İslamcılar ve ‘köktenciler’

0
10.09.2012

1400 yıllık İslam geleneğini eklektik bir biçimde değerlendiren İslamcılık akımıyla tamamen protest bir söylem dilini benimseyen ‘Müslüman köktencileri’ birbirine karıştırmamak gerekir.


İslamcılar ve ‘köktenciler’

Prof. Dr. RAMAZAN ALTINTAŞ /Necmeddin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi

Son günlerde Müslüman entelektüeller arasında İslamcılık üzerine yeni imâl-i fikirlerin serdedilmesi İslam düşüncesinin çiçeklenmesi adına memnuniyet verici bir gelişmedir. Bu düzeyli tartışmaya taraf olan bazı Müslüman münevverler arasında yöntem bakımından İslamcılık kompartımanında değerlendirilmemesi gereken protest dini söylemler birbirine karıştırılmak istenmektedir. Herkesi İslamcılık kampına dahil etmenin de bir âlemi yoktur. Kaldı ki bu meyanda İslamcı olmadığını bu tartışmalarda da dile getirenler vardır. O halde İslamcı olmakla olmamanın ayırımına nasıl varacağız? İşte bu makalemde bu soruya cevap aramaya çalışacağım.

19. yüzyılın başlarında İslamcılık hareketinin ortaya çıkışını hazırlayan en önemli sebepler arasında İslam dünyasının kahır ekseriyetinin sömürgeleştirilme çabalarına karşı duyulan tepki gelir. Çare; dini, ahlaki, askerî ve kültürel alanda yenilenmeden geçmektedir. Bütün bunları başarabilmek için de yeni bir insan inşasına ihtiyaç duyulur. Bu anlamda yeni bir zihniyet dönüşümü gerçekleştirilmediği müddetçe, İslam coğrafyalarından istilacı müstevlilerin atılması mümkün değildir.  Her ne kadar, İslam topraklarını işgal eden bir takım Batılı güçler ise de,   İslamcılık hareketi,  Batı’yı topyekûn düşman olarak görmez. Aksine, Batı’nın geliştirdiği çağdaş teknoloji nimetlerinden İslam toplumlarını yararlandırmak ister.  İslam dünyasının değişik bölgelerinde boy veren bu akım, organize ve homojen bir akım değildir. Mısır’dan Hint alt kıtasına,  Türkiye’den Kafkaslara, bütün İslamcı akımların ortak ülküsü, ittihat-ı İslam’ı sağlamak ve ‘kendi öz benliğimizi’ muhafaza etmek şartıyla Batı uygarlığından yararlanmaktır. Onlara göre kendi gettosuna kapanan her kapalı düşüncenin gelişimi muhaldir. Nasıl ki tarihte Mu’tezile Kelam ekolü, tercüme hareketleriyle bir nevi kendi çağının “öteki” konumunda bulunan din ve kültürlerle karşılaşmışsa, İslamcılık akımı da kendi çağında farklı din ve kültürlerle karşılaşmaktan çekinmemiştir. Çünkü bu karşılaşmadan İslam düşüncesi alanında verimlilik gelişecek ve yeni sıçramalar yaşanacaktır.

Pozitivizmin etkileri

Aydınlanma felsefesinin düşünce omurgasını oluşturan mantıkçı pozitivist akımın “ilerlemeci” dünya görüşü bizde, ister kendisini Türkçü, ister Batıcı ve isterse İslamcı kimlikle tanımlasın, bütün Osmanlı aydınlarını etkilemiştir. Osmanlı toplumunun fikir hayatında önemli izler bırakmış bu İslamcı, Batıcı ve Türkçü aydınların çabalarını, İslam dinini sosyal hayattan tamamen soyutlama girişimi olarak değil, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamada motivasyon işlevi görebilecek düzeyde yeni bir kalıba sokma girişimi olarak değerlendirmek gerekir. Gerek Batıcı ve gerekse İslamcı aydınlar o dönemde İslam üzerine yazdıkları kitap ve makalelerinde daha çok Aydınlanma felsefesinin temel özelliklerini yansıtan bakış açısını, İslam kalıbına taşıyarak içeriden konuşmayı seçmişlerdir. Bu düşünce kombinezonları arasında; aklı yüceltmek, bid’at ve hurafeye karşı savaş, tevekkül ve kader üzerine konuşmak, tekke ve türbe geleneğine karşı muhalefet, taaddüd-i zevcât vb. gibi birçok konu yer alır. 

Türkçü ve Batıcı aydınlardan İslamcıları ayıran temel öğe,  onların, Müslüman bilinçte yeni bir dinî anlayış oluşturabilmek için üç temel ilkeyi hayata geçirme idealleridir. Bunların başında şu prensipler gelmektedir: (1) Yeniden Kur’an ve Sünnete dönüş; (2) İslam dünyasında yeni meselelere çözüm bulmak ve İslam’ın aktüel değerine aktüel boyut katmak için içtihat müessesesini canlandırmak; (3) Cihat ruhunu diri tutmaktır.

İslamcılık akımı ile Protestan söylem arasında büyük farklar vardır. İslamcılık akımı,  Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmez, okumanın açık ve kesin olduğunu savunmaz ve Sünnet’e başvurmayı önemser. İslamcılık, “içtihadı” savunduğu için 1400 yıllık Müslümanların ürettiği fıkıh, tefsir, tasavvuf ve kelam geleneği gibi birçok yorumu meşru görür. 19. yüzyılın şartlarında üretilen İslamcılık akımının İslamî yorumdan dinî bir pozitivizm çıkmaz.  Fakat pozitivizmin etkisinde kalmadıklarını söylemek de objektif bir değerlendirme olmaz.

 Bilindiği gibi  ‘fundamentalizm’ ilk defa Amerika’da ortaya çıkmış, 19. yüzyılda binyıl inanışının yaygınlaşması sonucunda gelişen ve İncil’in köklerine dönmeyi amaçlayan Hıristiyan bir Protestan hareketidir. Bu hareketin inanç felsefesine göre tek otorite kilise değil,  İncil’dir. Vahyi, kilise değil İncil temsil eder. İncil tanrı kelamı olup otoritenin yegâne kaynağıdır. Onu anlayabilmek için lafzî/literal bir okuma biçimi seçilmelidir. İslam dünyasında bu hareketten etkilenen ve esinlenen İslam köktencilerinin de başvurduğu ilk öncül, salt Kur’an’ı referans olarak almaktır. Bu akımın, epistemolojik pratikler alanında Müslümanların ürettiği 1400 yıllık tarihi mirastan koparak Sünnete yaklaşımları da ikircikli olmuştur. Bu köktenci İslami akım özünde, 18. yüzyıl rasyonalizmi ve 19. yüzyıl pozitivizmini örnek almak suretiyle modernliği İslam içinde üretmeye çalışır. Ayrıca,  bütün modernleşme ve kalkınma projelerinin temel bir sorunu olan meşrûiyet krizinin, ancak Kur’an’a dönüşle aşılabileceğini varsayar. Yer yer başta Sünnet olmak üzere geleneğe vurgu yapıyor gözükmüş olsa da, bundan amaçları, sınırlı bir düzeyde kendi projelerini doğrulatmaktır. Her ne kadar bu hareket özgürlükçü bir söylem dili benimsemiş görünse de içinde totaliter ve “öteki”ne yaşama hakkı tanımayan bir özellik taşır. Kuşatıcılıktan ziyade, dışlamacılık, temel karakterleridir. Dini anlamada metodolojilerini Kur’anî hükümleri (ahkâm) “belli bir zamana bağlı” ve “bütün zamanlar için geçerli” olmak üzere ikiye ayırma ilkesi üzerine bina etmişlerdir. 19. yüzyıl İslam fundamentalistlerinde değil ahkâm, inanç konuları bile eleştirel aklın konusu yapılmış,  içtihad alanı sadece ahkâmla sınırlandırılmamış bilakis itikadî konular alanını da kapsamıştır. Protestan Hıristiyanlık tesirinde gelişen bu yeni kelam akımı, şüphesiz yeni bir İslam anlayışı ortaya koymayı amaçlamıştır.  Ama “te’vil nereye kadar” sorusunun cevabı, açık söylemek gerekirse, sonu ve sınırları tam, açık ve net olarak belirlenmemiş bir düşünsel yapıya sahiptir. Çünkü bu yeni kelam yaklaşımında tarihselci bakış açısı hem iman esaslarını ve hem de Kur’an’ın ahkâm boyutunu modern yaklaşımlara intibak ettirecek bir düzeyde yorumlanmıştır. Burada, Müslüman modernistlerin karşısına dikilen gelenekselci yaklaşımları da hatasız görmemek gerekir. Bunda onların aşırı muhafazakâr tutum sergilemeleri ve mevcudun doğmalaştırılması konusunda ısrarlı katkılarının da payı vardır. Tek kelime ile bu akımın yaptığı çaba,  İslam ile moderniteyi bağdaştırmaktı. 

‘Protestan İslam’ yakıştırması

19. yüzyılın Batı pozitivizmiyle şekillenen bu aktivist duruş, dinî bir pozitivizm yaratmanın yolunu oldukça kolaylaştırmıştır. Bu sebeple, Protestan İslami bir söylemi benimseyen bu akım,  hayatlı bir dinden ziyâde, seküler yanı ağır basan hayatiyetini sadece teorik, zihinsel dünyada yaşatan, pratik sonuçlar bakımından moderniteye alan açıcı bir kullanım ve oksijen çadırı rolünü üslenen bir söylem olarak görülmelidir. En azından İslamcı hareketinin ‘tecdîd’ projesiyle İslamî fundemantalist söylemi benimseyen aydınların ‘tecdîd’ projelerinde yöntemsel ilkeler bakımından benzerlikler çağrıştırılmış olsa da mâhiyet açısından son derece farklılıklar vardır. İslamcılık akımı hakkında protest bir söylemden ziyâde ihyâcı ve ıslahatçı bir bakış tarzı ağır basmaktadır. Çünkü bunlar, geleneği tamamıyla dışlayıcı değil, yeniden üretmek gibi bir iddianın da sahibidirler; ama entegrist de değillerdir. Bu kompartımanda Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgânî, Reşid Rıza, Mehmet Akif gibi kimseler vardır.

Protest ve katı eleştirel akıl anlayışını benimseyen İslami köktencilik anlayışında ise, İslam dünyasının geri kalış nedeni mevcut geleneksel miras olup, değil bu mirası yeniden üretmek, tamamıyla dışlayarak tüketmek gerekmektedir. Bunların başında ise Hint-alt kıtasından Seyyid Ahmed Han, S. Emir Ali ve Batı’da yaşayan Muhammed Arkun gibi Müslüman aydınlar gelmektedir.

Netice-i kelam, buradan yola çıkarak söylemek gerekirse, 1400 yıllık İslami geleneğini eklektik bir biçimde değerlendiren İslamcılık akımıyla tamamen protest bir söylem dilini benimseyen Müslüman köktencileri birbirine karıştırmamak gerekir.

[email protected]