Medeniyet söylemi ve üç hesaplaşma

Doç. Dr. BURHANETTİN DURAN/İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
6.10.2012

AK Parti iç içe geçen ve birbiri ile yoğun şekilde etkileşen üç hesaplaşmanın (İslamcılık, Kemalizm ve bölgesel dengeler) getirdiği üç meydan okumaya cevap aramaktadır.


Medeniyet söylemi ve üç hesaplaşma

Başbakan Erdoğan AK Parti’nin 4. Olağan Büyük Kongresi’nde yaptığı vizyon konuşmayla partisinin ideolojik yönelişi ve Türkiye siyasetinin geleceğine ilişkin bir tartışmayı başlattı. Yapılan analizlerde AK Parti’nin ekonomik kalkınma ve somut projelere odaklanan “hizmet” vurgusunun yerini “ideolojinin”, “misyonun” almakta olduğunun altı çizildi. Kimi yazarlar Başbakan Erdoğan’ın “büyük milletin” tarihi sembollerine atıf yapan duygusal konuşmasını yeni bir “Türk-İslam sentezi” arayışı olarak okudular. Kürtlerle Türklerin ortak geçmişine ve birlikteliğine işaret eden ve 1071 Malazgirt’in bininci yılını hatırlatan 2071 vizyonu da bu değerlendirmenin somut delili olarak gösterildi. Ayrıca konuşmada muhafazakar ve dini değerlere daha fazla değinilmesi de bazı analizlerde “yeni bir milliyetçiliğin” şekillenmesi olarak sunulurken bazı analizlerde ise din ile siyasetin arasındaki ilişkinin “normalleşmesi” olarak ele alındı.

Bütün bu yorum ve analizler aslında Türkiye’nin son on yılına damgasını vuran AK Parti’nin üç önemli geçmişle hesaplaşmasının muhasebesine işaret etmektedir: a) Partinin kurucularının büyük kısmının içinden geldiği Milli Görüş Hareketi b) Cumhuriyet dönemini şekillendiren Kemalizm, c) Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra şekillenen ve Arap Baharı ile büyük bir dönüşüme giren bölgesel düzen. Bu hesaplaşmanın ideolojik ve siyasal çerçevesinin adı olan “muhafazakar demokrasi” Osmanlı-Türk modernleşmesinin alternatif ideolojik çizgilerini oluşturan İslamcı, milliyetçi, Batıcı ve Osmanlıcı öğeleri yeniden harmanlamaktadır. Bahsedilen tarz-ı siyasetlere ait kavram ve semboller vurgusu dönemsel ihtiyaçlara göre değişen bir dinamizmle medeniyet söylemi içerisinde sunulmaktadır. AB momentinde “Batıcı” görünen, şimdilerde ise “ümmetçi” ve “Ortadoğulu” görünen AK Parti dönemin ruhuna uygun bir vurguyu, diğerini terketmeden, öne çıkarmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın uzun kongre konuşmasında “muhafazakar demokrasi” kavramı iki kere geçerken medeniyet kelimesi on dört defa yer aldı. Bazen milli-manevi değerlerin temeli olarak, bazen Ortadoğu ve İslam dünyasına ait olmanın tespiti olarak bazen de ortak insani değerlerin adı olarak geçmektedir. Medeniyet kavramının AK Parti ideolojisinde merkezi bir konuma sahip olması ve çok katmanlı (milli-İslami-evrensel) kullanılması yeni bir şey değil. İktidara geldiği 2002’den 2006’ya kadar AB sürecini Türkiye’nin demokratikleşmesinin ana motoru olarak kullanan AK Parti Batı ile entegre olmayı medeniyetlerin birlikteliği olarak savunmuştur. Yine aynı dönemde İslam dünyasına demokrasinin ve insan haklarının önemini anlatırken de benzer bir kavramlaştırma söz konusuydu.

Yine son dönemde Arap Baharı’nın getirdiği bölgesel dönüşümü yönetme çabası sırasında dile gelen ortak İslam medeniyeti söylemi dikkat çekmektedir. Medeniyet kavramlaştırması bu defa Ortadoğu’da mezhepçiliğe dayalı bir kutuplaşmanın ve çatışmanın önüne geçmek için seferber edilmektedir. Bu kavramın muğlak olması kullanışlılığını ve çekiciliğini artırmaktadır Selçuklu ve Osmanlı sultanlarına referansla Türkiye’yi “büyük millet” ve “güçlü devlet” olarak tasavvur eden Başbakan Erdoğan milliyetçi ve Osmanlıcı (35 ülkedeki şehitlik gibi) renkleri yine medeniyet kavramının yardımıyla harmanlamaktadır.

Selçuklu vurgusu Kürtleri Türklerle birlikte düşünen “büyük millet” anlatısının bir parçası olarak temayüz etmektedir. Filistin meselesini sahiplenen, İsrail’e sert tavır koyan AK Parti dış politikası Somali ve Arakan’dan Suriye’ye ümmetin menfaatlerini koruyan bir siyasetini de medeniyet sorumluluğu olarak meşrulaştırmaktadır. Mısır Cumhurbaşkanı M. Mursi’nin konuşması, Hamas lideri Halid Meşal’in kongrede gördüğü büyük ilgi ve Erdoğan’ı “İslam aleminin de bir lideri olarak” sunması bu siyasetin bölgesel düzlemde de karşılık bulduğunu düşündürmektedir. Yine Nahda lideri R. Gannuşi’nin “AK Parti Türkiye’yi belki 100 seneyi aşkın süredir tarihin marjında yürüdükten sonra ümmetin kalbine taşıdı” ifadesi de benzer bir tespittir.

Kuşkusuz, medeniyet söyleminin muğlaklığının ve dönemsel vurgu kaymalarının sıkıntıları Erdoğan’ın güçlü liderliği ile taşınabilmektedir.

Milli Görüş ile hesaplaşma

Kuruluşundan itibaren kendisini titizlikle ve sürekli olarak Milli Görüş Hareketinden ayrıştıran AK Parti 28 Şubat sürecinin getirdiği güvenlikleştirmenin yanı sıra Refah Partisi’nin Batı karşıtı üçüncü dünyacı İslamcılığı ile de hesaplaşmıştır. İslam’ın bir devlet-siyaset projesi olduğu iddiasını terk eden AK Parti Batı ile ilişkileri de karşıtlık düzleminden “eleştirel entegrasyon” diyebileceğimiz bir yere taşımıştır. Bu yeni yaklaşım bu partinin İslam dünyasında model olarak görülmesinin arkasında yatan sebeplerden birisidir. AK Parti’nin Batı siyaseti hep iki unsuru içermiştir. Bunlardan ilki demokratikleşme, insan hakları, kalkınma ve elbette reel milli çıkarlar bağlamında Batılı ittifakın içinde olmaktır. AB sürecinin sahiplenilmesi ve ABD ile ittifaka verilen önem bunun göstergeleri olmuştur. İkinci unsur ise Ortadoğu’daki ve uluslararası düzendeki adaletsizliğe dikkat çekerek Batı’yı eleştirel tutumudur. Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e verilen sorumsuz destek ve İslam karşıtlığı konularındaki Batı eleştirisi bu tutumun örnekleridir. Uluslararası kuruluşlarla entegre ancak gerektiğinde insanlık vicdanına adalet hatırlatması yapan bu yeni yaklaşım Mısır ve Tunus’ta iktidara gelen İslamcı hareketlerin dönüşümüne örnek teşkil etmektedir. Erdoğan’ın kongre konuşmasında partisinin köklerine Erbakan’ı da eklemesi İslamcılıkla hesaplaşmasının yeni bir evresine girdiğini düşündürmektedir. Ergenekon ve darbe girişimlerinin yargı sürecine sokulması ile Türkiye’de darbeler döneminin sona erdiğini söyleyen AK Parti siyasetin güvenlikleştirilmesine son verdiğini ilan etmektedir. Dini eğitim (liselerde Kur’an ve Siyer derslerinin seçmeli ders olması) ve dini özgürlükler (başörtülü öğrencilerin üniversitelere girebilmesi) alanında yasakların kalkması örnek olarak verilmektedir. Erdoğan’ın konuşmalarında İslami referansların artması da bu meyanda hatırlanabilir. Bu yeni durum AK Parti’nin kurmakta olduğunu söylediği yeni Türkiye’de İslamcılığın normalleştirilmesidir. Diğer bir deyişle İslami sembol ve referansları kamusal alandan tasfiye eden Kemalizmin fakirleştirici etkilerinin telafi edilmesidir.

Restore ile yeniden inşa arasında

AK Parti Kemalizmin vesayetçiliği ile hesaplaşmasını öncelikle AB sürecini sahiplenerek yapmıştır. Bugünden bakıldığında net olan şey şudur: Uyum paketlerinin sivil-asker ilişkilerini birinciler lehine dönüştürmesi ile başlayan süreç, Balyoz, 12 Eylül ve 28 Şubat davaları ile sonuçlanmıştır. Böylece Kemalist seçkinlerin hegemonyasını tasfiye eden AK Parti siyasal sistemin merkezine yerleşmiş ve kendi geleceği ile Türkiye’nin gidişatını biraraya getiren bir güç temerküzünü başarmıştır. Bununla birlikte hem hükümette olma hem de Kemalizme muhalefette olma lüksünü de büyük ölçüde kaybetmiştir. Erdoğan’ın CHP’ye sıklıkla yakın tarihi hatırlatan suçlamalarda bulunması Kemalizmle olan hesaplaşmanın (maliyeti düşük getirisi yüksek) siyasetini sürdürme gayreti olarak görülebilir. Ancak CHP’ye yöneltilen eleştirilerin Kemalist merkezin tasfiyesinden oluşan boşluğu uzun süre doldurması beklenmemelidir. Bir yandan “öteki olarak Kemalizm” gittikçe silikleşmektedir diğer yandan da AK Parti Kemalist yapıyı kendisi kullanarak restore etmekle eleştirilmektedir. “İleri demokrasi” söylemine rağmen AB perspektifini kaybetmekle ve gittikçe otoriterleşmekle suçlanması örnek olarak verilebilir. Daha da önemlisi Kemalizmin tektipleştirici ve dışlayıcı ulusçuluğunun yerine “yeni Türkiye’yi” kuracak yeni bir siyasal dil ve üst kimlik oluşturulamamıştır. Kürt sorununu da çözecek yeni bir toplumsal-siyasal mutabakatın taşıyıcısı olması beklenen AK Parti henüz yeni bir vatandaşlık tanımı getirememiştir. Ulusçuluk Türkiye’ye dar gelmektedir ancak yerini ne alacaktır. Malazgirt’ten günümüze ortak “medeniyetin” mirasçıları olmak ve İslam kardeşliği birlikte yaşamayı kolaylaştıran söylem unsurları olarak görülebilirse de Kürt milliyetçilerinin ulusçu taleplerini karşılamada yeterli olmayacaktır. Kürt milliyetçileri haricinde Kemalizmin diğer etnik gruplardan bir Türk milleti yaratmada kayda değer bir başarı elde ettiği de söylenebilir. Mustafa Kemal’in milli bir sembol olarak önemi de buna eklenmelidir. Böyle bakıldığında AK Parti’nin Kemalizmi restore ile tasfiye ya da yeniden inşa arasında yaşadığı paradoks belirginleşmektedir. Erdoğan’ın konuşmasında “Gazi” Mustafa Kemal’e ve 1923’teki “kuruluş ruhuna” vurgu yapması hem bu paradoksa hem de duyulan ihtiyaca işaret etmektedir.

Kemalizmin I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan bölgesel düzenle hesaplaşmak gibi bir derdi olmadı. Osmanlı bakiyesi ülkelerin ve halkların sorunlarına da bulaşmamaya özen gösterdi. Ancak 1990’lı yıllar Türkiye’nin terör sorunu sebebiyle kendisini bölgeden izole edemediğini gösterdi. AK Parti’nin stratejik derinliğe sahip yeni dış politikası bölgenin sorunları ile yüzleşme iddiasına sahip çıktı. Komşularla sıfır sorun kavramlaştırması ile bölgesel entegrasyonu hedefleyen bu politika temelde bölgesel statükoyu karşısına almadan ilişkileri geliştirmeyi seçti. Ancak Arap Baharı sadece Ortadoğu’da dengeleri değiştirmedi. Türk dış politikasının da yumuşak güç unsurları ile gündeme getirdiği bölgesel liderlik iddiasının sınavı haline geldi. Tunus ve Mısır devrimlerinde hakların yanında yer alan AK Parti Suriye’deki Esed rejiminin halkına uyguladığı katliama sessiz kalmayarak muhalefeti aktif bir şekilde destekledi. Arap halklarının adalet, onur ve refah taleplerinin bölgedeki düzenin değişmesini gerektirdiği ortada. Bununla birlikte Suriye örneğinde olduğu gibi değişim taleplerinin getirdiği çatışmaların nasıl yönetileceği sorusu yakıcı bir sorudur. Suriye’de takınılan aktif tavır Türkiye’nin Ortadoğu’daki güç dengeleri (Rusya’nın Esed rejimine desteği ve İran’ın direniş hattı) ile yüzleşmesidir. AK Parti bir yandan Tunus ve Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler’e destek verirken diğer yandan İslamcı grupların radikalleşmesi ile başetmek zorundadır. Suriye’deki silahlı grupların Esed rejimini tekfir ederek yürüttükleri savaşın İslamcı dili bölgesel etkilerde bulunacak öneme sahiptir. İran ve Suudi Arabistan arasında mezhepçilikten meşruiyet alan bir mücadele yaşanırken AK Parti bu mezhepçi rekabetin Müslümanlar içindeki farklılıkları bir çatışma sarmalına sürüklemesi tehlikesi ile yüzleşmektedir.

Ortadoğu’daki yeni dengeler

Özetle yeni Ortadoğu AK Parti’nin önüne şu üç meydan okumayı koymaktadır:

a-Yükselen İslamcı hareketlerin yeni mezhepçilik kutuplaşması ile radikalleşerek parçalanması.

b- Dört ülkedeki varlığı ile hem ulusal hem de ulus ötesi/bölgesel bir mahiyet alan Kürt sorunu.

c-Bölgesel güçlerin (İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır) aralarındaki nüfuz mücadelelerinin yönetilmesi.

Başbakan Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştirmek” söylemini de kongre konuşmasındaki İslami muhtevayı da kongreye katılan Müslüman liderlerin profilini de bu meydan okumalarının ışığında anlamlandırmak gereklidir. Diğer bir deyişle bugün AK Parti iç içe geçen ve birbiri ile yoğun şekilde etkileşen üç hesaplaşmanın (İslamcılık, Kemalizm ve bölgesel dengeler) getirdiği üç meydan okumaya cevap aramaktadır. Kongredeki medeniyet söylemi ve 2023/2071 vizyonları Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun geleceğine ilişkin yeni bir siyasi dil ve ortak bir üst kimliği icat etme arayışını yansıtmaktadır. Bu yeni dilin ve kimliğin İslamcı bir mahiyete bürüneceğinden endişelenmek yersizdir. AK Parti’nin önündeki asıl soru bir yandan Ortadoğu’nun mezhepçi savrulmalarına cevap verebilecek diğer yandan bölgenin dünya ile entegre olmasını kolaylaştıracak demokratik bir dilin üretilip üretilmediğidir. Bu dilin İslami muhtevasının kıvamı belirleyici olacaktır. Bölge halklarına dokunmayan bir laiklik söylemi de mezhepçiliği besleyecek İslamcı öğelere savrulmak da sadra şifa olmayacaktır.

AK Parti ihtiyaç duyulan bu dili üretmiş durumda mıdır?

Önümüzdeki on yıl cumhurbaşkanı olarak Türkiye siyasetini şekillendirmeye devam edecek görünen karizmatik, güçlü bir lider bu sorunun cevabını başarısının örtüsü altında saklamaktadır.

[email protected]