Komplo teorileri ve seküler mistisizm

Murat Güzel / Yazar
16.08.2014

Ne yapılırsa yapılsın, kişinin kendisinin değil “gizli, belirlenemez, düşman” bir figürün bütün yapılanları yönlendirdiği düşünülür. Eylemenin ve özne olmanın imkansızlaştırıldığı, anlamsızlaştırıldığı bir kertedir bu. Sonuçları sebeplere göre değil, sebepleri sonuçlara göre tespit eden bakış açılarıyla komplo teorilerinin bize sunduğu derin bir endişe, karamsarlık ve nihilizmdir eni sonu.


Komplo teorileri ve  seküler mistisizm
Güncel sosyal ve siyasi süreçleri analizlerde sık sık önümüze çıkan bir mesele komplo teorileri ve onları üreten komplo teorisyenleri. Bu teorilerin ve teorisyenlerin yaşadığımız süreçleri serinkanlı düşünmemize engel olduğu besbelli. Peki, bu teorileri üreten zihin yapıları nasıl analiz edilebilir? 
 
Çoğu komplo teorisinin üretiminde son derece kolaycı davranıldığı söylenebilir. Bu teorileri üreten zihin yapılarının ideolojik bazı angajmanlara sahip olmaları dolayısıyla söz konusu teorilerin de bağlanılan ideolojinin zihni kurgularının yeniden üretimi ve böylelikle tasdikine, yaşanan süreçlerin ideolojilerin önüne koyduğu “açıklanma” talebine bir karşılık olarak sağladıkları katkılar dolayısıyla tercih edildiklerini söyleyebiliriz. İdeolojik bağlıların yaşanan süreçlerin rakip siyasi ve fikri yaklaşımlara sağladığı avantajlı konumları berhava etmek, en azından güncel gelişmelerin bağlanılan ideolojiyi çürütücü etkilerini en aza indirmek maksadıyla üretilen komplo teorileri bu bakımdan belli bir rezervle yaklaşılması en kolay olan komplo teorilerindendir.
 
İdeolojik klişelerin doğrulanması maksadıyla olay ve olgular tercih edilen klişeye uygun hale getirilmek üzere eğilip bükülür ya da belki “olay ve olguları eğip bükme” gibi bir ölçüde zihinsel çaba sarf etmeyi gerektirmeyecek şekilde “olay ve olgular” imal edilir. Genellikle daha kolay olan ikinci yolun tercihi komplo teorilerinin yaşanan süreci ideolojik anlamını koruyacak şekilde açıklayıcı ve ikna edici gücünü zayıflatsa da ideolojik bağımlılıkları koyu militanların zaten ikna edilmeye teşne zihinsel ataletleri sebebiyle kolayca benimsenir. 
 
Sözgelimi Filistin’de HAMAS ve El Fetih arasında yaşanan tartışma sebebiyle sol ve sosyalist çevrelerin 1990’lı yıllarda ürettikleri HAMAS’ı İsrail’in FKÖ’yü bölmek için kurduğu bir örgüt olarak düşünmeleri bu türden bir komplo teorisidir. Ciddi her devletin kendine ait saydığı topraklar üzerinde yer alan ve kendisine muhalif olarak teşhis ettiği bu tür örgütsel yapılar içinde belli ölçülerde de olsa nüfuzunun bulunduğu gerçeğinden hareketle HAMAS’ı İsrail’in kurduğu bir yapı olarak lanse eden komplo teorilerinin kaçırdığı nokta aslında tam da dile getirdikleri gerçekte yatar. Sözde “ciddi bir devlet” olan İsrail’in, aynı ciddiyeti FKÖ’ye nüfuzu için gözetilmez, ancak söz HAMAS’a gelince HAMAS İsrail’in kurduğu bir örgüt olarak düşünülmeye çalışılır. FKÖ içindeki sol ve sosyalist tandanslı örgütlerle HAMAS arasında yaşanan ideolojik kavgada bu örgütlere Türkiyeli solcu ve sosyalistlerin yaptığı ideolojik bir yardım ve PR çalışmasına dönüşür böylelikle söz konusu komplo teorisi. Hem İsrail devletinin kuruluş sürecini, 1947-48’de Filistin’de yaşanan çatışmaları, hem HAMAS’ın tarihsel gelişimini, Mısırlı Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın HAMAS’ın kuruluşundaki etkin rolünü araştırma zahmetinden de kurtulur solcularımız.
 
Süper özneler icad etmek
 
Dünyada yaşanan tüm siyasi gelişmeleri neredeyse kadir-i mutlak, her istediğini kolayca kurgulayabilen ve yapabilen birtakım süper özneler icat ederek açıklamayı tercih eden komplo teorileri de en az ideolojik klişelere yaslı komplo teorileri kadar kolayca keşfedilebilen komplo teorilerindendir. Onların da güncel olay ve süreçleri açıklayıcı gücü ideolojik komplo teorileri kadar ikna gücünden yoksun ve mantıksal tutarsızlıklar, ispatlanması gerekenin öncül olarak kabul edildiği mantıksal tutarsızlıklarla maluldür. Bu tür büyük komplo teorisi yığınları arasında en gözdesi elbette Yahudilerin ve Yahudiliğin kadiri mutlaklaştırıldığı teoriler setidir. Yaşadığımız bütün olumsuzlukların, ekonomik ve siyasi kötü gidişatın, işsizliğin, enflasyonun, gelir adaletsizliğinin, orada burada yaşanan tüm çatışmaların, siyasi kavgaların ardında hep “Yahudiler”in parmağı aranır. Özellikle Türkiye’de Cevat Rıfat Atilhan’ın kitapları bu komplo teorilerinin klasikleşmiş biçimlerini yansıtan güzide eserlerdendir.
 
Bu tür görece basit komplo teorilerinden farklı olarak keşfedilmeleri daha güç, mantıksal tutarsızlıkları daha gizli, gündelik hayatımızda gerçekliğine şahit olduğumuz olgu ve olayları baz alan, siyasi ve sosyal açıdan yer yer son derece sağlıklı analizler içeren, psikolojik olarak kolayca ıskartaya çıkartamayacağımız komplo teorileri de vardır. Savunulan teorinin haklı çıkarılması için olgu ve olayları inceden inceye analiz eden, yorumlayan, bir araya getirilmesi son derece güç ve hatta imkansız birtakım ayrıntıları birbirine ulamada gösterilen tuhaf becerilerin sergilendiği muazzam bir alandır belki de teşhis etmeye çabaladığımız türden teoriler. Güncel olgu ve olayların üzerindeki “esrar perdesi”ni indirmeye çalışan, neredeyse çözülmesi zor bir cinayetin soruşturmasını yürüten dedektiflere has bir serinkanlılık ve titizlikle ipuçlarını tespit eden, bu ipuçlarını ilk anda makul gelecek şekilde yorumlayan ve bir diğeriyle ilişkilendiren, üzerimizde oluşturdukları etki bakımından da karşı çıkılamaz bir “hakikat”miş gibi duran bu teorilerin de çeşitli tipleri olduğunu söylemek mümkün.
 
Bu tip komplo teorilerinin hemen hepsinde olmasa bile büyük bir bölümünde benimsenen “sonuçlara dayalı açıklama modeli” bu tip teorilerin ilk göze çarpan kusurudur. Yaşadığımız olaylardaki “maijeur arcana”yı (sırr-ul ekberi) açığa vurmak üzere benimsenen rasyonellik tarzları ve “muhasebeci”lere özgü bir kâr-zarar çizelgesi eşliğinde olgu ve olayları yorumlayan bu tür teoriler gündelik hayatımızda aşina olduğumuz türden bir hesapçılıkla hareket eder: “Olayların böyle gelişmesinden kim kârlı çıkıyorsa bu olayların böyle gelişmesini tezgahlayan da odur.” Esasen bu bilgelikte de “kadir-i mutlak” birtakım özneler varsayılır, komplo teorisinin dile getirilişi boyunca varlığı bize duyurulan, analiz öncesinde de kimliğinin sarih olduğunu, ama analizin içerdiği retorik yapı gereği telaffuz edilmediğini düşündüğümüz bu “özneler”i ifşa etmek üzere geliştirilmiştir bu teoriler. Sonuca dayalı bu açıklama modeliyle siyasi ve sosyal gelişmelerdeki olumsallıkları hemence devre dışı bırakan bu komplo teorileri büyük ölçüde yaşadığımız olaylardan duyduğumuz dehşet duygusunun rehabilitasyonuna da yardımcı olurlar. Bu olayları bizim için normalleştirir, zaten varlıklarını bildiğimiz “olağan zanlıları” bizim için neredeyse “suçlulukları inkar edilemez” bir hale dönüştürürler. Arap Baharı esnasında Arap Baharı’nı oluşturan isyan dalgalarının arka planında ABD, AB vb. büyük devletleri gören komplo teorileri ya da 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırıları bizzat ABD’nin tezgahladığını varsayan teoriler bu türün en güzel örnekleridir.
 
Bu teorilerin sonuca dayalı açıklama modellerindeki aksaklık Yahudiler için üretilen komplo teorilerindeki “çaresizlik” duygusunu bize tekar yaşatır. Ne yapılırsa yapılsın, kişinin kendisinin değil “gizli, belirlenemez, düşman” bir figürün bütün bu yapılanları yönlendirdiği düşünülür. Eylemenin ve özne olmanın imkansızlaştırıldığı, anlamsızlaştırıldığı bir kertedir bu. Sonuçları sebeplere göre değil, sebepleri sonuçlara göre tespit eden bakış açılarıyla komplo teorilerinin bize sunduğu derin bir endişe, karamsarlık ve nihilizmdir eni sonu. Bu noktadan sonra komplo teorilerinde içerilen zihin yapılarının bir tür seküler mistisizmle yoğrulduğu bile düşünülebilir. Bu mistisizm içinde düşünme yetisinin uzlete çekildiği, komplo teorilerinin gerektirdiği meditasyondan ötesine asla geçilemeyen, sebep ve sonuç ilişkilerini kısa devreye uğratmadan zahmetlice de olsa çözümlemeyi öneren bakış açılarına kapıları büsbütün kapatan bir mistisizm. Peki bu seküler mistisizme karşı nasıl bir tavır almalı?
 
Korkularımızın besini
 
“Kağıt olan yerde üçkağıt da vardır.” Teşhis İsmet Özel’e ait. Hayatın olağan akışı içinde rastlanabilecek, belki de sadece hayret duygumuzu harekete geçirmekle yetinsek yerinde bir tavır sergileyeceğimiz olumsuzlukları ve tuhaflıkları bile bizim için sıradışılaştıran, bu olumsuzlukların arkaplanına birtakım “ecinniler”i yerleştirerek düşünme gücümüzü dumura uğratan, bizi yaşadığımız hayatlara sahip çıkmaktan alakoyan komplo teorileri belki de en çok eyleme ve özne olmaya dair taşıdığımız korkudan beslenir. Kurulan tuzakları belirlemeye çalışmak başkadır, bütün bu tuzakları gayrışahsileştirip tuzak kuranları neredeyse kadir-i mutlak, olaylardaki tüm akışa hakim bir konuma getiren birer teori haline dönüştürmek başka. Çünkü biliyoruz ki eğer bir tuzak varsa kurulan tuzaklardan daha hayırlısı bizzat tuzakçılara kurulur. Çünkü “Allah tuzakların en hayırlısını kurar.”