HSYK seçimlerinden sonra

Dr. CEM DURAN UZUN Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi
25.10.2014

12 Ekim tarihinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için, hâkim ve savcıların oyları ile Adli Yargıdan 7 ve İdari Yargıdan 3 olmak üzere toplamda 10 asıl üye seçildi. Yargıtay ve Danıştay’dan gelecek HSYK üyelerinin seçimleri ise daha öncen tamamlanmış ve 5 asıl üye belirlenmişti. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın hukuk fakültelerinde görev yapan öğretim üyeleri ve avukatlar arasından atadığı 4 üye ve Adalet Akademisi’nin kendi üyeleri arasından seçtiği 1 üye ile seçim ve atama yöntemiyle belirlenen 20 üye tamamlanmış oldu. Bunların yanı sıra doğal üyeler Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarını eklediğimizde 22 üyeli yeni HSYK 28 Ekim 2014 tarihinde göreve başlayacak.


HSYK  seçimlerinden sonra
Adli ve İdari Yargıda Ekim başında yapılan seçimlerin sonuçları da neredeyse siyasi karar mekanizmalarının seçimleri kadar ilgi ile izlendi, öncesinde ve sonrasında televizyonlarda canlı yayın olarak takip edildi ve uzun tartışmalara sebep oldu. Bu anormal ilginin en önemli sebebi yargının yıllardan beri siyasetin dizaynına etki eden bir aktör olmasıdır. Yargının bu etkisini, Anayasa Mahkemesi’nin kritik bazı davalarda verdiği kararlar başta olmak üzere, siyasi parti kapatma davalarından bazı önemli ceza davalarına kadar her alanda görmek mümkündür. Yargıyı yönlendiren aktörler zamanla değişse de, yargının bu niteliğinde uzunca bir dönemdir bir değişiklik olduğunu söylemek kolay değildir. Böylesine etkin bir siyasi aktör, doğal olarak gündemin önemli başlıklarından birisi olmayı sürdürmektedir.  
 
HSYK üyelikleri böylesine dikkatle izlenen seçimler sonucunda belirlendi. Bu seçimlerin sonuçlarını etkileyen en önemli faktör, yargı içerisinde toplumsal tabanı ile kıyaslanamayacak bir çoğunlukta örgütlenmiş bir yapının varlığı oldu. Bu yapının sayısal büyüklüğü yanında -ki, bu sayının hâkim ve savcılar içerisinde yüzde 50’ye yaklaştığı görüldü- sıkı bir hiyerarşi içerisinde ve organize hareket ediyor oluşunun yarattığı sorunlar ve baskılar, yargı içerisindeki diğer bütün kesimlerin ortak hareket etmesine ve tek bir çatı altında seçime girmesine sebep oldu. Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla oluşturulan ve toplumun tüm kesimleri temsil eden adaylardan oluşan bir liste, adli yargıdaki yedi üyenin tamamını ve idari yargıdan da üç üyelikten birisini kazandı. Her ne kadar, medyada YBP’nin seçimi kazanması, hükümetin ve AK Parti’nin kazanması şeklinde yansımış olsa da, daha doğru niteleme, yargı içerisindeki örgütlü yapının kaybettiği tüm toplumun kazandığıdır. Gerçekten de HSYK üyeliğine seçilen kişilere bakıldığında, son derece çoğulcu bir HSYK yapısının oluştuğunu söylemek mümkündür. YBP’nin adayları, sadece hükümetin desteklediği kişiler veya tek bir kesimden isimler olmadığı gibi, muhafazakâr, milliyetçi ve sosyal demokrat kimliğe sahip hâkim ve savcılardı. Aslında 2010 Anayasa değişikliği ile amaçlanan ancak uygulamada gerçekleşmeyen çoğulcu yapı, YBP sayesinde ve hâkim ve savcıların sağduyulu tercihleriyle 2014 HSYK seçimlerinde gerçekleşmiş oldu.   
 
1982 Anayasasının ilk şekline göre, Yargıtay üyelerinin tamamını ve Danıştay üyelerinin ¾’ünü HSYK, HSYK üyelerini ise Yargıtay ve Danıştay üyeleri seçmekteydi. Böylesine kapalı devre bir sistemin yargıyı toplumsal taleplere ve değişime kapattığı, demokratik meşruluğu sağlamadığı ve yüksek yargının diğer hâkim ve savcılara yabancılaştığı eleştirilerine sebep olmaktaydı. 2010 Anayasa değişikliği ile ağırlıklı olarak hâkim ve savcıların seçimleri ile oluşan bir HSYK kurulmasına rağmen, Anayasa Mahkemesinin, Anayasa’daki HSYK seçimleri için bir kişinin sadece bir adaya oy vereceği şeklindeki hükmü iptal etmesi, oluşacak HSYK’daki çoğulculuğu önlemiş ve kazananın tüm üyelikleri kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir sistem doğurmuştur. Nitekim 2010 seçimleri böyle bir sonuç vermiş ancak YBP, 2010 Anayasa değişikliği ile amaçlanan çoğulcu yapıyı dolaylı yoldan gerçekleştirmiştir. Bundan sonraki süreçte yapılması gereken, yargının kendi içerisinden ve dışarıdan gelebilecek her türlü etkiden bağımsız olarak, salt hukuki ilke ve değerlere uygun bir şekilde çalışması için gerekli imkânların sağlanmasıdır.    
 
Yargıya ilişkin acil tehditlerin, kısa vadede bu seçimle giderildiğini söylemek mümkün olsa da, uzun vadede ele alınması gereken çok daha fazla yapısal sorun olduğunu söylemek gerekir. Bu yapısal sorunları hukuk eğitimden yargının iş yüküne, yargıdaki kalite ve liyakat sorunlarından Türk ceza adaleti sisteminin sorunlarına kadar bir çok alanda görmek mümkündür. Ancak bu yazının konusunu olan HSYK için öncelikle üyelerinin seçimle belirlenmesi konusu yeniden değerlendirilmelidir. Yargı mensuplarının kendilerinin atama, tayin, terfi, nakil ve disiplin gibi özlük işlemlerini yürütecek idari yöneticilerini kendilerinin seçmesi, ilk başta ve kâğıt üzerinde demokratik bir yöntem olarak görünse de bu seçim süreçlerinde elde edilen tecrübeler, uygulamada bunun ‘kesin doğru’ olmadığını göstermektedir. Öncelikle seçim yöntemi, hâkim ve savcılar arasında kutuplaşmalara sebep olmaktadır. Bu kutuplaşma yargının içtihat kalitesi ya da bağımsızlığı üzerine değil, etnik veya politik temelde doğmaktadır. Yargıda verilen ürünler ya da bağımsızlık ve tarafsızlık temelli projeler dışında böylesine bir gruplaşmanın kabul edilmesi mümkün değildir. Siyasi görüşüne, etnik ya da dini kimliğine göre oy isteyen veya oy veren hâkimlerin gerçekten hâkim ya da böyle böyle bir yapının gerçekten yargı olduğunu söylemek güçtür.  
 
HSYK şimdi çoğulcu
 
Türkiye çapında yapılan kapsamlı bir seçimde bu tür gruplar oluşması ve bu gruplaşmaların ister istemez hâkim ve savcıları etkilemesi ya da baskı altına alması kaçınılmazdır. Seçimler ne kadar demokratik koşullarda yapılırsa yapılsın, seçimi kaybeden adayların ve onları destekleyenlerin baskı ya da dışlanmaya maruz kalacakları endişeleri ortaya çıkmaktadır. Bu yöndeki sorunlar, üniversite rektörlerinin öğretim üyeleri tarafından seçilmeleri usulünde çok daha uzun zamandır görülmekte ve eleştirilmektedir. Sadece üniversite rektörlerinin seçimlerine ilişkin tecrübeler dahi, seçim yöntemini tekrar ele almak için yeterlidir. 
 
Bütün bu sebeplerle yapılacak bir anayasa değişikliği ile üyelerin seçimi konusunda TBMM’ne yetki verilmesi düşünülebilir. Bu önerinin hemen siyasallaşma ve yargının yürütmenin etkisine girmesi eleştirilerini gündeme getireceğini biliyoruz. Ancak TBMM’nin bu seçimde 3/5 gibi yüksek bir oranla karar alması ve seçilecek kişilerde aranan niteliklerin artırılması bu endişeleri önemli oranda giderebilir. Hatta HSYK’ya seçilecek üyelerin yarısının iki yılda bir yenilenmesi gibi bir yöntemle, tüm üyelerin aynı TBMM çoğunluğu tarafından atanmasının önüne geçilebilir. Örneğin, beş üye 2014 yılında diğer beş üye ise 2016 yılında atanır, 2018 yılında ise ilk atanan beş üyenin yerine tekrar atama yapılır. Bu süreçlerde TBMM seçimleri de yenileneceğinden farklı ve çoğulcu bir HSYK üye profili oluşabilir.