‘Paralelci çete’ ve katharsis arzusu

Ahmet Kızılkaya / SDE Uzmanı
16.08.2014

‘Paralelci çete’nin “yolsuzlukla mücadele” adı altında sunmaya çalıştığı darbe girişiminin kendisi dahi toplumdaki katharsis arzusunun bir sonucu olarak takdim edilmek istenmiş ve neredeyse tüm toplumsal-ahlaki-dini değerler belirli bir grubun zümrevi çıkarları adına araçsallaştırılmıştır.


‘Paralelci  çete’ ve  katharsis  arzusu
Geride bıraktığımız son on yıllık dönemi Türk siyasası açısından tek bir sözcükle ya da kavramla tarif etmemiz istenseydi, bulunabilecek en doğru ve gerçekçi tanımlamalardan biri şüphesiz ki “katharsis” kavramı olurdu. Zira ilkçağ Yunan felsefesinde ruhun tutkulardan, özellikle de yıkıcı tutkulardan arınması-temizlenmesi anlamında kullanılan ve günümüzde de işlevselliğini sürdüren bu kavram, Türkiye’nin içinde bulunduğu köklü değişim sürecini en yetkin şekilde özetleyen ve bu değişim sürecinin hangi dinamiklerle, nasıl bir içerikle ve ne türden bir motivasyonla yürütüldüğüne dair güçlü çağrışımlar yaratan bir özelliğe sahiptir. Geleneksel siyasal elitlerin tasfiye olmaya yüz tuttuğu, vesayete dayalı yapıların çökertildiği ve sistemsel düzeyde yaşanan değişimler sayesinde ülkenin gerçek bir demokratik hukuk devletine doğru evrilmeye başladığı son on yıllık dönemin temel mottosu bu “arınma-temizlenme duygusu”, bu “katharsis arzusudur”. Dolayısıyla Türk siyasasının 21. yüzyıldaki serencamını bu kavramın açıklayıcılığı eşliğinde ele almak bize geniş bir analiz alanı sunmakta, ülkenin alışageldik kriz ve sorunları nasıl aştığı yönünde farklı bir okuma yapma imkânı tanımaktadır. 
 
Kaldı ki, bu kavram burada kullanıldığı biçimiyle yalnızca paradigmatik düzeyde yaşadığımız kolektif ve sistemsel bir arınma sürecini değil, aynı zamanda insansal varoluşumuza sirayet etmiş kötülüklerin farkına varmayı ve bunlardan kurtulmayı hedefleyen bireysel bir bilinci ve temizlenme duygusunu da içermektedir. Şüphesiz ki, katharsis kavramı bu yönüyle çok daha kompleks ve kuşatıcı bir içeriğe sahiptir. Ancak ülkenin makro planda yaşadığı değişimin temel kaynağı da zaten mikro düzeyde meydana gelen ya da başka bir deyişle tek tek bireylerin gerçek dünyasında karşılık bulan ve zamanla geniş toplumsal kesimlerin öncelikli talebine dönüşen bu katharsis arzusudur.
 
Unutmamamız gerekir ki, bu arzu kendisini sürekli olarak yenileyen kalıcı bir talebe istinat etmekte ve adeta zaman içinde didaktik bir araca dönüşerek bireyden topluma ve oradan devlete kadar uzanan her türlü ilişkinin ana referansı haline gelmektedir. Başlangıçta yalnızca kendi dar kişisel, sınıfsalve ideolojik çıkarları ekseninde bir arınma/temizlenme talebinde bulunan kişi, grup ya da kesimler, zamanla yekdiğerinin hak ve hukukunu da sahiplenen daha kuşatıcı ve evrensel bir arınma arzusunu sahiplenmekte, bunu birlikte yaşama idealinin vazgeçilemez bir gereği olarak görmektedir. Bu yönüyle baktığımızda katharsis arzusunun, bugün adeta bir kendilik ve ötekilik hukuku olarak işlediğini ve politik ontolojinin temelini oluşturduğunu söylememiz mümkündür. Kendisini kamusal düzeyde görünür kılan her yapının itibarı ve imajı bu arzuyla kurduğu ilişkinin niteliğine göre şekillenmekte, siyasal iktidarlar da, sivil toplum kuruluşları da, dinsel örgütlenmeler de bu arzuya yanıt verebildikleri ölçüde varlığını sürdürebilmektedir. 
Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli siyasal istikrar döneminin yaşandığı ve ülkenin hemen her alanda güçlü bir gelişme ivmesi yakaladığı bugünleri de söz konusu katharsis arzusunun aktüel düzeydeki bir yansıması olarak görmemiz mümkündür. Ülkenin siyasal ve hukuksal anlamda yozlaşmasına yol açan militarist anlayışın bertaraf edilmesinden ekonomik kalkınmasını sekteye uğratan iç/dış manipülasyonların ve kriz denemelerinin boşa çıkarılmasına, Türkiye’nin bölgesel ve giderek küresel bir güç olma idealine ulaşmasını engellemeye dönük hamlelerin tasfiye edilmesinden demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesine dek uzanan kapsamlı değişim sürecini bu arzunun sonucu olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. 
 
Sıra dışı bir suç oyunu
 
Ülkenin son on yıllık dönemde bir biçimde muhatap olduğu ya da maruz kaldığı klasik askeri-bürokratik darbe girişimlerinin ya da kaos veya kriz çıkarma gayretlerinin savuşturulmasındaki bu itici güç, bugün birçok özelliği itibarıyla sıradışı olarak nitelendirilebilecek yeni bir meydan okumayla karşı karşıya bulunmaktadır. Dershane tartışmalarıyla başlayan ve artık siyasal tarihimize 17 ve 25 Aralık operasyonları olarak geçen bu yeni tür darbe girişiminin biri siyasal ilişkiler alanı (reel-politik düzey), diğeri ise toplumsal ilişkiler alanı (ahlaki/moral düzey) olmak üzere, iki ayrı düzeyde etki gösterdiği söylenebilir. 
 
Reel-politik düzeyi itibarıyla bakıldığında, kamuoyunda paralel devlet olarak da nitelendirilen bu gizil yapılanmanın sivil ve meşru hükümeti alaşağı etmeye ve devleti ele geçirmeye dönük olarak sürdürdüğü suç oyunuyla siyasal iktidarın kararlı bir şekilde mücadele ettiği görülmektedir. Siyasal iktidarın bu mücadele sürecindeki en büyük güvencesi ise, kuşkusuz ki yine ve yeniden “katharsis” arzusudur. Bu arzu kendisini mümkün olan her vesileyle açığa vurmakta, hangi görünümle ve nasıl bir zeminde ortaya çıkarsa çıksın, haksız-hukuksuz olanı ayıklamaya dönük kitlesel bir talebe dönüşmektedir. 30 Mart yerel seçimlerinde ortaya çıkan tablo, bu talebin siyasal düzeydeki dışavurumundan ve Sayın Başbakan’ın şahsında somutlaşan mücadele azminin ve kararlılığının onanmasından ibarettir.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının ikinci bir etki alanı daha bulunmaktadır ve bu alan katharsis arzusunun hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yerleşik bir ilke haline geldiğini ve ne denli dinamik ve didaktik bir içeriğe sahip olduğunu birkez daha ortaya koymaktadır. Ahlaki/moral düzey olarak ifade edebileceğimiz bu alan itibarıyla baktığımızda, paralel devlet adı verilen gizil suç örgütünün başlattığı ve fakat akim kalan darbe sürecinin tam da katharsis arzusunun kendisi için dayanak aldığı değerler dünyasını/epistemolojik temeli sarsacak bir etki yarattığı söylenebilir. Zira paralelci çetenin “yolsuzlukla mücadele” adı altında sunmaya çalıştığı söz konusu darbe girişiminin kendisi dahi toplumdaki katharsis arzusunun bir sonucu olarak takdim edilmek istenmiş ve neredeyse tüm toplumsal-ahlaki-dini değerler belirli bir grubun zümrevi çıkarları adına araçsallaştırılmıştır. Toplumun siyasal, hukuksal, kültürel ve diğer yaşam alanlarına yönelik arınma talebinden arındırılmasını amaçlayan bu sahtecilik, yaptığı her işlemi yolsuzluktan arınma/temizlenme çabası olarak sunmuştur ve sunmaya da devam etmektedir.
 
Riyakar bir ruh hali
 
Ancak her türlü dünyevi hırsın ve behimi arzunun kölesi haline gelmiş riyakâr bir ruh halinin şahsında mündemiç olduğu bu paralelci çetenin öngörüleri reel-politik düzeyde olduğu gibi, ahlaki/moral düzeyde de tutmamış ve arındırılması/temizlenmesi gereken yeni alanların keşfedilmesine olanak sağlayarak toplumdaki katharsis arzusunu daha da güçlendirmiştir. Bu da, giderek toplumsallaşan ve adeta aksiyomatik bir kabule dönüşen katharsis talebinin değişen koşullar karşısında kendisini yenileyebilme özelliğine ve sürekliliğine atıfta bulunmakta ve Türkiye’ninyarınlarına dair umutlarımızı artırmaktadır. 
 
Yaşadığımız bu süreç, toplumun sahte ile gerçeği ayırt etme yeteneğini ve bireysel-toplumsal düzeydeki katharsis arzusuyla siyasal düzeydeki arzu arasında tam bir özdeşlik halinin oluştuğunu ortaya koymaktadır. Yani toplum, uluslararası niteliği de olan çok boyutlu bir suç şebekesinin ahlakçı retoriğini değil, halkın gerçek iradesini temsil eden sivil ve meşru hükümetin ahlaki uygulamalarını tercih etmiştir. Tabi bu durum, siyasal iktidarın paralelci çeteyle yürüttüğü haklı mücadelenin desteklenmesi kadar, bu mücadelenin sonuna kadar götürülmesi ve ülkenin söz konusu yapıdan bütünüyle arındırılması yönünde bir talebi de içermektedir. 
 
Zira paralelci çetenin uzun yıllara yayılan bir hazırlıkla, takiyeci bir yaklaşımla ve her türlü hukuksal-ahlaki kriteri göz ardı ederek başlattığı devleti ele geçirme operasyonunun siyasal iktidar tarafından boşa çıkarılması ve bu çeteye karşı suçüstü yapılması sebebiyle tutmayan planlar, çete üyelerinin savunmacı bir muhalefet sergilemelerine neden olmuştur. Ancak ahlakçı bir temelde şekillenen ve kendilerine ilişkin bir mağduriyet algısı yaratmaya çalışan bu savunmacı muhalefetin kendisi bile, bahse konu yapının ne denli kirli bir içeriğe sahip olduğunu göstermeye ve kırk yılı aşkın bir süredir devam eden takiyeciliğin arkasındaki gerçekliği teşhir etmeye yetmektedir. Bu yapıya ait olan yazılı ve görsel medya organlarını herhangi bir günün herhangi bir saatinde izlemenin insanda yarattığı anlık duygu belki güçlü bir öfke patlaması, belki şedit bir kızgınlık ya da derin bir kırgınlık hali olabilir. Ancak bütün bu ruh hallerinin ötesine geçen ve insanda anlık değil, kalıcı bir etki bırakan ruh hali, şüphe yok ki, ar ya da hayâ denen erdemden yoksun olmanın insanda uyandırdığı tiksinti duygusudur. Gerçi devletin bürokratik aygıtının içine sinsice yerleşmiş ve oradan devşirdiği hukuksuz güçle neredeyse bütün yaşam alanları üzerinde korku, tehdit ve şantaja dayalı rızasız bir hegemonya kurmuş olan bu yapının henüz teşhir olmadığı ve takiyeci yüzüyle tanındığı günlerde de insanda aynı ruh halini uyandırdığı, aynı tiksinti duygusunu tetiklediği söylenebilir. Ki, bu doğrudur. Ancak bu doğruluk bugün tartışılamaz bir hakikat haline gelmiştir artık. 
 
Bu paralelci yapı, ar duygusunu kaybetmenin verdiği bir umursamazlıkla kendisi için sınırsız bir “özgürlük” alanı açmakta, olay ve olguları gâh karikatürize ederek gâh romantize ya da dramatize ederek sunmakta, dilediği kişi ve kurumlar hakkında dilediği yalanları-iftiraları atmakta, kendisini savunma noktasında faydası olabilecek her türlü akıl, daha doğrusu tiyatro oyununu devreye sokmakta, sokabilmektedir. Oysa özgürlük denen olgu müntesibi olduğumuz medeniyet değerleri ve inanç dünyası açısından bakıldığında ahlaki bir olgudur ve yekdiğerine karşı sorumluluğumuzun ölçüsünü de yalnızca ahlaki temelde tanımlar. Bu yönüyle, özgürlük, kendisine tabi olacağımız, kendimizi kendisine karşı sorumlu ve kendisiyle sınırlı tutacağımız bir değerler dünyasına ya da inanç alanına teslim olmak; her şart ve koşulda insan onurunu korumaya yönelik bir kaygıyla ve sarsılmaz bir ar duygusuyla hareket etmektir. Ahlaki bir özgürlüğe erişmek ve yalnızca ülkemizin değil, insanlığın bekası açısından da ciddi bir tehlike oluşturan bu arsızlardan arınmak için bir kez daha hep birlikte haykıralım: Yine ve yeniden katharsis...