İsrail’in özrü ve Amerika’nın Suriye politikası

Kadir Üstün/SETA Washington
13.04.2013

ABD’nin Türkiye-İsrail’in ilişkilerinin normalleşmesi konusundaki çabalarını ABD’nin Suriye politikasında ciddi bir değişikliğe gideceğine yormak isabetli olmayacaktır. ABD yönetimi için Suriye’de rejimin devrilerek yeni bir düzen kurulmasından ziyade krizin yönetilmesi ve bölgesel etkilerinin sınırlandırılması öncelik arz ediyor.


İsrail’in özrü ve Amerika’nın Suriye politikası

İsrail’in Başkan Obama’nın nezaretinde Türkiye’den özür dilemesi hem zamanlaması hem de rasyonalitesi açısından birçok tartışmaya neden oldu. Netanyahu’nun özür sonrasında Suriye meselesini gerekçe göstermesi İsrail kamuoyunun tepkisini kontrol etme girişimi olarak okunmalı ancak bu konu tek başına İsrail’in Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek istemesi için yeterli bir neden olmaktan çok uzak. Türkiye’nin özür konusundaki kararlı tavrı, İsrail’in Arap devrimleri sürecinde ortaya çıkan bölgesel istikrarsızlıkla birlikte giderek yalnızlaşmasına katkı sağladı. Barış Süreci’nden İran’ın nükleer programına kadar birçok meselede uzlaşmaz tavrıyla Obama’yı Ortadoğu’da zor durumda bırakan Netanyahu’nun bu özrü, İsrail’in bölgede giderek yalnızlaşmasına bir çare olarak gördüğü kesin. Normalleşme sonrası özellikle Suriye ve diğer bölgesel meselelerde Türkiye’yle diyalog kurma imkanı bulacağını hesaplayan İsrail, Türkiye’yle ilişkilerin 1990’lardaki seviyeye çıkmasının mümkün olmadığının da farkında. İsrail’in bölgede sert, uzlaşmaz ve sadece güvenlik odaklı politikaları devam ettikçe Türkiye’yle ilişkileri de sınırlı kalacaktır. Netanyahu hükümetinin uzun zamandır bir yolunu bularak Türkiye’yle yeniden yakınlaşmaya çalıştığı biliniyordu. Gerek sivil toplum ve medya gerekse diplomatlar aracılığıyla girişimlerde bulunan Netanyahu’nun tam olarak özür dilemeden sadece üzüntü belirteceği bir formül arayışında olduğu da biliniyordu. Türkiye’den dilenen özrün Obama’nın ikinci döneminin ilk ziyaretini İsrail’e yaparken gerçekleşmesinin, Netanyahu’ya olası siyasi maliyeti azaltacağı diye düşünülebilir.

Özür ve istikrar...

Zamanlamaya ilişkin hesapları bir kenara bırakırsak, bu özürle Türkiye’nin büyük bir diplomatik başarı kazandığı kesin. Palmer raporunun basına sızdırılması üzerine İsrail’e karşı yaptırımları açıklayan Türkiye, aynı günlerde NATO radar sisteminin de Türkiye’de kurulmasını kabul ettiğini açıklamıştı. Ankara’nın ABD’ye verdiği mesaj ikili ilişkilerini İsrail üzerinden kurgulamayı kabul etmediğiydi. Türkiye-İsrail ilişkileri ve Türkiye-ABD ilişkileri birbirinden bağımsız devam etmek zorundaydı. Başlangıçta hem İsrail’in hem de Amerika’nın adapte olmakta zorlandıkları bu durum iki buçuk yıl sonra normal ve sıradan bir hale geldi. İsrail’in özellikle NATO’yla ilişkilerini geliştirmesini engelleyen Türkiye, ABD’li siyasetçilerin İsrail’le bir şekilde arasını yapması yönündeki telkinlerini de İsrail’e yönlendirmekle yetindi. Türkiye, İsrail’le ikili siyasi ve diplomatik ilişkilerin normalleşmesinin ancak özür, tazminat ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılmasıyla mümkün olduğunu kararlı bir şekilde tekrarladı. Amerikan yönetimi açısından özellikle özür konusunda yaşanan kilitlenmenin bir şekilde aşılması gerekiyordu zira iki müttefik ülke İsrail ve Türkiye’nin ilişkilerinin normalleşmesi Ortadoğu’da istikrarsızlığın zirve yaptığı bir dönemde son derece önemliydi. Başkan Obama’nın Ortadoğu’da yeni bir askeri müdahaleyle sonuçlanabilecek politika önerilerini kendi içinde tutarlı bir kararlılıkla reddettiği biliniyor. 2012 başkanlık seçimleri öncesi süreçte Netanyahu, İsrail lobisi ve Kongre’nin İran’a askeri müdahale için kırmızı çizgi belirlemesi yönündeki baskılarına direnen Obama, aynı zamanda Suriye’ye müdahale etmesi yönündeki baskılara da direndi. Önümüzdeki dönemde de Ortadoğu’da Amerika’ya ciddi maliyet getirmesi ihtimali olan eylemlerden kaçınacaktır. Ortadoğu’da nizam verici rolünden görece olarak vazgeçmiş bir ABD var karşımızda. Asya-Pasifik stratejisi doğrultusunda ABD’nin bölgeden bütünüyle çekildiğini söylemek abartı olacaktır ancak Obama’nın Ortadoğu’ya bakışında özellikle Bush yıllarına nazaran çok daha dikkatli olmaya çalışan ve riskten kaçınan bir tavrı var.

Obama yönetimi bir yandan kendi seçmediği ve kontrol edemediği bir çatışmanın içine sürüklenmekten özenle imtina ederken, öte yandan mevcut riskleri ve tehditleri de hem izole etmeye hem de yönetilebilir kılmaya çalışıyor. Bunu yaparken ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle mümkün olduğunca koordineli çalışması şart, bu durumda da Türkiye-İsrail ilişkilerinin kötülüğü Amerikan yönetiminin elini zorlar bir hale gelmişti. Türkiye’nin Ortadoğu’da son 90 yıllık tarihinin en aktif dış politikasını izliyor olması, bölgesel aktörlerin daha fazla sorumluluk almasını tercih etmesi itibariyle Obama yönetimi açısından gayet olumlu algılanıyor. Ancak bu politikanın İsrail aleyhine sonuçlar doğurması ABD’nin ulusal çıkarları açısından sorun teşkil ediyordu.

Obama yönetimi petrol piyasalarının istikrarı, İsrail’in güvenliği ve İran’ın nükleer silah sahibi olmasının önlenmesi gibi konuları önceleyerek bu konulardaki çıkarlarını yüksek maliyet ödemeden korumaya çalışıyor. Obama Suriye’ye müdahale çağrılarına da bu çerçevede bakıyor. İran’ın Suriye’deki etkisini kırmayı ulusal çıkar olarak gören bazı çevrelerin Suriye’ye müdahale etmeliyiz çağrılarına tam da bu yüzden direniyor. Obama’nın Esad rejimini kimyasal silah kullanımı veya Hizbullah gibi gruplara transfer etmesi konusunda kesin bir dille uyarmasını İsrail’in güvenliğini ulusal çıkar olarak tanımlayan yaklaşım çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Ayrıca Suriye’deki savaşın Golan’da istikrarsızlığa yol açması da İsrail’i tedirgin etmiş durumda. Ürdün, Lübnan ve Türkiye’nin de Suriye’deki krizden negatif biçimde etkilenmesi, ABD’yi bu müttefik ülkelere krizin sıçrama riskine karşı hazırlıklı olmaya itiyor. ABD İsrail’le birlikte Suriye’ye komşu ülkelerde krizin etkilerini kontrol etmeye çalışırken Türkiye ve İsrail arasında Suriye’ye ilişkin siyasi ve diplomatik koordinasyon yokluğunu önemli bir sorun olarak görüyor. Dışişleri Bakanı Kerry’nin Türkiye’ye bir ay içinde iki ziyaret yapması ve Türkiye-İsrail ilişkilerini canlandırmaya çalışması Obama yönetiminin Suriye konusunda daha fazla koordinasyon sağlama çabası olarak değerlendirilmeli.

ABD Suriye’de ne istiyor?

Şurası kesin ki ABD’nin Suriye’de dengeleri muhalefet lehine değiştirmek için gösterdiği çaba Türkiye’nin oldukça gerisinde kaldı. Suriye muhalefetine ‘öldürücü olmayan’ yardım ve eğitim veren ABD’nin Körfez ülkelerinden Suriye’de aşırı olmayan gruplara silah akışına göz yumduğu da biliniyor. Ancak bu çabalar rejimin ivedilikle devrilmesi için yeterli değil. Bu sebeple Amerikan politikasının aslında Esad rejimini devirmek üzere planlanmadığı sadece halihazırdaki çözümsüzlüğün devamını amaçladığı eleştirileri de yapılıyor. Suriye’de korunması gereken ‘hayati’ Amerikan çıkarı olmadığını savunan Obama yönetimine yakın analistler el-Kaide’nin yükselişi, kimyasal silahların kullanılması ve yayılması, Ürdün, Lübnan ve İsrail’in sınır güvenliği gibi konuları öncelemiş görünüyorlar.

Ortadoğu barışı ve Suriye konularında daha cesur adımlar atmak isteyen Kerry’nin Obama’yı ciddi bir politika değişimine ikna etmesi pek ihtimal dahilinde gözükmüyor. Başkan kendini ekonomik olarak toparlamaya çalışan ABD’nin İran ve Kuzey Kore gibi daha acil problemler dururken Suriye’yle dikkatinin dağılmasını istemiyor. Dış politika uzmanları arasında mevcut haliyle Suriye krizinin bölgesel güçler için getirdiği siyasi maliyet ve prestij kaybını ABD için avantaj olarak değerlendirenler bile var. Dolayısıyla Suriye meselesinin bir an önce çözüme kavuşmasının aslında ABD için acil bir mesele olmadığı hatta bundan kazançlı çıktığını savunuyorlar. Dolayısıyla ABD’nin Türkiye ile İsrail’in ilişkilerinin normalleşmesi konusundaki çabalarını ABD’nin Suriye politikasında ciddi bir değişikliğe gideceğine yormak isabetli olmayacaktır. ABD yönetimi için Suriye’de rejimin devrilerek yeni bir düzen kurulmasından ziyade krizin yönetilmesi ve bölgesel etkilerinin sınırlandırılması öncelik arz ediyor.

[email protected]