‘Mahalle baskısı’nın yeni sürümü

Murat Güzel/Yazar
26.07.2014

Tercih ve beğeni adacıkları, kendi tercih ve beğenilerini ‘dayatma’ hususunda benimsedikleri tavırlarla “elektronik kamusallığı” da tehdit ediyorlar. Yaşadığımız gerçekliğin virtüel yüzünde de faşizmin izlerini görmek bu açıdan çok üzücü.


‘Mahalle baskısı’nın yeni sürümü

Mahalle baskısı” Şerif Mardin’in Türkçe’ye armağan ettiği bir deyim. 2002’de iktidara gelen AK Parti’ye karşı başlatılan medyatik kampanyaların “Malezyalılaşma” aşamasının hemen akabinde tedavüle sokulmuş bir deyim. Bu itibarla “Tehlikenin farkında mısınız?” tarzı ajit-provokatif niteliği daha açık diğer muhalif kampanyalara nazaran sosyolojik gözleme dayalı olduğu kolayca savlanabilecek bir deyim. Bize kalırsa o dönem gözlemden ziyade çarpıtma boyutuyla işlevli hale getirilen, gözleme konu olgu ve olayların amaca matuf budama, ekleme, yorumlama ve çarpıtmalar aracılığıyla desteklediği argümanlara, ayrıca “mahalle”nin bir metafora dönüştürülmesi aracılığıyla verilen destek sayesinde işlevini artıran bir deyim aynı zamanda. Modernleşmiş bir toplumda artık klasik anlamıyla “mahalle kültürü”nün kalmadığı, bu anlamda bir “mahalle baskısı”ndan da rahatça söz edemeyeceğimiz şeklindeki karşı eleştirileri savuşturmak bakımından “mahalle”nin metaforlaştırılması handiyse önemlidir.

Bu açıdan deyimi ilk kullanıldığı, işlevli hale getirildiği özgül tarihsel-toplumsal bağlamdan özgürleştirerek düşünüldüğündeyse, “mahalle” metaforuyla atıfta bulunulan ve sözün kudretli etkisinin egemenliğindeki kültürel vasatlarda bir anlamı olduğunu varsayabileceğimiz, sözlü kültürden yazılı kültüre doğru iktidar ve disiplin pratiklerinin bilindik kılık değiştirip incelmesine has bir değişime konu edebileceğimiz bir içeriği bize ima eder görünen bir deyim. Bu aynı zamanda metafordaki anlam değişmesine, yani onun atıfta bulunduğu varsayılan “kültürel bağlam”daki değişmeye işaret etmeyi de gerekli kılan bir bakış açısıdır bu.

Sözel linç kampanyası

Açıkça söylemek gerekirse artık Türkiye’de geleneksel anlamda, benzer kültürel örüntülerle temayüz eden tek bir mahalleden bahsedilemez. Peyami Safa’nın Fatih ve Harbiye ile simgeleştirdiği, temelde Doğu-Batı kültürel farklılaşmasının açıklayıcı gücüne ya da ona benzer başka ikili açıklama modellerine dayalı bir çoğullaşma değil bahsettiğimiz. Birbirinden farklı tercih ve beğeni adaları belki de bu çoğullaşan “mahalle”ler. Ve elbette mahalle dediğimiz andan itibaren ilk kullanımında taşıdığı anlamları biraz yansızlaştırarak tekrar tedavüle sokabileceğimiz bir deyim olarak “mahalle baskısı” bütün bu beğeni ve tercih adacıklarının hemen hepsinde işliyor. Tercih ve beğeni adacıkları olarak adlandırmaya çalıştığımız “mahalle”lerin her biri “tercih ve beğeni” deyişimize de imkan tanıyan birer “kanaat adacıkları” bir yerde. O yüzden bu adacıklardaki kanaatleri sıkılaştırmaya yarayan iktidar ve disiplin mekanizmaları da birbirinden farklı. Tercih ve beğeni adacıklarında işleyen “iktidar ve disiplin mekanizmaları”nın niteliği de bu “adacıklar”ın demokratik değer ve kültüre yaptıkları katkı ya da verdikleri zararı ölçümlemede önemli bir tutamak noktası sunuyor.

Bu noktada bir örnek olarak sosyal medyada son yaşananlara değinebiliriz. Patenti Şerif Mardin’e ait “mahalle baskısı” deyiminin tekrar kullanılabileceği türden bir ortam sağladı çünkü bu son gelişmeler. Başbakan ve Cumhurbaşkanı Adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın Vizyon Belgesi Toplantısı ve hemen ardından AK Parti İstanbul İl Teşkilatı’nın iftar programına katılan ünlü isimlere yönelik bilhassa sosyal medya kaynaklı hakaretamiz saldırılar ve sözel linçler “mahalle baskısı” deyimini yeniden gündeme taşıdı. Ancak yukarıda değindiğimiz gibi, Erdoğan karşıtı bloka biriken farklı “beğeni ve tercih adacıkları”nın iktidar ve disiplin mekanizmaları da birbirinden farklıydı. Bir kısmı sevip saydığı ve takip ettiği “ünlü”nün Erdoğan’ın toplantısına katılmasını doğru bulmayarak kendi siyasi kanaatleri doğrultusunda bu katılımı eleştirdi, ancak “ünlü”lere gösterilen tepkinin büyük bir kısmını hakaretamiz ifadeler, galiz küfürler ve sözel linç girişimleri oluşturdu. Erdoğan karşıtı blokta toplanan farklı tercih ve beğeni adacıkları arasındaki üslup ve ifade uyuşmazlığını yansıtması bakımından da ilginçti bu durum. “Sözel linç”e aynı beğeni ve tercih adacıklarının içinden yeterince güçlü tepkinin gösterilmemesi ise üzerinde dikkatlice durulması gerekli bir husus.

Sosyal-medya mahallesi

Öte yandan eski “mahalle”lerin yerini şimdilerde “sosyal medya”da oluşan farklı “beğeni ve tercih adacıkları”nın aldığı besbelli. Bir nevi “elektronik sokak ve kafeleri” ve hatta “elektronik kamusallığı” temsil ettiğini düşünebileceğimiz sosyal medyada oluşan bu “beğeni ve tercih adacıkları”nın iktidar ve disiplin mekanizmalarının başlıcası elbette takip, blok, spam, RT, “beğen!”, “paylaş” butonları... Bu “beğeni ve tercih adacıkları”nın her birinin herhangi bir konuda kendi kanaati ve görüşü doğrultusunda bu mekanizmaları “ikna” amaçlı kullanmasında şimdilik bir sorun görmüyoruz. Bu mekanizmaların sözel şiddete ve lince kurban edilmesi asıl sorun.

Sevdiği, beğendiği ve twitter, facebook gibi sosyal medya ortamlarında takip etmeye değer gördüğü “ünlü”nün herhangi bir eylemini onaylama ya da onaylamama gibi bir tercihe sahip olmasında herhangi bir mahsur olmayan bazı takipçilerin bu “ünlü”yü sevip saymalarından kuşkuya düşmemize yol açacak denli hakaretamiz ifadeler, galiz küfürlerle söz konusu katılıma gösterdikleri tepkiler farklı tercih ve beğenilere, demem o ki farklı kanaatlere sahip insanların kendi tercih ve beğenilerini, kendi kanaatlerini ifade etme yollarındaki mekanizmalarda içerilen “sözel şiddet”in işaret ettiği sorunları, dahası bu “adacıklar”ın sahip olduklarını iddia ettikleri “özgürlükçü” (doğrusu özgürleşimci olacak!), “demokratik” değerlerin niteliğini de tartışmak gerektiğini gösteriyor. Çünkü karşıtı olduğunu savladıkları kanaatlere atfettikleri şey kendi yaptıklarından pek farklı değil. Sosyal medya ortamlarında Erdoğan’ın toplantılarına katılan “ünlü”lere galiz küfürlerle hakaret edenlerin kendilerini “demokrat” ve “özgürlükçü” bir anlayışa sahip kişiler olarak görmelerindeki ironi kastettiğimiz. Yeri gelmişken, bu tercih ve beğeni adacıklarının tutumlarına bakarak “İyi ki ‘mahalle baskısı’ diye bir deyimi Türkçe’ye armağan etmiş Mardin hoca, yoksa şimdilerde küçük küçük sosyal mahalle diktatörlerinden bahsetmemiz gerekecekti” diye düşünmenin yanlış sayılmaması gerektiği söylenmeli.

Bazı tercih ve beğeni adacıklarının kendi kanaatlerini sözel şiddete başvurmadan ifade edememelerini bir “mahalle baskısı” olarak değerlendirmenin doğruluğu ve yanlışlığını tartışmadan bu “iletişimsel arıza”nın hep “o bazı kanaat sahipleri”nden kaynaklanması yeterince ilginç. Aslında benimsedikleri “sözel şiddet”le konvansiyonel medyada yazıp çizen bazı kanaat ortaklarıyla da aynı minvaldeler hiç kuşkusuz. Konvansiyonel medyada yazıp çizenlerin bulundukları ortamda hukuki çerçeve içinde kullanılabilecek en ağır hakaretleri seçimlerde Erdoğan’a ve partisi AK Parti’ye oy veren seçmenleri aşağılamak maksadıyla kullandıklarını hatırlarsak sosyal medyadaki sözel şiddetin kökenleri hakkında da bir fikre sahip olabiliriz. Konvansiyonel medyada kullanılmasında hukuki müeyyideler bulunan ifadelerin daha ağır biçimlerini bile sosyal medyada muarızlarına karşı kullanan bu “tercih ve beğeni adacıkları”nın demokratik değerlere ve olgunluğa sahip olmadıkları, bu değerlere ve olgunluğa bu çerçevede herhangi bir katkı sağlamayacakları konusunda kuşku yok. Bu tercih ve beğeni adacıkları kendi tercih ve beğenilerini “dayatma” hususunda benimsedikleri tavırlarla “elektronik kamusallığı” da tehdit ediyorlar. Yaşadığımız gerçekliğin virtüel yüzünde de faşizmin izlerini görmek bu açıdan çok üzücü.

[email protected]