Ruhani’nin ziyareti, IŞİD’in Musul işgali

Doç. Dr. Ahmet Uysal
14.06.2014

IŞİD Suriye’deki oyun bozucu rolünden Ortadoğu’da oyun bozucu konuma yükselmiştir. Ancak küresel güçler Musul gibi kritik bir petrol şehrini IŞİD gibi terörist bir örgüte değil, Türkiye’ye bile vermeye razı olmazlar. Bölgeyi asıl sıkıntıya sokan durum ise İran’ın bölgeye müdahalesi ve mezhepçi tutumudur.


Ruhani’nin ziyareti, IŞİD’in Musul işgali

Geçen hafta Türkiye iki önemli bölgesel olaya şahit olmuştur: İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Türkiye ziyareti ve Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Musul’u işgal ederek Türk konsolosluk görevlilerini rehin alması. Bu gelişmeler bölgedeki her aktörden daha fazla Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Çünkü hem İran hem de Türkiye bölgedeki gelişmelerin gidişatını etkileyecek iki kritik ülkedir. Ayrıca, Irak, Suriye, Kuzey Irak, hatta Lübnan ve Mısır gibi Ortadoğu’da ciddi bir kargaşa söz konusudur. IŞİD’in sürpriz Musul işgali, zaten kritik olan bölgede ne anlama geliyor?

İran ile uzlaşmak

Ruhani’nin ziyareti onsekiz yıl sonra Cumhurbaşkanı seviyesinden ilk ziyaret olmasıyla dikkat çekmektedir. Ziyaret sürecinde Türkiye’ye göre İran’ın daha rahat olduğu gözlenmektedir. Suriye ve Mısır’daki gelişmeler yüzünden Türkiye uluslararası alanda zorlanmaktadır. Batı ülkelerinin ve özellikle Obama yönetiminin Suriye’ye ciddi silah ve diplomatik destek vermemesi Suriye halkında ve dolayısıyla Türkiye’de ciddi rahatsızlık yaratmıştır. İran ise bir yıl öncesine göre birkaç açıdan daha rahat bir konumdadır. ABD ile uzlaşma dönemine girerek üzerindeki ekonomik ve diplomatik baskılar azalmaya başlamıştır. Suriye’de desteklediği Esed’in savaş alanında ilerleme kaydetmesi ve - göstermelik de olsa - başkanlık seçimini tekrar kazanmıştır. Kırım’da Rusya’nın kazanması Doğu kampında yer alan İran’a moral kazandırdığı gibi Rus gazına alternatif olması dolayısıyla yine kazanan konumdadır.

Bu ortamda gerçekleşen Ruhani ziyaretinde Türkiye İran’dan Suriye konusunda çözüm için uzlaşma ve çıkış yolu beklemektedir. Ancak, İran Esed’in savaşı kazanacağını düşündüğü için uzlaşmaya yanaşmamaktadır. Suriye konusunda bir yumuşama göstermediğini gizlemeyen Cumhurbaşkanı Ruhani, Abdullah Gül ile ikili basın toplantısında Esed’in seçim zaferini kutladığını söylemiştir. Diğer toplantılarda özellikle iki ülke arasındaki ticareti artırma yolları konuşulmuştur. Ekonomik ambargoların hafiflemeye başlamasıyla ortaya çıkan İran pazarından pay kapmak için Türkiye erken davranarak yol almak istemektedir. İlk defa yapılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı ile ticaret hacminin 15 milyar dolardan 30 milyara çıkarılması hedeflenmektedir. Diğer taraftan, Türkiye İran’dan Rusya gibi doğal gaz fiyatlarında indirim istemektedir ama İran indirime yanaşmamıştır.

Türkiye, İran ile özellikle siyasi konularda ihtilaf yaşamaktadır. Ruhani’nin “Irak, Suriye, Kuzey Afrika ile ilgili ülkelerde, bölgesel konularla ilgili, nükleer konusunda bizim düşüncelerimiz ortaktır... Terörizmle, şiddetle mücadele konusunda aynı düşünüyoruz” sözleri gerçek durumla uyuşmamaktadır. Örneğin, Suriye ve Irak’ta iki ülke birbirine zıt kutuplarda yer almaktadır. İran’ın Kuzey Irak’tan kastı Mısır ve Tunus ise buradaki Sünni demokrasiden kendisine alternatif olur endişesiyle çok hoşlanmadığı bilinmektedir. İki ülkenin terör konusunda ortak fikrinin olduğu da söylenemez. Çünkü İran başından beri bütün Suriye halkının üzerine terörist diye bomba yağdıran Esed rejimine desteğini sürdürmektedir. Türkiye’nin demokrasi savaşçısı saydığı Suriye muhalefetini İran terörist saymakta, İran’ın meşru saydığı Esed’i ise Türkiye reddetmektedir.

İran, özellikle Irak’ta Maliki yönetimini daha mezhepçi bir yapıya zorlayarak hem Sünni halkı dışlamış hem de Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını engelleyen çalışmalarda bulunmuştur. Türkiye, İran’ı baskılardan kurtarmak için Batı’yı da karşısına alarak Brezilya ile nükleer değişim anlaşması imzalamıştı. Hatta aynı dönemde Batı’nın İran’a yaptığı ambargoları hafifletmeye çalışmıştı. Ama karşılığında İran’dan anlayış, takdir veya vefa bile görmemiş ama karşılığında husumet bulmuştur. Uluslararası ilişkilerde vefa ikinci planda olsa bile doğruluk ve samimiyet beklenir.

Esed IŞİD ile elele

Ruhani ziyareti esnasında Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)’nin Musul’a hücumu gerçekleşmiştir. IŞİD’in Suriye’deki canice eylemleriyle dünya kamuoyuna geldiği ve malumdur.

Ancak, Esed rejimi Suriye muhalefeti tarafından savaş alanında sıkıştırılınca Irak hapishanelerinde var olan uluslararası kökenli savaşçıların Maliki tarafından salıverildiği, bu örgütün rejim yerine Özgür Suriye Ordusu gibi muhalif hareketlerle savaştığı, genelde Türkiye sınırındaki bölgeleri ele geçirmeye çalıştığı ve Esed’in IŞİD kontrolündeki bölgeleri bombalamadığı bilinmektedir. Halkının üzerine bomba yağdıran Esed rejimi IŞİD’in yaptıklarını dünyaya göstererek her yaptığı katliamı meşrulaştırmıştır.

Daha doğru bir analiz için IŞİD’in ne yapmak istediğinin ve amaçlarının anlaşılması gerekmektedir. Saddam devrildikten sonra dışlanan Sünni Araplar isyan etmişlerdi. Hem ABD hem de Şii ağırlıklı merkezi Irak yönetimi tarafından sert bir şekilde bastırılınca işgale karşı direniş örgütü olarak 2004’te kurulmuştur ve 2006’da Irak İslam Devleti adını almıştır.  Bu dönemde ABD işgaline karşı dünyanın birçok bölgesinden gelen El-Kaide militanın birçoğunun Irak’ta tutuklandığı bilinmektedir. Çıkış amacı ve kurucuları kim olursa olsun bu tür örgütlere bir büyük istihbarat yapılarının sızmaları ve yönlendirmeleri mümkündür.

Suriye krizi başlayınca adını Irak ve Şam İslam Devleti olarak değiştiren örgüt tekrar canlanmış ve kendisini El-Kaide’nin Suriye kolu olarak tanıtmıştır. Suriye halkının dünyanın gözü önünde fiilen boğazlanması, bombalanması, aç bırakılması ve katliama maruz kalması örgütün arkasında kim olduğunu bilmeyen dünyadaki birçok Müslüman genci onlara katılmaya sevketmiştir. Acımasız eylemleri karşısında El-Kaide 2013 yılında IŞİD’i reddetmiştir. Diğer yandan bu örgütün Suriye halkının savunucusu gibi sahnede rol almasında Suudi yönetiminin payı da vardır. Mısır’da İhvan yönetiminin başa gelmesinden sonra Suriye’de Esed’e karşı İhvan’ın aktif olarak rol aldığı muhalifler Esed’i iyice sıkıştırmışken Suud ve Amerikan baskısıyla İhvan’ı cepheden dışlayınca laik ve Selefi gruplardan direniş oluşturmaya başladı. Destek verilen veya göz yumulan IŞİD ve Nursa gibi yapılar Suriye’ye radikalizm getirdiler ve sonuç Esed’e yaradı.

Sorumluluk kimde?

Suriye halkına destek veren ve radikal örgütlerden uzak duran Türkiye’nin burada sorumluluğu pek yoktur. Avrupa’dan Suriye’de çaresiz halkın yanında savaşmaya gelenlerden önce Esed’i bir ayda bitirebilecekleri halde bir şey yapmayan ABD ve Avrupa esas sorumludur. Katliamlar, kimyasal silah kullanımı, binlerce insanın aç bırakılarak veya boğazlanarak öldürülmesi hiçbir ciddi yaptırım görmemiştir. En son gelinen noktada Batı ülkeleri El-Kaide ile savaşıyorum diyen Esed’i tercih eder duruma gelmişlerdir. Bu tip umutsuz durumlar El-Kaide ve IŞİD benzeri örgütlerin beslendiği ortamlardır.

Daha çok kaçakçılık, haraç ve fidye alarak kaynak toplayan IŞİD, Musul saldırısı ile daha yerleşik petrol kaynaklarını ele geçirmek istemektedir. Bu örgüt Türkiye için genel stratejik bir tehdit olsa da bazı sınır ihlalleri dışında Türkiye’yi hedef almamıştır. Musul Türk Konsolosluğu’ndaki görevlilerin ve TIR sürücülerin rehin alınması bu siyasetin değiştiği anlamına gelecektir. Terörist örgütlerin her zaman TIR şoförleri ve turistleri kaçırıp fidye isteyebilirler, bu doğrudan Türkiye ile ilgili olmayabilir. Ancak, Konsolosluk görevlilerinin kaçırılması doğrudan ülke haklarına tecavüz olduğu için kasıt aranır. Bunun gerçekten kasıt olup olmadığı ise rehineleri kurtarma görüşmelerinden sonra ortaya çıkacaktır.

Sykes-Picot düzeni

IŞİD’in çıkışından beri Türkiye’nin stratejik çıkarlarına zıt faaliyetlerde bulunması rehine krizinin riskini artırmaktadır. Çünkü yükselen Türkiye’ye karşı İran’ın da içinde olduğu küresel bir ittifak oluşmaya başlamıştır. Bunun sebebi özgürlük ve demokrasi talebiyle ortaya çıkan Arap Baharı’na Türkiye’nin verdiği destektir. Arap Baharı’nın Ortadoğu’da Osmanlı sonrası ortaya çıkan Sykes-Picot Düzeni’nin bağımlı parçalı yapısını kırma potansiyeli taşımasıdır. Batı hegemonyasına bir isyan anlamı taşıyan Arap Baharı’nı bastırmak için bir yandan Mısır darbesi gibi operasyonlar desteklenirken diğer yandan Esed’in yaptığı katliamlara göz yumulmaktadır. Hatta Sünni isyanına karşı Şii İran’ın desteği istenmekte ve yine IŞİD gibi terörist gruplara göz yumulmakta veya yardım edilmektedir.

ABD’nin Irak işgalinden beri Sünnileri dışlayan ve onları Saddam yanlıları (Baas) olarak görüp baskı yapan Maliki yönetimi özellikle Suriye iç savaşından sonra daha mezhepçi (Şii) politikalara yönelmiştir. Bu yüzden Sünni Araplar ve Türkmenler yanında Barzani ve Türkiye ile sorunlar yaşamaya başlamıştır. Ülkede giderek artan İran etkisi ve etnik-mezhebi çatışmalar Maliki yönetimi altında Irak’ın fiilen parçalanması ile sonuçlanmıştır. Görece daha güvenli olan Kuzey’deki Sünni Kürt Yönetimi ile de fiili bir ayrışma durumuna gelinmiştir. Merkezi Hükümet’ten bütçe payını yeterince alamayan Barzani’nin Kuzey Irak petrolünü dünya piyasalarına Türkiye üzerinden satmasına Maliki yönetimi ve İran oldukça ciddi tepki göstermiştir.

İşgalin petrolle ilgisi

IŞİD’in Musul operasyonu Türkiye ve Barzani’nin bağımsız olarak petrol satmak istemelerine karşı tepki gibi görünmektedir. Çünkü IŞİD büyük petrol bölgesi olan Musul’u ele geçirmiştir. Onun elindeki petrol gücü ve terörist saldırılarla oluşacak güvensizlik ortamı öncelikle Türkiye’ye ve Barzani yönetimine zarar vermektedir. Dış politikada iki yönetim de dış politika konusunda bağımsız hareket etmek istemektedir. Bu tercihin gerçekçi olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olsa da bağımsız hareket etmelerinin ikisinin başına sıkıntı çektiği açıktır. Ancak böyle kritik ve değişken bir dönemde farklı arayışların olması normaldir.

IŞİD’in Musul saldırısını ve Türk Konsolosluğu görevlilerini rehin alması eylemi bu ilginç döneme rastlamıştır. Çünkü son bir yıldır Türkiye ve AK Parti Hükümeti Batı kaynaklı sıkıştırma ile karşı karşıyadır. IŞİD saldırısının, PKK’nın Güneydoğu’da tahriklere girişmesinin yine İran ve Batı kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye PKK ile anlaşsa bile başına IŞİD’in musallat olması söz konusudur. IŞİD Suriye’deki oyun bozucu rolünden Ortadoğu’da oyun bozucu konuma yükselmiştir. Türkiye’nin bu tehditlere cevap verecek gücü ve tecrübesi vardır.

Ayrıca, küresel güçler Musul gibi kritik bir petrol şehrini IŞİD gibi terörist örgüte değil, Türkiye’ye bile vermeye razı olmazlar. Burayı geri almak için İran’dan askeri destek istenmesi söz konusudur.

Zaten bölgeyi sıkıntıya sokan durum İran’ın bölgeye müdahalesi ve mezhepçi tutumudur. Böyle bir müdahale sadece terörle savaşmak değil Sünni halka baskıyı artıracağı için durumu daha da kötüleştirecektir.

[email protected]