve meşru temsilcisi olarak kabul edilmesi için diplomasi mücadelesini veren Arap ülkeleri, aslında Filistin mücadelesine destek olmaktan ziyade bu ağır yükten kurtulmanın gerekçesini üretiyorlardı. Bu arada İsrail için de hedef iyice küçülmüş oluyordu. Filistin-İsrail... Bir daha Arap-İsrail ya da herhangi bir Arap ülkesi-İsrail savaşı diye bir kavramı duymaz olduk. Arap ülkelerinden birinin topraklarında yapılan savaşlar bile o ülkenin savaşı olarak kayıtlara geçmiyordu. İsrail, Tunus’u vuruyordu, Cezayir’i vuruyordu ama Filistin hedeflerini vurmak şeklinde kabul görüyordu. Lübnan’da, Suriye’de ve daha birçok ülkede İsrail-Filistin savaşı oluyordu. Savaşa sahne olan ülkeler bile sanki savaş uzayda meydana geliyormuş gibi tarafsız kalabiliyorlardı. Hedef küçültmenin mükemmel bir örneği.


Son aşamada İsrail için Filistin hedefinin de küçültülmesi anlamına gelebilecek bir süreç başladı. Barış görüşmeleri. Meşhur Oslo anlaşmasıyla devreye sokulan bu süreç, bir barışa evrilmekten ziyade İsrail açısından, başından beri hedef küçültme olarak değindiğimiz hususun, bizzat Filistinliler eliyle gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu. İsrail’in varlığını tanıma eksenine oturmuş bu anlaşmanın Filistin saflarında bir bölünmeyi gerçekleştirmesi muhakkaktı. Hamas hareketi bu süreçte güçlendi. İsrail açısından Hamas’ın ortaya çıkması Filistin olgusunun “Gazze” şeridiyle sınırlandırılması fırsatını doğurdu. Son yirmi yıldır, İsrail’in kendini kabul ettirme sürecinin “Gazze-İsrail” kavramsallığına oturtulduğuna tanık olduk. Birinci ve ikinci intifadalar Filistin olgusunun Gazze’ye indirgenmesiyle sonuçlandı yani.


İslam alemi nerede?


Bugün Gazze’de yürütülen savaş ise, artık Gazze-İsrail savaşı değildir. Hamas-İsrail savaşıdır. Medya’da İsrail’in Hamas hedeflerini vurmasından, Hamas direnişçilerinin evlerinin, otomobillerinin bombalanmasından söz ediliyor bu yüzden. Normalde savaşa gerekçe olarak gösterilen üç gencin kaçırılması olayı Batı Şeria’da gerçekleştirildiği halde İsrail, Hamas’ı sorumlu tuttu. Çünkü Batı Şeria artık hedef olmaktan çıkmıştır. Ve İsrail’in uygulamaları ve beyanatları Gazze’yi de hedef olarak görmediğini, savaşı Hamas-İsrail eksenine yıkmayı amaçladığını gösteriyor. O kadar ki en az Hamas kadar güçlü bir direniş sergileyen İslami Cihad hareketi bile telaffuz edilmiyor. Bunun bir sonraki aşaması küçültülen hedefin yok edilmesidir. Hedef küçüldükçe İsrail hep büyüdü. Hamas’ın yok edilmesi ise İsrail’in büyük zaferini ilan etmesi anlamına gelecek.


Bu bilinçle hareket eden İsrail, gerek İslam alemi gerekse Arap dünyası ölçeğinde kendisi açısından hedefin yeniden büyümesi anlamına gelecek her hareketi acımasızca hedef aldı. Uluslararası medyanın ve uluslararası kuruluşların desteğiyle etkisiz, itibarsız hale gelmelerini sağladı. “Her Müslüman bir kova su dökse İsrail’i sel alır” diyen İran, başını dertten kurtaramıyor bu yüzden. İsrail’i sel alsın diye ellerine kovayı geçirenler, o suyu evlerinde çıkan yangını söndürmek için kullanmak zorunda kalıyorlar bir şekilde. İsrail’e “Van Minut” çeken Erdoğan’ın, gezi olaylarından 17 Aralıklara kadar hangi badirelerden geçtiğini ise hepimiz biliyoruz.


İsrail’in nihai hedefi...


Ta başından beri ne yaptığını bilen İsrail, başarılı bir operasyonun adıdır. Önce koskoca bir İslam alemini, sonra anlı şanlı Arap alemini tere yağından kıl çeker gibi denklem dışına itmek ve bütün sosyoloji ve tarihsel teorileri alt üst edecek şekilde kendini kabul ettirmek kolay iş değildir. İslam alemi-İsrail, Arap alemi-İsrail, Filistin-İsrail, Hamas-İsrail ve sonunda yalnız İsrail. Sizce de müthiş bir başarı öyküsü değil mi?


Bu kadar değil tabi. Bu öykü burada bitmeyecek. Hamas’ın, yani en son hedefin yok edilmesiyle birlikte İsrail daha tehlikeli hale gelecektir. Çünkü İsrail varoluş sürecinde hedef küçültme taktiğine ihtiyaç duyuyordu ve bunu başardı. Ama varlığını sürdürme sürecinde kaçınılmaz olarak hedef büyütme taktiğini devreye sokacaktır. Tarihten biliyoruz. Varlığını pekiştiren güçler, bu varlığı kalıcı hale getirmek için kaçınılmaz olarak büyük hedeflere yönelirler. Bu yüzden bölünmüşlüğün kıskacındaki her birimiz artık hedefiz ve biz bunu kavramanın çok uzağındayız. Çünkü İsrail hedef küçültme sürecinde bize de kendisini küçümsememizi öğretti.


Ekranlarımızın başında oturmuş kafasının bir yarısı şarapnel parçasıyla dağılmış altı yaşındaki ‘Hamas militanını’ seyrediyoruz. Sadece alnına sürülmüş bu lekeyi temizlemek için Akdeniz çırpınıyor.


[email protected]