‘Ölüm yoktur ölüm korkusu vardır’

Ali Burhan Eren/Yazar
21.06.2014

Eli açık ve gönlü geniş merhum Ayşe Şasa, yazdıklarının ve anlattıklarının yanı sıra tanıştığı pek çok kimseye, kişiye mahsus hediyeler bırakmış ve onların müşküllerini çözmüştür. Onlardan biri de benim.


‘Ölüm yoktur ölüm korkusu vardır’

Geçtiğimiz pazartesi günü, ‘ömür denen bu rûya’dan uyanıp ahiret yurduna gözlerini açan ve ertesi günü sırladığımız senarist, yazar ve mütefekkir Ayşe Şasa, ardında ve henüz bu rûyada yaşayanlara pek çok şey bırakıp göçtü öte âleme. Kendi ifadesiyle ‘seküler felsefenin aracı olan sinemayı, hikmetin penceresi kılma’yı amaçlayan ve onu metafizik bakışın buyruğunda bir araca çevirecek ‘vizörün arkasındaki müstakbel derviş’ler, pek çok ipuçları bulacaklar ve buldular onun bu alanda yazdıklarında ve tuttuğu ‘Yeşilçam Günlüğü’nde.

Şifa veren kitaplar

Yine kendi ifadesi ile ‘şizofrenik nöbetler halinde yaşadığı hezeyandan; içinin derinlerindeki cennete doğru gidişinin hikayesi’ olan ‘Delilik Ülkesinden Notları’ ile bu hikayenin, üç aziz dostunun sorularına verdiği cevaplarla açılan ‘Bir Ruh Macerası’ kitapları, onu aynel-yakîn tanımak isteyenler ile samimi ve samimiyetinde de samimi olan bir entelektüelin oto portresini görmek isteyenler, binbir hikmet ve ders eşliğinde açılmış zengin bir sofrada bulacaklar ve buldular kendilerini.

Onun bir dostuyla birlikte, hakikate ulaşmak için sorduğu arı duru sorular ile bu sorulara bir Allah dostunun verdiği hikmetli cevaplarla örülen ‘Vakte Karşı Sözler’ ile de, hem klasik anlamda sohbetin nasıl açılacağını gösterdi, hem bu sohbeti cömertçe paylaştı bizimle.

Kırk yaşında iken Şeyh-i Ekber’in, Fusûs-el Hikem’i ile onu asırlar ötesinden irşat etmesi... ‘Teslim’ olduktan sonra yedi yıl kadar sohbetinde bulunup feyiz aldığı mürşidinin, küçük bir çocukken evlerinin önünde gelmesini beklediği koz helvacı olduğunu öğrenmesi... Şifa arayan bir psikiyatra verdiği telkin ve tavsiyelerle o psikiyatrın şifa bulması ve ihtida etmesi... Şifa veren ve Hidayete Erdiren’in hangi sebepler zinciri içinde insanın hayatında nasıl tecelli ettiğini görmek isteyenler için de sayısız sahne bıraktı hayat hikayesinden...

Geçtiğimiz pazartesi gününün sabahında aldığım ilk haber, Ayşe Şasa’nın ahiret yurduna kanat çırptığı oldu. Cenazenin ne zaman kaldırılacağı malumatını almak üzere açtığım internet sayfaları, onun ‘hayatını kaybetti’ğini yazıyordu. Ekranı kapatıp Müslüman bir mütefekkirin vefatını, İngilizceden devşirilmiş ve hakikatten yoksun bu deyimle karşılayanları, bir gün kaybedeceklerinden korktukları hayatlarına uğurladım ve Ayşe Şasa’nın ‘öte’ye doğarken bize neler bıraktığını düşündüm. Aklıma ilk gelenler böyle sıralandı zihnimde.

Eli açık ve gönlü geniş merhum Ayşe Şasa, yazdıklarının ve anlattıklarının yanı sıra tanıştığı pek çok kimseye, kişiye mahsus hediyeler bırakmış ve onların müşküllerini çözmüştür. Onlardan biri de bendim.

Kendisini, tahammülü zor o cehennemî hayatından kurtarmak için yıllarca çırpındığını kitaplarında ve söyleşilerinde defalarca zikrettiği ve çok sevdiği eşi Bülent Oran, 2006 yılında vefat etmişti. O sıralarda ölümle ve ölüm düşüncesi ile başı dertte biri olarak, kendisini arayıp taziyede bulundum. O zaman çalıştığım gazete eki için, merhum Bülent Oran’ın vefatından hareketle, ölüm üzerine bir röportaj yapmak üzere randevu talep ettim. Büyük bir nezaket ve içtenlikle kabul etti teklifimi.

Bana, onun yıllarca gösterdiği büyük gayretine, ismi ile en üst mertebede tanıklık ediyormuş gibi gelen Gayrettepe semtindeki evine gittiğimde, sabır, metanet ve tevekkül içinde bulduğum Ayşe Şasa, insan-ı kamil olma yolunda hikmetler ihsanlar bahşeden bir ölümden söz etti. “Bülent’i öteye uğurladıktan sonra...” diyor, “Geçen hafta Bülent’i yolcu ettikten sonra...” diye cümleye giriyordu. Bu cümleleri öyle sahici bir tonla kuruyordu ki eşini sanki bir kaç gün sonra döneceği başka bir şehre uğurladığı izlenimi doğuyordu bende. Sükunetle kurduğu sahih cümleleriyle, içimde kocaman bir düğüm halini almış ölüm düşüncesi ilmek ilmek çözülüyor, yerini doğuma bırakıyordu.

Gideceğin yeri bilmek...

Gazete ekinin, konusu ölüm olan bir söyleşiye ayrılabilecek kadar küçük bir köşesinde yer bulabilen bu söyleşide, “Nedir sizi ölümün karşısında bunca sükunetli ve metanetli kılan?” diye sormuştum. Tarkovski’nin “Ölüm yoktur, ölüm korkusu vardır.” sözünü aktarmış ve şöyle demişti: “Üzerinde okuyup, düşünüp, tefekkür edip bir eğitimden geçtikten sonra bana ayn-el yakin ile açılan boyut şu: Ölüm yoktur, hayattan daha derin hayat vardır. Ölüm gerçekte yaşadığımız bu hayattan çok daha derin bir hayatın karşılığıdır.”

Ben gözlerimi merakla açıp “Siz yine de korkmuyor musunuz ölümden?” diye sorduğumda ise, “İrfansız insan korkar ölümden.” demiş ve şöyle devam etmişti: “Gerekli terbiyelerden geçtiğinizde ölüm korkulacak bir şey değildir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, ‘Kamil insan için ölüm şekerdir.’ diyor. İnançsız biri için çok büyük bir musibettir ölüm. İnançsızlık dönemimde ve sonraki dönemimde ben bu iki ölüm tasavvurunu da yaşadım...” Bu cevaplardan sonra, birinci tekil şahıs kipinde sormaya utanmış olmalıyım ki yanıma başkalarını da katıp tekrar sordum: “Öte inancımız olmasına rağmen, ne var ölümde ne var ki çoğumuzun kalbine bunca korku salıyor?” Yüzünün bütününe yayılan o tatlı gülümsemesiyle bu sorumu da cevapladı: “Zahirden bakarsanız ölümle her şeyin bittiğini zannedersiniz. En korku verici yanı bu. Bir ‘son’. Ben son kelimesini sevmem hiç, kalan eski korkularımdan dolayı belki. Bitme, tükenme, kaybolma, yok olma, hiç olma, sonlanma... Halbuki âlemin sonu yok. Sonsuzluk tasavvuru bir defa en büyük ümit. İnsan bu sonsuzluk düşüncesinden mahrumsa, yok olacağını, sonlanacağını düşünerek büyük bir korkuya ve üzüntüye kapılıyor. Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri anlatıyor, evliyaullah halvete girdiği zaman ahiretin sedirlerini ve ağaçlarını, böyle cam gibi net bir biçimde görür seyredermiş. Gördüğün şeyden korkar mısın? Bir Allah dostu demişti ki: ‘Seni buradan alıp bilmediğin bir yere götürmeye kalksalar tabii olarak korkarsın. Ama gideceğin yerin neresi olduğunu, orada neler olacağını bilsen korkmazsın.’ Kur’an da arifler de gideceğimiz yerin tarifini veriyorlar. Bize düşen, keşiflerimizin açılması için Allah’a yalvarmak ve gideceğimiz yeri öğrenmek...”

Salı günü namazına durduğumuz Fatih Camii’nin avlusunda, ‘hayatını kaybeden’lerin arkalarında bıraktığı keder ve kasvetin boğucu fırtınası değil; sükunet ve tevekkül, sabır ve metanetin rüzgarı vardı. Merhum Ayşe Şasa, bir süredir çıkmayı beklediği yolculuğuna dostları ve ‘yol kardeşleri’ tarafından dualarla uğurlandı.

[email protected]