Hayat-ı müstear ve şizofrenik trolizm

Mücahit Küçükyılmaz Yazar
20.09.2014

Alt benliğin barındırdığı çürümüş potansiyel, sanal dünyada büyük bir toplumsal maliyet biriktiriyor. Her fiili mubah sayan hayat-ı müstear, hayat-ı hakikiyi perdeleyen bir gölge gibi, her din ve görüşten beşeri esir alıp kendisinin günahsız, sorgulanamaz bir alan olduğunu vehmettiriyor.


Hayat-ı müstear ve şizofrenik trolizm

Eskiler iğreti ve geçici olan dünya hayatını “hayat-ı müstear” kavramıyla ifade edermiş. Günümüzde özel-kamusal yaşam arasında zaten parçalanmış olan insan için yeni bir bölünme alanı daha türedi: Sosyal Medya. Teknolojiye müptela hale gelen medya ile insan arasındaki ilişkinin aldığı boyut, alet-edevat yapımının çok ötesine geçerek insanın özne oluşunu sorgulatan bir ortam doğurdu. Öyle ki, klasik medyada sınırlı sayıda kişi için kullanılan “medyatik” tabiri, bugün sosyal medyadaki herkes için geçerli olabiliyor; zira insan, ürettiği şeyin bir nesnesi haline dönüşebiliyor. Bu süreçte eşya da bir anlamda özne konumuna geçiyor. Öznenin dönüşmesi, sadece insan ile eşya arasında değil, insan ile müstear kimlik arasında da gerçekleşiyor. Başlarda internette ünlüleri “işletmek”, kendini belli etmeden zararsız şakalar yapmak şeklinde ortaya çıkan trollük, bugün bir özne problemine dönüştü. İşin, kişilik bölünmesi, us yarılımı ya da yaygın tanımıyla şizofreni boyutu, ancak erbabının inceleyeceği sofistike bir hal almış görünüyor. Ancak açık olan, eşya ile sahih bir bağ kuramadığı için eşyalaşmış bir trolizmin, parodi üretmeyi çoktan aşıp kriminal ve hukuki bir sorun olmaya doğru yol aldığıdır.

Klasik medya araçları olan gazete, radyo ve televizyon da teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak hayatımıza girdi ve kitleleri çok ciddi bir biçimde etkiledi. Bu süreçte kitle iletişim araçlarının kitleleri dönüştürücü gücü, onların sorgulanmalarını da beraberinde getirdi. Ancak zaman içerisinde araçların zararları en aza inerken, daha çok bilinçli kullanımı ve faydaları öne çıkmaya başladı. Örneğin, önceleri televizyon “aptal kutusu” olarak tanımlanıyordu. Ancak şimdi televizyona dair bilinç kazanan insan, onunla gittikçe normalleşen bir ilişki kurarken, başka iletişim araçlarının da öne çıkması ile birlikte bu eleştiriler azaldı. Denebilir ki, araçla ilk kez karşılaştığında bir bakıma onun esareti altına giren insan, zamanla rüştünü kazanıp özne konumuna tekrar dönerek eşya ile ilişkisini doğru bir biçimde kurabilir.

Sosyal medya hukuku....

İşte sosyal medya da insan için çok yeni bir ortam ve bu iletişim ortamı cazibesi ve bilinmezlikleriyle bireyleri kendine bağlıyor. Şu an doğal olarak insan, etkiye çok açık durumda; çünkü bu alanın hukuku henüz tam anlamıyla oluşmadı. Toplum yeni bir şeyle ilk kez karşılaştığında onu ayıplıyor, kınıyorsa burada etik bir sorun var demektir. Çünkü henüz yazılı bir hukuk oluşmamış ve dolayısıyla hukuki yaptırım yoktur. Öyleyse, sosyal medya konusunda şu an sadece etik devrededir, henüz hukuk ortaya çıkmış ve olgunlaşmış değildir. Bu tür süreçlerde, hukukun müdahaleleri genellikle eski yasalar ve içtihatlardan kaynaklandığı için sorunu çözmek bir yana, yeni sorunlara kapı açar, toplumda gayri tabi karşılanır ve tartışılır. Çünkü yepyeni bir durumla karşı karşıya olan hukuk sistemi ve hukukçular da ne yapacağını bilemez haldedir. Hem sosyal medya hem de hukuk konusunda gerekli uzmanlaşma henüz gerçekleşmediği için toplumsal, siyasal ve hukuksal açıdan sancılı bir karşılaşma kaçınılmazdır. Şu anda Türkiye’de medyanın sosyalleşmesi söz konusu, bundan sonraki aşama sosyal medyanın hukukileşmesi olacaktır.

Klasik medyanın, kendisine atfettiği işlevleri yerine getirirken çok ciddi hatalar yapması, öncelikle onun yapısal bir özelliğinden kaynaklanır; klasik medya sermayeye bağlıdır ve sermayeyle zorunlu bir ilişkisi vardır. Sermaye gücü olmadan TV yayını yapılamaz, gazete çıkartılamaz. Klasik medya araçlarının gerek sermayeye bağlılığı, gerekse güç odakları ile kurduğu ilişkinin biçimi zamanla kendisini toplumun yalnızca belli kesimlerinin temsilcisi haline getirdi. Böylece, klasik medyanın toplumdan koptuğu eleştirileriyle birlikte, onun toplumsal işlevleri sıkça sorgulanır hale geldi. Oysa bilindiği gibi sosyal medyada sesini duyurmak için büyük sermayelere sahip olmaya gerek yok. Mesela bir kişi, neredeyse sıfır maliyetle bir web sitesi, blog ya da Twitter hesabı oluşturabiliyor. Bu ortamlar “Zamanın ruhu”nu iyi okuyabilen, zeki girişimciler için sıyrılma, fark edilme imkânı doğuruyor. Bu yeni ortamda klasik gazetecilikte bir sürü emek, sermaye, kurumsal teşebbüs ve hukuki süreçle gerçekleştirilebilen medya faaliyetleri, masaüstü veya mobil iletişim cihazları üzerinden bedavadan az pahalı denecek bir bedel karşılığı yapılabilir.

Demokrasi ile anarşizm ...

Sosyal medyanın işlevsel yönü itibariyle geleneksel medya araçlarına göre daha çoğulcu bir karaktere sahip olduğu sıkça söylenir. Çünkü sosyal medya, içeriğini ağırlıklı olarak kullanıcıların belirlediği bir ortamdır. Burada geleneksel medya araçlarından farklı olarak, kullanıcı, aynı zamanda üreticidir. Fakat işin yapısal boyutuna bakınca, sosyal medyanın sürükleyici motifi olan teknolojinin tam anlamıyla bir küresel tekel sistemine ait olduğu görülür. Bu devasa ortamın yönetimi ve formatını belirleyen ürünler, yazılımlar, sürümlerin neredeyse tamamı Silikon Vadisi’nden ve birkaç Uzakdoğu ülkesinin teknoloji merkezlerinden çıkar!

Bu açıdan bakınca, içeriği üreten ve tüketenin aynı kişiler olduğu ifadesi, iyimser bir varsayıma dönüşür. İşin kullanıcı tarafında, önceden çizilmiş sınırlarda hareket eden, belirli kalıpları kullanan geniş kitlelerin varlığı belirginleşir. Ayrıca sosyal medyayı bağlayıcı nitelikte hukuk mekanizmalarının henüz gelişmemesi de, onun demokratik ve çoğulcu yapısı konusunda yanıltıcı olabilir. Şu anda sosyal medya açısından, demokrasi ile anarşizm arasında çok ince bir çizgi var ve burada düzenden kaosa çok hızlı geçişler yapmak mümkündür. Bu nedenle, bir iletişim ortamı olarak onunla yüzleşmede, toplumun reşit olmasını ve taşların yerine oturmasını beklemek gerekiyor.

Hâsıla ve hasar tespiti

Şu an sosyal medya denilen platform, yüklenen içerik ile ortaya çıkan hâsılanın kıyaslamasını yapamadığımız bir mecradır. Bu aslında tam anlamıyla kaos teorilerinde belirtilen bir durumdur. Sonuçlar 10 yıllar içinde ortaya çıktıkça ancak hâsıla ve hasar tespiti yapılabilecek. Her şeyden önce yeni bir iletişim dilinin inşa edildiği bu mecra, insanı sahicilikten, samimiyetten, dürüstlükten koparma riski taşıyor ve ne var ki buradaki dilin zarar ve faydaları süreç içinde fark edilecek. Örneğin, cep telefonu çıktığı günden beri zararlı olup olmadığı tartışılan bir yenilik ama 20 yıl sonra beyin üzerindeki elektromanyetik etkilerine dair bir kanaat oluşmaya başladı. Sosyal medya ortamında kullanılan araçların etkilerinden belki on yıllar sonra emin olacak ve onunla olan ilişkimizi daha rasyonel bir mesafeye taşıyacağız.

Yeni ortaya çıkan durumların özellikle sosyal olguların, insanın ahlaki yönü, dürüstlüğü, sahiciliği ve insan fıtratı üzerindeki etkilerini hemen tespit etmek kolay değildir. Sosyal medya ortamında pek çok biçimsel sorun bulunmakla birlikte, en temel problem alanlarından biri, ikiyüzlü ya da müstear kimlikler üzerinden kurulan ilişkilerin, samimiyeti sakatlayıcı, ahlaki olmayan yapısıdır. Gerçek ortamlarda bile kendini ifade etmenin ve birbirini anlamanın zorluğu malum. Yine de reel iletişimde yerleşik kurallar ve genellikle asgari bir medeniyet düzeyi söz konusudur. Bu, insanların binlerce yıldır sürdürdüğü ilişki biçimidir, sınırlar oluşmuş, kurallar yerleşmiştir. Fakat sosyal medyada, bazen dostlar bile tanınmaz hale gelir. İnsanlar birbirine normal hayatta asla söyleyemeyecekleri şeyleri söyleyebilir. İşin kötüsü bunlar kayda geçer, pişmanlık duyulsa bile bir anlam ifade etmez. Sosyal medyada kullanılan dilin en büyük tehlikelerinden biri, insanı kendisine karşı mahcup etmesidir. Zira zamanla alışkanlıklar, aile ilişkileri, din, dünya görüşü değişebilir; yıllar sonra insan geçmişteki kişiliğiyle yüzleştiğinde utanacağı gerçeklerle karşılaşabilir.

Trolizmin sosyal maliyeti

Yaygın olarak trol kavramıyla karşılanan sosyal medyadaki müstear kimlikler, gerçek dünya ile sanal dünyada iki ayrı karakter sergileyen bir şizofreni sürecinin ürünüdür. Geleneksel medyada “görünerek şöhret olma” ön planda iken, burada şöhrete giden yol “kaybolarak görünme”den geçiyor. Ancak okuyucu, döneminde, Peyami Safa’nın maişet temini için Cingöz Recai serilerini yazan Server Bedi ile aynı kişi olduğunu bilip de bilmezlikten gelirken, bugün izleyici, insanların mahremlerine dair ifşaatlarda bulunan, hakaret eden, iftira atan trollerin kimliğini bilemiyor. Bu görünmezlik alanını sonuna kadar istismar eden trolizm, sosyal medyaya ilişkin ahlaki yozlaşma tartışmalarının erken başlamasına yol açtı. Artık hesabını kendi aralarında, mesela okul çıkışında gören delikanlıların yerini, sahte hesaplarla hesap görmeye çalışan klavye kahramanları alıyor.

Evet, sosyal medyada bulunmak finansal açıdan ucuz ve siyasal olarak etkisi fazla bir iletişim faaliyeti gibi görünüyor. Fakat alt benliğin barındırdığı çürümüş potansiyel sanal dünyada etrafa saçılırken, gerçek dünyada da temizmiş gibi yaparak yaşamaya devam etmek büyük bir toplumsal maliyeti biz ve gelecek nesiller adına biriktiriyor. Her fiili mubah sayan hayat-ı müstear, hayat-ı hakikiyi perdeleyen bir gölge gibi, her dinden, her görüşten beşeri esir alıp kendisinin hesapsız, günahsız, sorgulanamaz bir alan olduğunu trollere vehmettiriyor. Bakalım bu şizofrenik gerilimi, ülke, dünya ve Twitter daha ne kadar taşıyacak?

Mamul tarafından imha edilen İnsan
 
İnsan eşya ilişkisinde özne ile nesnenin yerini sorgulatan en kaba ve çarpıcı örnek, 1979 yılında ABD’de Ford fabrikasında yaşandı. Malzeme deposunda bir şeyler arayan 25 yaşındaki işçi Robert Williams, aynı yere malzeme almaya gelen robotun kolunun çarpması sonucu hayatını kaybetti! İnsan yapımı olan ve insan özelliklerini taklit eden bir robot, üreticisi olan insanı öldürmüştü. Bu sembolik bir olay olsa da insanın eşya ile olan ilişkisindeki değişimin açıklanması bakımından önem arz eder. İşin bir başka ilginç yönü de, ölen Williams’ın, robot istihdamının tehdit ettiği işçi sınıfına mensup birisi olmasıydı.

[email protected]