Gülen Cemaati ve Seçilmişlik Sanrısı

Ömer Aslan - Bilkent Üniversitesi
1.02.2014

Türkiye’de bu tür bir seçilmişlik sanrısının en fazla hakim olduğu cemaat Gülen Cemaatidir. Son birkaç aylık süreçte dahi Gülen Cemaati merkezli üretilen söylemlerde, bu algıya işaret eden birçok örnekle karşılaştık. Attığı tokatları ‘şefkat tokadı’ gibi gören, kendisinde hiçbir hata göremezken sürekli muarızını suçlayan, seçilmişlik sanrısına kapılmış bir Cemaat profiliyle karşı karşıyayız.


Gülen Cemaati ve Seçilmişlik Sanrısı

Gülen Cemaati gerek dinlerarası diyalog faaliyetleri, gerekse de benimsediği ‘tedbir’  metodu ve diğer cemaatler ve gruplardan kendini tamamen soyutlayarak onları dışlaması nedeniyle yıllardır eleştiriliyordu. Ancak 2002 yılındaki seçim zaferinden sonra Kemalist rejimin türlü baskılarının hedefi olan AK Parti, muhalif kesimlerin diğer cemaatler gibi Gülen Cemaatine de yönelik tüm eleştirilerini kendi üzerine çekti ve Cemaat için adeta bir paratoner işlevi gördü. AK Parti sayesinde Gülen Cemaati unutuldu, ‘Hizmet olarak en rahat dönemini’ yaşadı. Bu nedenle, Cemaatin gerçek anlamda yerel bir kritiği, en azından dindar-muhafazakar camianın tümü nezdinde açıktan yapılmadı. Cemaat ve AK Parti Hükümeti arasında açıktan sürdürülen kavga ile geldiğimiz noktada ise, Cemaat bu dokunulmazlık zırhını kaybetti. Bundan böyle, Gülen Cemaati adeta mikroskop lamına yatırılacak, amaçları, metodları, yapısal özellikleri ve şimdiye kadar irdelenmemiş diğer tüm yönleriyle uzunca bir süre tartışılacaktır. Kanaatimizce, tartışılması gereken boyutların en önemlisi Cemaate hakim olan ‘seçilmişlik psikozu’dur.

Seçilmişler ve ulvi misyon

Burada detaylandıracağımız seçilmişlik psikozunun en iyi örneklerinden birine, Takva adlı filmin ortalarında şahit oluruz. Filmde Şeyh tarafından dergahın muhasebe işlerine bakmakla görevlendirilen Muharrem isimli mürid, ‘şeyh’in ‘sağ kolu’ karakterindeki Rauf’a ‘bankaya fatura ödemeye gidince en azından normal vatandaş gibi kuyruğa girsem, biliyorsun kul hakkı’ deyince, Rauf’un şu tepkisiyle karşılaşır: ‘Olmaz, senin vaktin değerli, sen vaktini Allah yolunda kullanıyorsun, kendi şahsın için değil... Biz bize verilen emaneti çekip çevirmeliyiz. Bu bir istek, bu bir görev değil Muharrem, bu bizim üstümüze düşen bir farz. Anlıyor musun? O yüzden senin her dakikan altın değerinde, kıymetli, sen kendini öyle hissetmelisin, sen yorulmamalısın, sen oyalanmamalısın, sen beklememelisin.’ 

Türkiye’de bu tür bir seçilmişlik sanrısının en fazla hakim olduğu cemaat Gülen Cemaatidir. Zira son birkaç aylık süreçte dahi, Gülen Cemaati merkezli üretilen söylemlerde, bu algıya işaret eden birçok örnekle karşılaştık.  Örneğin Gülen; bir ay kadar önce yayınlanan ‘Tarihi tekerrürler ve bir uzun temenni’ başlıklı sohbetinde bu ‘seçilmişlik sanrısını’ şöyle dile getiriyor: ‘’bugün olup-biten hâdiseleri, kalb ve ruh rasathanelerinden temaşa edebilenler [yani Gülen Cemaati mensupları] ...kaderî programların kendilerine yüklediği misyonu bütün teferruatıyla temsile çalışmaktalar. Onlar yürüyor, yollar onlara selâm duruyor. Yürüdükleri her yerde aşılmaz gibi görülen engeller onların karşısında secdeye kapanıp dümdüz kesiliyor; kesiliyor ve âdeta bu kutluların ayaklarına yüz sürüyor.’’ Yani bu satırlardan anladığımız kadarıyla, Allah-ü Teâlâ, ulvi bir görevi ifa için Gülen Cemaati’ni seçmiştir, bu nedenle, Cemaat mensupları kutludur. Kimse onların önünde duramayacak, hatta onlara secde edecektir!

Kasıtlı muğlaklık

Seçilmişlik sanrısı pek çok sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Öncelikle, Cemaat’in ‘biz de hata yaptık’ demesini imkânsız kılar. Binlerce ‘normal Müslüman’, Gülen Cemaatine ‘28 Şubat’ta başörtüsü yasağı zulmüne karşı bizi yalnız bıraktınız’ dese, Cemaat hatasında bile sevap bulup, şöyle diyecektir: ‘’O günkü şartlarda devlet ve millet adına, inandığımız değerler adına yapılması gerekli olan şey yapıldı. Burada hata varsa, bu hata bir içtihad ve tercih hatasıdır. Hatada iyi niyet ve samimiyet hakimse, günah değil sevap vardır’’ (Ahmet Kurucan, Zaman, 24 Ocak). Seçilmişlik sanrısından dolayı, ‘hata yaptık’ diyemeyen Gülen’in, son süreçte hatalarının olup olmadığı hususunda muğlaklığı tercih etmesi tesadüfi değil. Şöyle diyor Gülen: “Hata bizdeyse tevbe edip bu süreçten sıyrılmak çok önemlidir” ama “İlla tevbe edeceğiz diye suni hatalar icad etmeyin.” Burada ‘suni hatalar’, tevbeyle bağlantılandırılabilecek, tevbenin hangi şartlarda uygun olduğunu, hangi şartlarda uygun olmadığını bütün Müslümanlara şamil kılabilecek bir anlamı ifade etmez; Cemaat’in ‘içişleri’ne dönük, sadece onları ilgilendiren bir kaide olarak sunulur, ama neyin ‘suni hata’ olduğunu, normal bir Müslümanın kendince tevbe etmesi gerektiğini düşündüğü bir fiiilin de ‘suni hata’ olup olamayacağını, bizler, ‘normal Müslümanlar’ olarak bilemeyiz. Ama şunu söyleyebiliriz: basit bir ‘ilm-i hâl’ bilgisinde var olan genel-geçer kaideler, burada geçmemektedir. 

Öte yandan, aslında Gülen kendilerinde bir ‘hata’ buluyor; ama bu hatayı bulurken bile seçilmişlik sanrılarından gelen Cemaat kibrini aşikâr ediyor: “Hak ettiklerini aşan bir seviyede medh u senada [övgü] bulunduk belki. Temkinli olmamız gerekiyordu, olamadık belki... Biz bu temkini koruyamayınca Allah da ‘Alın dost bildiklerinizin eliyle’ dedi...” Halbuki, karşısındakine bu şekilde değer biçmenin, “o şu kadarını hak ediyor” demenin yanlış olduğunu Gülen’in bizzat kendisi “Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Şehitlik” başlıklı sohbetinde söylemişti. “‘Falanın... kıymet-i harbiyesi bu kadardır!’ dememelidir. O, bilinemez; nezd-i ulûhiyete ait bir husustur.”

Kur’an ‘kristal küre’ mi?

Görebildiğimiz kadarıyla Cemaatin yukarı kademelerindeki Gülen algısı da oldukça sorunlu. Süleyman Sargın, (Zaman, 19 Ocak) ‘yüce şahsiyetler türlü musibetlerle sınanırlar, ‘’Peygamberlig?in babası’  Hz. Âdem’’, Hz. Nuh ve Hz. Musa (as) çeşitli imtihanlara tabi tutuldular’ diyor. Daha sonra ‘ve o gün bugündür yüce kâmetlerin imtihanı hiç bitmedi’ diyerek son dönemde olan biteni de günümüzün yüce kametlerinden saydığı Gülen’in imtihanı olarak bu açıdan değerlendiriyor. (Tabii burada ‘peygamberliğin babası’ gibi bir ifadenin ‘tevbe’ gerektiren bir husus mu, yoksa ‘suni hata’ mı olacağını, biz ‘normal’lerin sorması bile abes!) Ahmet Kurucan (Zaman, 22 Aralık 2013) ve Ekrem Dumanlı (Küre TV, 17 Ocak 2014) ise yazı ve konuşmalarında Gülen’in başına gelenleri, mezhep imamları İmam-ı Azam’ın ve İmam Hanbel’in başına gelenlerle, Kerbela’da Peygamber torunlarına yapılan zulümle karşılaştırırken hiç tereddüt etmediler. Üstelik, “zalim” olarak kodlamaya çalıştıkları hedef isimlere karşı İslami ıstılahta en olumsuz çağrışımları içeren “Yezid” benzeri yaftalamalarda bulunmakta hiçbir beis görmediler. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor? Yoksa Gülen Cemaati’nin “şahs-ı manevisi” hakikatin tekelinin kendi elinde olduğuna mı inanıyor? 

Ayrıca, Ali Ünal, (Zaman, 30 Aralık) Cemaatin dershanelerinin ve okullarının kapatılacağını ve şu an yaşanan ve Cemaat’in aleyhine görünen pek çok olumsuzluğu Kuran-ı Kerim’e dayanarak iki yıl öncesinden öngörebildiklerini söyledi. Her Müslüman Kuran-ı Kerim’in ümmetin tamamına seslendiğini bilirken, nasıl olur da Kuran’a bir küçük topluluğa siyasi hava tahmin raporu veren bir ‘kristal küre’ muamelesi yapılabilir? Cemaat dershaneleri, okulları, dünyeviliği su götürmez birçok kurumu ve bürokrasi yapılanması bu kadar mı ulvi görülüyor? Anlaşılıyor ki, seçilmişlik psikozu Cemaatçe yapılan her işin kendilerince kutsal sayılmasını da beraberinde getiriyor. Öyle ki, Türkçe Olimpiyatlarına Hz. Muhammed’in (sav) ruhu teşrif ettirilebiliyor. Peygamberimizin ruhu dünyaya teşrif edecek olsa, başka hiçbir yere değil, yalnızca Işık Evleri’ne gidiyor veya başka hiç kimseyi değil Cemaat öğretmenlerine, müdürlerini görüyor (Süleyman Sargın, Zaman, 20 Nisan 2012).

Yeni Müslüman tanımı

Daha da önemlisi, Cemaat ‘iyi Müslüman’ anlayışını yeniden yorumladığını iddia ediyor: “I?yi bir Müslüman olmak, Allah’ın rızasını kazanmak, Cennet’e ve Cemalullah’a mülaki olmak istiyorsan, farz ve nafile ibadetleri muntazaman yaptıktan sonra, şu modern dünyaya girip onu dönüştürecek fiillerde bulunacaksın, hizmet edeceksin; eg?itim ve diyalog faaliyetlerinde bulunacaksın, kolej, üniversite açacak, Afrika’ya Mog?olistan’a gideceksin.” (Adnan Aslan, Zaman, 22 Ocak 2014) 

Seçilmiş Gülen Cemaati’nin ‘iyi Müslüman’ olmak için şart koştuğu bu görevleri ifa etmeyenlerin, hele ki Cemaatin önüne taş koymaya kalkanların(!) ise pasifize edilmeleri, terbiye edilmeleri meşru hale geliyor. Türkçe Olimpiyatlarını, ‘İslam hizmeti’ olmadığı gerekçesiyle eleştiren Ahmet Ünlü’nün (Cübbeli Ahmet Hoca) önce Gülen tarafından ‘hazımsızlıkla’ suçlandığını burada not düşelim. Yine Gülen, ‘Dinlerarası Diyalog’ faaliyetlerini ciddi şekilde eleştiren Hoca ve âlimleri ‘Karmatî hezeyanı, Haricî mantık ve anarşist tavır’ ile suçlamıştı (1 Kasım 2004). Cemaat’in dağıtım şirketi, ülkemizin önde gelen ilim adamlarından Ebubekir Sifil Hoca’nın Rıhle dergisini dağıtmayı bir süre sonra sırf Cemaat’in diyalog faaliyetlerini eleştiriyor diye reddetti. Cemaat’e ait NT mağazaları Cemaat’i eleştiren birçok yazarın eserlerinin satışını kabul etmedi ya da durdurdu. Cemaat’e ‘çıkar şebekesi gibi hareket ettiği, diğer kardeş cemaatlerin önünde ne bulursa götürdüğü’ eleştirisini yönelten Mustafa İslamoğlu ise ‘bu eleştirilerim sonrasında başımıza gelmeyen kalmadı’ diyor. Son kavgada Bediüzzaman’ın talebeleri de hükümete destek verince, Cemaat’ten Abdullah Aymaz (Zaman, 13 Ocak) ‘Risale-i Nur talebelerinin kendilerine karşı böyle bir tavır alma haklarının olamayacağını’ söyledi.

Cemaati kollayana şefaat

Cemaatin siyasetçilere çizdiği rol ise Cemaate her zaman yardımcı olmaktır. Gülen bunu yapan siyasetçilere cennetteki yerlerinin hazır olduğu bildiriyor: ‘’Doğrusunu Allah bilir ama 163. Madde’yi kaldırması gibi hizmetleriyle beraber ortaya koydug?u civanmertlikler vesilesiyle Cenâb-ı Hak, Merhum’a [Turgut Özal’a] s?ehitlik sevabını da lütuf buyurdu ve Firdevs’iyle sevindirdi.” Cennet vaadi için ise, Cemaate mensup olmayan Müslümanlara karşı tavır değil, Cemaati kollayan duruş önemlidir. Örneğin, Gülen, Ecevit’in 28 Şubat darbe sürecindeki tavrına rağmen sırf Cemaat’le ilgili ‘önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle ittiği’, ‘okullara çok sahip çıktığı’ için, Allah kendisine ahirette şefaat etme imkanı verirse bunu Ecevit için kullanacağını beyan etti. Gülen’e göre, Başbakan Erdoğan ve çevresindeki ‘mabeyn-i hümayun’ ise Meclis de dahil olmak üzere tüm kamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü özgürlüğünü sağlasalar da, ‘Islam adına bazı s?eyler yapsalar, bas?larını yerden kaldırmasalar bile, Cemaat hakkına girdikleri, cemaat ehli onlara haklarını helal etmeyeceği için kat’iyen Cennet’e giremezler.’ 

Sonuç olarak, attığı tokatları ‘şefkat tokadı’ gibi gören, kendisinde hiçbir hata göremezken sürekli muarızını suçlayan, seçilmişlik sanrısına kapılmış bir Cemaat profiliyle karşı karşıyayız. Ve bu profile dair aklı ve tabloyu resmetmesi bakımından kısa bir anektodu aktaralım: “1. Dünya savaşı sırasında Rusya’da yaşayan bir Yahudi anne, oğlunu Osmanlı’ya karşı savaşması için cepheye gönderecektir. Oğlunu yolcu etmek üzere tren istasyonuna gelen anne, oğluna şu tembihte bulunur: ‘Evlat, kendini çok yorma, bir Türk öldür, sonra biraz dinlen, bir Türk daha öldür, yine dinlen’. Oğlu sorar: ‘Peki anne, ama ya Türk beni öldürmeye kalkarsa?’ Anne gayet tereddütsüz cevap verir: ‘Seni öldürmek mi? Sen ona ne yaptın ki?’ 

[email protected]