Osmanlı Türkçesi ve kadim dil meselemiz

Prof. Dr. EMRULLAH İŞLER AK Parti Ankara Milletvekili
13.12.2014

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleriyle 02-07 Aralık tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirilen 19. Millî Eğitim Şûrası’nda 179 tavsiye kararı alındı.


Osmanlı Türkçesi ve kadim dil meselemiz
Eğitimle ilgilenen pek çok kurum temsilcisi ve diğer ilgili katılımcıların iştirak ettiği şurada son derece önemli kararlar alındı. Ancak alınan kararlar Milli Eğitim Bakanlığı açısından tavsiye karar niteliği taşıyor olsa da beraberinde yeni tartışmaları getirdi. 
 
Elbette eğitim sistemi ve alınan kararlar tartışılmalı, eksiklerin en aza nasıl indirileceğinin yolları aranmalıdır. Tüm bu tartışmalarda asıl kaygı, daha iyi bir eğitim sistemi nasıl oluşturulabilir olmalıdır.Kuşkusuz söz konusu eğitim sistemine; sathi değerlendirmelerden uzak kalarak, taklitçi metodu reddederek, bütün kültürel ve ruhi değerlerimize uygun hareket ederek ulaşabiliriz.
 
Son üç asırda, başta ülkemiz olmak üzere İslam coğrafyasında yaşanan buhranın en temel nedenlerinden biri değerlerimizle örtüşen bir eğitim sisteminin oluşturulamamasıdır. Bu süreç içerisinde başta zihin dünyamız olmak üzere, kültür, din, dil ve içtima-i hayatımız ciddi bir dezenformasyona maruz bırakılmıştır. Eğitim hayatımızda merkez teşkil eden medreseler, dünyanın değişimine ayak uyduramamış sürekli kendini tekrar eden kısır bir döngüde işlevini sürdürmüştür. Özellikle aklî bilimlerin kaldırılıp, yalnızca dinî-hukukî bilimlerin okutulması, buna bağlı olarak eleştiri yönteminin terk edilmesi, bunların yerine aktarmacı, kitabî, dogmatik yöntemler yerleştirilmesi ve âlet bilimlerine aşırı önem verilmesi ilmi mefkuremizi oldukça daraltmıştır. Sürekli yerinde sayan ve kendini tekrar eden bu durum medeniyetimizin akışına da engel olmuştur. Dolayısıyla akışın durduğu yerde değişimden bilinçten söz edilemez. Zira akış yenilenmeyi getirir ve bilinç ancak yenilenmeyle var olabilir.
 
Bu durum Osmanlı’nın tarih sahnesinden kaldırılmasıyla kurulan Cumhuriyet döneminde de devam etti. Batıya karşı duyulan aşağılık kompleksiyle kendini ve kendisine ait tüm değerleri inkâr eden boş ve yitik benlikler yetişti. Oysa varlığın özünü temsil eden benliğin olmadığı yerde kişilikten, kimlikten, bilinçten söz etmek mümkün değildir. Aklı pozitivist saptırmalarla nesnel verilere ve dolayısıyla yüzeyselliğe indirgeyen Batının bu düşüncesine adeta kutsiyet atfeden dönemin entelijenyası, ‘dert etme’, ‘kafana takma’  mantalitesiyle adeta ot gibi yaşamayı, amaçsız, boş hayatları imrenilecek bir ideale dönüştürdüler. Böylece halkımızı sistemli ve kasıtlı bir program ile düşüncesiz, bilinçsiz, kendinden utanır hale getirdiler. Esasında son üç asır başta ülkemiz olmak üzere İslam coğrafyasında yaşanan hadiseleri anlamak içinünlü şair Necip Fazıl Kısakürek’in, anılarını anlattığı “Bab-ı Ali” adlı kitabında, Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu Sedat Simavi ile arasında geçen şu diyaloğabakmak yeterli olacaktır: Sedat Simavi; “Göreceksin, fikri idam edeceğim. Öyle bir gazete çıkaracağım ki, orada sadece resim ve göze hitap öne çıkacak. 
 
Yazıya göre resim değil, resme göre yazı!” (S. 312) Bu değerlendirmeye Necip Fazıl; “Yahu gazete fikir demektir. Hadise ve ona bağlı fikir, kıymet hükmü... Bu ihtiyacın aletidir gazete...” şeklinde cevap verir. Ne var ki, topluma sistemli bir şekilde uygulanan bu yozlaştırma operasyonu sağlıklı bir eğitim sisteminin de önünü tıkamıştır. Eğer tarihimizin akışı Necip Fazıl’ın ifade ettiği şekilde ilerlermiş olsaydı bugünkü Türkiye acaba nasıl bir Türkiye olurdu? 
 
Osmanlı Türkçesi üvey mi? 
 
Türkler, tarih boyunca pek çok farklı coğrafyada bulunmuştur. Bu durum tabii olarak beraberindeTürkçenin daha da gelişmesini ve önemli değişikliklere uğramasını getirmiştir. Türkçe tarihi süreçte farklı dillerle kurduğu münasebetler nedeniyle ciddi merhalelerden geçmiş ve nihayetinde imparatorluklar dili olarak yüzyıllarca kullanılagelmiştir. Özellikle Osmanlı döneminde son derece muteber bir yere gelen Türkçe, tüm Osmanlı coğrafyasının ortak bir değeri haline gelmiştir. Ancak harf inkılabı ve akabinde Frenkleşme uğruna “Öz Türkçe” bahanesiyle başta eğitim ve öğretim sistemimiz olmak üzere, dilimize, tarihimize ve kültürümüze adeta suikast düzenlenmiştir. İşin ilginç tarafı tüm bu tahrif hareketleri halka çok iyi bir şeymiş gibi sunulmuştur. 
 
Maalesef son bir asra yakın zamandır uygulanan politikalardan en çok zarar gören temel değerlerimizden biri de dilimizdir. Medeniyet dili olan Türkçemiz dar kalıplara sığdırılmış, günlük kullanılabilen kelime oranı 250-300 sınırına kadar gerilemiştir. Kuşkusuz bunun en temel nedenlerinin başında, “Öztürkçe” inşa etme bahanesiyle bize mal olan kelimelere yönelik yapılan tasfiye operasyonudur. 
 
19. Milli Eğitim Şurasında, Osmanlı Türkçesi dersininsosyal bilimler lisesinde olduğu gibi,Anadolu imam hatip lisesinde de zorunlu ders olarak, diğer ortaöğretim kurumlarında ise seçmeli ders olarak okutulması yönünde tavsiye kararı almasının ardından çıkan tartışmaları yukarıda zikrettiğim zihniyetin bir devamı olarak görüyorum. Burada öncelikle şu tespiti yapmak durumundayız. Osmanlı döneminde Osmanlıca diye bir dil isimlendirmesi söz konusu değildir. Osmanlıca daha sonra kullanılan bir terim. Nitekim Osmanlıca olarak isimlendirilen dil, eski harflerle yazılan Osmanlı Türkçesidir.Başka bir ifadeyle Türkçenin ta kendisidir. Dolayısıyla yabancı bir dil algısının oluşturulması ve bu çerçevede yapılan tenkitler dil meselesini yıllarca siyasi ve ideolojik olarak gören zihniyetin bir ürünüdür. Nutuk’u, istiklal marşını, gençliğe hitabeyi, Yahya Kemal’ive Peyami Safa’yı orijinalinden okumak veya ataların mezar taşlarını ve kitabeleri okumak, kültürel değerleri anlamak hiçbir zaman bu zihniyet için bir kaygı olmamıştır. 
Dolayısıyla CHP başta olmak üzere bazı kesimlerin buna şiddetle karşı çıkmasını elbette garipsemiyorum. Zira bu kesimler varlıklarını geçmişlerini, yani kendilerine ait olan tüm değerleri inkâr etmek üzerine inşa etmiştir. Aynı zamanda bu zihniyetten dünyada sömürgeleştirilmemizi -Türkiye dünyada sömürgeleştirilemeyen tek ülke- engelleyen bu değerleri anlamalarını da beklemiyorum. Çünkü bunlar kendi kendini sömüren anlayışı benimsiyor ve onu temsil ediyorlar. Başkalarının gözlüğüyle gören, başkalarının perspektifiyle bakan başkalaşmış bir anlayışın temsilcileri olmak bu tipleri hiç mi hiç rahatsız etmiyor.
 
Medeniyet ve dilde zenginlik 
 
Oysa Osmanlı Türkçesi Medeniyet tasavvurumuzun dilini temsil etmektedir.  Size ait bir diliniz yoksa konuşamazsınız. Eğer konuşamıyorsanız doğal olarak başka kültür ve medeniyetlerle de konuşamaz, iletişim kuramazsınız. Medeniyetlerin hem kurucu hem de koruyucu ana unsurlarından olan dil, bir anlamda toplumların en önemli varlık nedenidir. Bu unsuru kaybeden toplumlar anlayışını, yetisini, algısını, düşünüşünü ve mekânını yitirirler.
 
Arap harfleriyle yazılan Osmanlı Türkçesi, bin yıllık millî örfümüzün, altıyüz yıllık imparatorluk ölçeğindeki insanlık elçiliğimizin tarih, edebiyat ve kültür dili olmuştur. Türkçemizi Arapça harflerle değil de Latin harflerle yazmaya karar vermiş olmamız bu gerçeği unutturamaz.
 
Dolayısıyla Osmanlı Türkçesini zorunlu/seçmeli ders olarak talep etmek, özünde tarih, edebiyat, kültür mirasımızın büyük bir kısmı, Arapça harflerle yazılmış Türkçe olan metinlerde kayıtlı olduğu için, bir millî hafıza talebidir. Bu talep, Yeni Türkiye’yi emin adımlarla inşa ettiğimiz şu günlerde tarihimizle yüzleşme, onu yeniden anlama, kavrama arzusudur. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde okunmayı bekleyen 95 milyon belgeve 400 bine yakın defter bulunmaktadır.Bunların sadece %50’si tasnif edilebilmiştir. Bugün Osmanlı Türkçesi bilinmeden Kudüs, Kahire, Bağdat, Şam, Saraybosna, Yemen hakkıyla idrak edilemez. Böyle bir durumdatarihle olan bağlarımız eksik kalır. 
Hakikat bu iken, bundan farklı sonuçlar çıkarmak ne faydalı ne de bilimseldir. Kaldı ki, Osmanlı Türkçesini zorunlu/seçmeli ders yapmak Türkçe’yi Arapça harflerle yazmaya geri dönüş değildir. Zaten mevcut Türkçemizi bu yönde yeniden inşa etmek de mümkün değildir. Bu vesileyle unutmamak gerekir ki, dili ve düşüncesiyle kendi çağını yaşayamayan milletlerin akıbeti bugüne kadar hep hüsran olmuştur. Zira düşünmeyen ve konuşmayan toplumlar adına başkaları konuşurlar ve düşünürler.