‘Liberal demokrasi’ hegemonyası

Ömer Aslan - Bilkent Üniversitesi
22.06.2013

Birkaç yıl önce AK Parti Hükümeti’nden Türkiye’nin geleneksel Batı merkezli dış politika yöneliminden sapmadığını kanıtlamasını bekleyenler, muhafazakar demokrat olduğunu yıllar önce beyan etmiş hükümetten şimdi de liberal demokratlık yemini bekliyorlar.


‘Liberal demokrasi’ hegemonyası

Mayıs’ta barışçıl yöntem ve çevre hassasiyeti ile başlayan ancak polisin orantısız güç kullanımı sonrasında yayılmasıyla marjinal grupların kendi gündem ve amaçlarına esir düşen Gezi Parkı eylemlerinin bir nedeninin de hükümetin halkın bir kesiminin yaşam tarzını ilgilendiren konulardaki söylemi oluşturdu. Gezi Parkı eylemcileri ile yapılan bir anket eylemcilerin yüzde 58’inin özgürlükleri kısıtlandığı için protestolara katıldıklarını ortaya koymaktadır. 

Bu özgürlük mücadelesine destek veren kesimler, eylemcilerin post-endüstriyel liberal değerleri savunduklarını, dolayısıyla sağlıklı ekmek ve üç çocuk sahibi olmanın Başbakanca teşvik edilmesini ve sigara içebilecekleri yer ve alkol satın alabilecekleri mekan ve saatlerin hükümetçe belirlenmesini istemediklerini belirtmekteler. Örneğin, Nilüfer Göle, ‘hükümetçe dile getirilen bazı ahlak temalarının muhafazakar demokratlığı değil, geçmişin tutucu, “yobaz” kategorisini çağrıştırdığı’ ifade etti. Yani bir bakıma, 2009 ve 2010 yıllarında koparılan ‘eksen kayması’ iddialı ‘Türkiye’nin İslamileşmesi’ tartışması yeniden alevlendirilmiş gibi duruyor. Birkaç yıl önce ‘eksen kayması’ iddiasıyla AK Parti Hükümeti’nden Türkiye’nin geleneksel Batı merkezli dış politika yöneliminden sapmadığını kanıtlamasını bekleyenler, bugün muhafazakar demokrat olduğunu yıllar önce beyan etmiş hükümetten liberal demokratlık yemini etmesini bekliyorlar. Bu beklenti ise, birey, toplum, haklar ve özgürlükler tasavvurlarıyla halka inemeyen, inmeye çalıştıklarında ise savundukları bazı değer ve doğruları halk nezdinde genel bir kabul görmeyen kesimlerin, özellikle de liberallerin, diğer siyasal partilere eklemlenerek kurmaya çalıştıkları liberal entelektüel hegemonyaya işaret ediyor.

Demokratlar ne kadar demokrat?

Türkiye’de liberal kesim partileşip seçimlere katılarak savunduğı politika ve değerler üzerinde seçmen mührünü arama gereği hissetmedi, birkaç kez sandığa gittiklerinde ise milletten itibar görmedi. Tek makbul demokrasinin liberal demokrasi olduğu şeklindeki Batılı anlayışın da desteği ile kendi değer ve doğrularını diğer partiler üzerinden hayata geçirmeye çalıştı. Bu araçsal bakışlarının en güzel örneğini de kuruluşundan bu yana AK Parti ile ilişkilerinde geliştirdikleri tavırda görmek mümkün oldu. AK Parti Hükümeti, liberal kesimlerin de tereddütsüz desteklediği Avrupa Birliği reformlarını yapar, askeri ve bürokratik vesayetle mücadele eder ve Kürt sorununun çözümü için çaba gösterirken, liberaller için ideale yakın bir partiydi. Kuruluşundan bu yana muhafazakâr demokrat parti olduğunu açık seçik beyan etmiş olan AK Parti, eski Türkiye ile yüzleşme ve mücadele dönemlerinde muhafazakâr demokrat olmayıp sadece demokrat kaldığı sürece idare edilebilirdi. Ama yeni bir Türkiye inşası döneminde AK Parti’den muhafazakâr demokrat kimliğini seçim beyannamesi sayfalarında bırakması, reel politikada liberal demokrat gibi davranması beklenmektedir. Bu nedenle de alkol düzenlemesi, din öğreniminin teşvik edilmesi, üç çocuk teşviki ve kürtajın Başbakanca ‘cinayet’ olarak değerlendirilmesi sonrasında liberal kesimden “postmodern otoriterlik”, “müdahaleci püritenizm” suçlamaları duyulmaktadır.  “Değer yargıları üzerinden bir adım atamıyorsunuz. Sadece ekonomik yatırımlar yapabiliyorsunuz. Mesele kültürel değerlere gelince problem çıkıyor. Siz ortaya seçim beyannamesi koyuyorsunuz. Sen iktidara gel CHP gibi hareket et. O zaman CHP iktidara gelir” derken Başbakan’ın Danışmanı Yalçın Akdoğan da bu suçlamaların anlamsızlığına dikkati çekiyor. AK Parti’ye yönelik bu araçsal bakışın izlerini El-Cezire’nin son günlerde Gezi Parkı eylemleri ve AK Parti Hükümeti ile ilintili telaffuz ettiği şu cümlede de görmek mümkün: “Türkiye’nin Başbakanı bir zamanlar demokratik reformlar yaptığı için övülüyordu ancak muhalifleri onu şimdi bu becerisini kaybetmekle suçluyorlar.” 

Liberal demokrasi tahakkümü paradoksal şekilde demokrasiyi, en başta da çok partili demokrasiye sahip olmayı anlamsız kılmaktadır. Çok partili demokrasilerde toplumun farklı kesimlerinin benimsediği farklı değer ve doğruların kendilerini özgür bir şekilde halka anlatmaları, halkın geri kalanını ikna etmeye çalışmaları ve bu alternatif değer ve doğrular ışığında da seçimler vasıtasıyla demokratik bir yarış içerisine girmeleri arzu edilmektedir. Belli değer ve doğruları temsil ederek seçilmiş olan hükümetlerin ise, diğer fikir ve tasavvurların dile getirilmesini hiçbir şekilde kısıtlamadan, toplumsal politikalar izleyebilmesi demokrasinin gereği ve doğal sonucudur. Aksi takdirde, seçilmiş muhafazakâr hükümet, “bireyin tabutu değil beşiği” olarak toplum, “fiziksel ve ahlaki iki parçadan oluşan bir bütün olarak birey”, “geleneğin ve toplumsal değerlerin taşıyıcısı olarak aile” ve ‘adet, gelenek, görenek, ahlak ve din gibi toplumsal normlar bütünü’ içinde algıladığı özgürlük tahayyülleri doğrultusunda politikalar izleyemeyecekse çok partili demokrasiye sahip olmanın anlamı ve mantığı ne olacaktır? 

Liberal nesil projesi

Toplumda farklı değer ve doğruların olduğu görüşünü paylaşan liberaller, bu değer ve doğruların birbirleriyle kıyaslanamaz doğrular ve iyiler olduklarını ve her şeye rağmen farklı, zaman zaman da çatışan değerlerin bir şekilde uzlaştırılabileceğini de iddia ederler. Raymond Geuss’un da dediği gibi, “liberalizmin kabul ettiği birden fazla yaşam biçiminin açıkça itiraf edilmeyen bir ahlaki öneme sahip, geniş bir uzlaşmaya mücehhez olduğu varsayılır.” Ancak bu ‘liberal nas’ çoğu zaman bir illüzyondan ibaret kalmaktadır. Fransa’da eşcinsel evlilikler meselesinde olduğu gibi, farklı doğrular arasında uzlaşmanın sağlanamadığı durumlarda, liberal kesimin de savunduğu değer ve doğru demokratik Fransız hükümeti tarafından yüz binlerin itirazına rağmen yasalaştırıldığında, muhalif kesimlerden meşru hükümetin yasasına saygı göstermeleri beklenmektedir. Ancak demokrasinin gerektirdiği bu türden bir saygı bazı kesimlerin itirazlarına rağmen seçim vaatleri doğrultusunda muhafazakâr politikalar izlediğinde Türkiye’nin muhafazakâr hükümetinden nedense esirgenmektedir.  Başbakan Erdoğan’ın ‘dindar nesil’ dileğine tepki gösteren kesimler, ‘bilimin ışığından sapmayan, rasyonel ve eleştirel düşünen nesiller’ yetiştirmenin daha doğru ve daha değerli olduğu noktasında hiçbir şüpheye sahip değildir. Halbuki ‘dünyevi olan’ ‘kutsal olan’dan a priori olarak üstün varsayılmadığı sürece, açıkça söylenmeyen liberal nesil projesinin muhafazakar nesil projesinden hiçbir ontolojik üstünlüğü yoktur. Buna ek olarak, dindar nesil söyleminde topa tutulması gereken bir ‘toplum mühendisliği’ tehdidinden şikayet edilirken, liberal bir hükümetin iş başına gelmesi halinde, doğruluğuna inandığı birey, haklar ve özgürlükler görüşlerini teşvik ederek toplum mühendisliğine girişmeyeceği, ‘liberal bir toplum modeli’ inşa etmeye çalışmayacağı imajı verilmeye çalışılmaktadır. Ancak Alasdair MacIntyre’ın da dediği gibi, “liberal bireyciliğin de güce eriştiğinde kültürel, siyasal, yasal ve sosyal olarak empoze etmekten çekinmediği bir ‘iyi’ anlayışı bulunmaktadır ve böyle yaparken mevcut diğer ‘iyi’ tahayyüllerinin kamusal alanda ifade bulmasına karşı hoşgörüsü de oldukça sınırlıdır.” 

Alternatif moderniteler

Yukarıda anlatılan gerekçelerle liberal demokrasi tahakkümü, hangi kesimden gelirse gelsin, akademik çevrelerde umutla bahsedilen ‘alternatif/çoklu moderniteleri’ de imkansız kılmaktadır. Bu kavram, çoktan çöpe atıldığına inanılan ‘modernizasyon teorisi’nin iddia ettiği ‘tekil Batı modernitesinin yönü önceden tayin edilmiş yayılımı’ iddiasının aksine modernitenin kültürel programının tüm ülkelerde yeknesak tezahür etmek zorunda olmadığı iddiasına dayanmaktaydı. Samuel Eisenstadt’ın deyimiyle ‘toplumlar moderniteyi, kendi kültürel kodları, gelenekleri ve tarihi tecrübeleri ile Batılı emsalini bire bir taklit etmeyerek kurup yaşayabileceklerdi’. 

Ancak Türkiye’nin muhafazakâr demokrat hükümeti, serbest ve adil seçimlerden aldığı yetki ve otoriteyle Batı modernitesinin otonom birey, kısıtlayıcı toplum, ucu açık haklar ve özgürlükler tasavvuruna alternatif olarak, kendi benimsediği tahayyüllerini teşvik edecek sosyal politikalar geliştiremeyecekse, ‘alternatif/çoklu moderniteler’ hayalden öteye gidemeyecektir. Konuya bu zaviyeden bakınca, kişilerin alkole erişim özgürlüğünü tamamen engellemediği ve üç çocuk teşvikini yasal zorunluluğa dönüştürmediği sürece, muhafazakâr demokrat bir hükümetin bu ve benzeri politikalar geliştirmesi ve muhafazakâr söylemlerde bulunması çok partili demokrasilerin en tabii sonucudur ve gerekliliğidir. 

Gezi Parkı eylemleri vesilesiyle hükümetin ülke içerisinde ve dışarısında kendisine ‘illiberal demokrasi’ suçlamasında bulunan kesimlere vermesi gereken iki önemli mesaj bulunmaktadır: ‘muhafazakar demokrasi’ en az ‘liberal demokrasi’ kadar anlamlıdır ve demokrattır; birçoklarının sandığının aksine, demokrasi, muhafazakar demokrat hükümetlerin muhafazakar politikalarının hükümete yönelik otoriterlik suçlamalarına çelişkiye düşmeksizin, meşru bir zemin oluşturabileceği bir rejim de değildir.

[email protected]