İnsanlık krizi ve Açık Kapı Politikası

Cemal Haşimi Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü
27.09.2014

2011’den beri değişmeyen şey, dara düşene, zorda kalana, zulme ve katliama uğrayana evimiz açık, soframız ortak demenin özeti olan ‘Açık Kapı’ politikası oldu. Bu politika bir yanıyla, dış politikamızdaki sıfır sorun ilkesinin, dayanışma perspektifiyle, halklara yansıyan hali. Açık kapı, bu toprakları bize vatan kılan ruhun, siyasaya dönüşmüş versiyonu esasında.


İnsanlık krizi ve Açık Kapı Politikası

İnsanlık tarihinin en büyük mülteci krizlerinden birini yaşıyoruz. Küresel vicdanı temsil edenler, gönüllü oluşumlarla, insan hakları örgütleriyle, derneklerle, uluslararası örgütlerle, sivil girişimlerle bu soruna çare ararken, uluslararası sistem bu kriz karşısında tel tel dökülüyor. Mülteci sayısını ve dramını derinleştiren siyasal çatışmalara ve krizlere karşı ne etkin bir tedbir alabiliyor ne de önleyici bir kriz yönetimi sergileyebiliyor.

BM Mülteciler Konseyinin verilerine göre, 2013 sonu itibariyle, 33.5 milyonu kendi ülkesi içinde yer değiştirenler olmak üzere, dünya çapında mülteci sayısı 51 milyonu geçmiş durumda. Bu sayının her geçen gün arttığını biliyoruz. Mülteci krizi, tıpkı 20. yüzyılın başında olduğu gibi tüm boyutlarıyla bir insanlık krizine ve sistemin tüm çıkmazlarını gösteren bir küresel siyasal krize dönüşmüş durumda. Küresel temsil ve adalet krizi, küresel bir trajedi üretiyor. Yaşanan yönetim ve istikrar krizi, insanoğlunu tarihinin en büyük mülteci trajedilerinden biri karşısında çaresiz bırakıyor. Dile kolay, her biri ayrı bir trajediyi, dramı, yeni bir hayat ve kurtuluş umudunu temsil eden milyonlarca insan hikâyesiyle karşı karşıyayız.

Ve Suriye...

Filistinlilerden hemen sonra dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan Suriye.

Eylül ortası itibariyle, kendi ülkesi içinde yer değiştirmek zorunda kalanlar (IDP) 7 milyonu geçmiş durumda ve bu açıdan Suriye modern dönemin en büyük IDP krizine tekabül ediyor. Komşu ülkeler ve Kuzey Afrika ülkelerinde ise, BM standartlarına göre, kayıtlı mülteci sayısı 3 milyonu geçti. Sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre ise bu sayı en az 4.5 milyon.

BM verilerini baz aldığımızda, Türkiye’nin nasıl bir süreçle karşı karşıya olduğunu görmek daha kolay: 3 milyonu aşkın kayıtlı Suriyeli mültecinin en az yarıya yakını Türkiye’de ve bizimle beraber yaşıyor. Suriye’deki iç savaş ve bununla beraber siyasal kriz devam ettikçe de bu sayı artmaya devam edecek. Sadece Haziran’dan bu yana, IŞİD terörü yayıldıkça Irak ve Suriye’den ülkemize sığınanların sayısı 200 bini geçti. Irak’tan kaçmak zorunda kalan Türkmenler ve Yezidilerden sonra, geçen hafta sadece 4 gün içinde 140 bin Suriye Kürdüne Türkiye kucak açtı. ‘Geçici koruma statüsü’ altında bulunmakla beraber, bu sayı dramatik bir tabloya da işaret ediyor: Türkiye’nin son göç dalgasının ilk üç gününde kabul ettiği sığınmacı sayısı, tüm Avrupa ülkelerinin Nisan 2011’den beri kabul ettiği toplam sığınmacı/mülteci sayısından (takriben 126 bin) daha fazla.

İnsani diplomasi

Bu verilerin farklı boyutlarını, göç dalgalarının farklı sonuçlarını, zaman içinde değişen dinamiklerini uzun uzun tartışmak mümkün. Fakat 2011’den beri değişmeyen şey, dara düşene, zorda kalana, zulme ve katliama uğrayana evimiz açık, soframız ortak demenin özeti olan ‘Açık Kapı’  politikası oldu. Bu politika bir yanıyla, dış politikamızdaki sıfır sorun ilkesinin, dayanışma perspektifiyle, halklara yansıyan hali. Açık kapı, bu toprakları bize vatan kılan ruhun, siyasaya dönüşmüş versiyonu esasında. Tam da bu yüzden bu coğrafya ilk defa mülteci akınıyla karşı karşıya kalmıyor. Afganlar, Macarlar, Polonyalılar, Yahudiler, Balkan Müslümanları, Orta Asya Türkmen toplulukları, Irak-Kürdistan bölgesinden Kürtler diye liste uzayıp gidiyor. Yüzlerce yıldır onlarca örneğini gördüğümüz bir duruşun, 2000’li yıllara tercümesini ve güncellenmesini görüyoruz bu politikada. AK Parti hükümetleriyle değişen daha doğrusu güçlenen şey, kapasite, imkân ve hizmetlerdeki süreklilik ile koordinasyon becerisi oldu. Bu noktada, kapasite ve yönetim sürecine ilişkin soruları/kaygıları ayrı tutmak kaydıyla, bu duruşun, ruhun, perspektifin kendisine itiraz etmenin, bin yıllık Anadolu geleneğine, yerliliğe ve bu coğrafyayı vatan kılan perspektife itiraz etmek olduğunu kayda geçirmek gerekiyor. Açık kapı politikasına, ilke ve perspektif düzeyinde getirilen her karşı koyuş Anadolu tarihine ve Anadolu’nun mayasına karşı koymaktır. Aynı bağlamda, açık kapı politikasının cari küresel düzene bir eleştiri boyutu da var ki Başbakan Davutoğlu’nun ‘insani diplomasiyi’ tarif ettiği zemin tam olarak bu çerçevede aktif hale geliyor. Bu perspektif, küresel siyasetteki gayr-i insani yansımalara ve devletlerarası oyuna indirgenmiş küresel düzene karşı insanı ve mağdur olanı merkeze alan bir diplomatik perspektifin en somut uygulaması olarak öne çıkıyor.

Müşfik ve kudretli devlet

AFAD koordinasyonunda, STK’lar, belediyeler ve valilikler dâhil, adeta tüm kurumların katılımıyla, Suriyeli misafirlerimize yönelik yürüyen çalışmalarda muazzam bir başarı grafiği yakalanmış durumda. Açık kapı politikası artık Türkiye’nin küresel siyasetteki gurur kaynaklarından, başarı hikâyelerinden birisi.

Öyle ki ‘müşfik ve kudretli devlet’ Yeni Türkiye’nin alamet-i farikası haline geldi.

Bununla beraber, göç dalgalarının büyüklüğü, bölgedeki siyasi krizin uzaması, çatışmaların genişlemesi ve terör sorununun büyümesi açık kapı politikasını ve perspektifini zorlayan, kapasite artırımını ve iletişim süreçlerini güncellemeyi zorunlu kılan sonuçlar üretiyor.

Devasa bir bölgesel sorunla karşı karşıyayız ve hem sürdürülen politikaların sonuçları hem de yeni gelişmeler sürekli güncellenen bir iletişim stratejisi ve eylem haritasını zorunlu kılıyor. Suriye’deki krizin farklılaşan boyutları, açık kapı politikasının ‘açık sınır’ ile karıştırılması, yetersiz bilgilenme, kurumların anlık bilgilendirmede yetersiz kalışı, hükümete yönelik hınç duygusuyla hareket edip her tür algı operasyonuna bile isteye maruz kalma sorunu, dezenformasyon gibi başlıklar bu sorunlardan bazıları. Listeyi, özellikle sınır illerinde değişen demografi, günlük siyasi hesaplarla istismar, büyük nüfus harekeliliğinin toplumsal-ekonomik sonuçları gibi başlıklarla bunları uzatabiliriz. Bununla beraber son bir ay içinde yapılan iki büyük buluşma, hükümetin süreci yakından takip ettiğinin ve stratejisini ihtiyaçlar çerçevesinde güncelleme sürecinde olduğunu gösteriyor. 22 Ağustos’ta Başbakan Yardımcısı, ilgili bakanlar, kurum başkanları, yerel yöneticiler ve güvenlik birimlerinin katılımıyla düzenlenen Suriye İnsani Yardım Koordinasyon Zirvesi’nde yapılan tespitler ve 23 Eylül’de Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş başkanlığında toplanan Suriye İnsani Yardım Koordinasyonu’nda alınan kararlar bu sürecin son göstergeleri olarak öne çıkıyor. Açık kapı politikasının güçlenerek devamına karar verilen bu toplantılarda ilgili gelişmeler tüm boyutlarıyla ele alındı.

Algılar ve kaygılar

Muazzam bir nüfus hareketliliği yaşanmasına rağmen, henüz sorunların yapısal bir düzeyde olmadığını da ifade etmek gerekiyor. İçinden geçtiğimiz dönemde yeni iletişim stratejileri ve kapasite artırımı ihtiyacı olmakla beraber, (ırkçılıktan siyasal sermaye devşirmek isteyen marjinal kesimler hariç) Türkiye halkı, Suriyelilere karşı misafirperver ve Suriyeli misafirler, Türkiye halkına müteşekkir. Aynı çerçevede, en son Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı verilere göre Suriyelilerin adli olaylara karışma oranları da (Nisan 2011’den bu yana on binde 33) bir hayli düşük. Bu iki veri açık kapı politikasının özümsendiğinin, halk tarafından desteklendiğinin somut göstergeleri olarak öne çıkıyor.

İkircikli hesaplar

Öte yandan, iç siyasi gerilimlerin bir yansıması olarak, son dönemlerde açık kapı politikasında öne çıkan üç ana tema oldu: Türkmenler, Kürtler ve Yezidiler. İlk tema bazı ‘Türk milliyetçisi’ gruplar, ikinci tema bazı ‘Kürt milliyetçisi’ gruplar, üçüncü tema ise bazı ‘liberallerin’ itirazlarıyla gündeme taşındı. Bu üç gruba karşı ayrımcılık yapıldığı, yeterli yardım gönderilmediği, yeterince hızlı davranılmadığı iddiaları ortalığı sardı. İşin ilginç tarafı, itirazları dile getirenlerin mühim bir kısmının başta AFAD, Kızılay ve TİKA olmak üzere ilgili kurumların, STK’ların ve hatta yardım çalışmalarına doğrudan muhatap olanların açıklamaları yerine, çoğunlukla sosyal medyadaki ajitasyon amaçlı iddiaları ve teyit etme ihtiyacı bile hissedilmeyen dedikoduları merkeze alarak iddialarını gündeme getirmesi oldu.

Dünyanın dört bir yanında sürdürdüğü çalışmalarla insani yardım alanında bir Türkiye değeri inşa eden hükümet ve STK’ların çalışmalarına karşı dezenformasyon ve ajitasyon şüphesiz doğru bir seçim! Aksi halde etkili olma imkânı kalmıyor. Çünkü mevcut verilerin hiçbiri bu iddiaları doğrulamıyor. Tam tersine insani yardımlar ve açık kapı politikası eksiksiz ve ayrım yapmadan güçlü bir şekilde uygulandı.

Ama bu itirazların gündeme getirilmesi gerekiyordu çünkü tepkilerden anlaşılan şey şu oldu: Birinci gruptakiler için, Suriye politikasının ‘etnik bir cendereye sıkıştırılması’, ikinci gruptakiler için, Türkiye’nin çıkarları ve Kürtlerin çıkarları arasında uzlaşma bir çelişki üretilmesi, üçüncü gruptakiler için Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’na yönelik hınç duygusunu tatmin etme arayışı insani yardım değerlendirmesinde/analizinde belirleyici rol oynuyor.

Hükümet, bu itirazlara karşı Suriye politikasını kapsamlı bir bölgesel vizyonla ele alma, Kürtlerle-Türkiye arasında üretilmek istenen yapay çelişkileri ortadan kaldırma ve hınç duygusuna karşı kapsayıcı-katılımcı politikalar üreterek cevap vermeyi tercih ediyor ki bu kararlı tutum hükümete desteğin niçin arttığı sorusunun da cevabını veriyor.

Katılımı sağlamak

Bu noktada elbette kamu kurumlarının yapabileceği şeyler belli: hızlı bilgilendirme, kamu düzenini ilgilendiren süreçlerde hızlı karar alıp uygulama, toplumsal yapının etkilendiği olaylarda süreçleri doğru yönetme ve kapasite artırımı ve teknik ihtiyaçlara ilişkin kaygıları imkânlar çerçevesinde gidermek.

Suriyeli mültecilerle aşikâr hale gelen insanlık krizi, AFAD başta olmak üzere insani yardım krizlerine odaklanan resmi kurumlar ve STK’lar açısından somut çıktıları olan bir başarı hikâyesine dönüşmüş durumda. Ama Türkiye’nin daha güçlü ve kapsamlı bir mülteci politikası üretmesi, küresel dönüşüme katkıda bulunması, mevcut birikimin derinlikli bir akademik perspektife kavuşması için üniversiteler, düşünce kuruluşları, gençlik dernekleri ve medya gibi farklı alanlardan gelecek değerlendirmeler, analizler, katkılar kritik bir öneme sahip. Çünkü artık, sayısı milyonları aşan Suriyeli misafir bu ülkenin bir gerçeği ve tüm bölgeye yayılmış mülteci krizi, Ortadoğu’nun geleceğinde en önemli unsurlardan biri olarak kalmaya devam edecek. Suriye ve Irak’taki siyasi kriz ve terör ortamı devam ettikçe de mülteciler, misafirler ve toplumsal etkileşim tartışması tüm boyutlarıyla daha uzun süre bizimle birlikte olacak ve konuşulması, çözülmesi, cevaplanması, araştırılması gereken birçok soru gündemde kalacak.

Gerek Suriye krizinin çözülmesi, gerek bölgesel değişim gerekse de bu taleplerin küresel sisteme yansıması ve sistemin istikrar yönünde rehabilitasyonunda bu kriz ve krizin çözüm süreci başat bir rol oynayacak. Bütün bu sürecin merkezinde ise açık kapı politikasıyla şimdinin ihtiyaçlarına hızla cevap veren ve insani diplomasisiyle geleceğin dünya düzenine seslenen bir Türkiye gerçeği var...

[email protected]