Şehirlerimiz ucubeye dönüşmesin

Hicran Hamza Çelikyay - SETA İstanbul, Toplum ve Kültür Masası
25.10.2014

Kentsel dönüşüm, doğru anlaşılıp uygulandığında hem kimliği, hem tarihi-kültürel mirası muhafaza edecek, hem de yaşanabilir ve güvenli alanlar temin edebilecektir. Diğer yandan, bu konuda acil önlem alınmaz ise şehirlerimiz bir ucubeye dönüşecek. Çok geçmeden kentsel dönüşümden neyin anlaşıldığı sorgulanmalı ve yasanın çıkış gerekçesi unutulmadan gerekli önlemler alınmalıdır.


Şehirlerimiz ucubeye dönüşmesin
1999 depremini yaşayan Türkiye, bu zamana kadar bilinmeyen belki de bilinip göz ardı edilen niteliksiz konut gerçeğiyle acı bir şekilde yüzleşmiş oldu. Enkaz altında kalan sadece canlarımız değil, o güne kadar ihmalkâr şekilde gelişen ve oldu-bittiye getirilen inşaat arzımızdı. İmarsız yapılaşma ve denetimsiz inşaat sektörünün faturaları acı bir şekilde ödendi. 2011 yılında yaşanan Van depremi ise gerekli derslerin alınmadığının kanıtı ve muhtemel depremlerin uyarıcısı oldu. 
 
Fay hatları üzerinde olan ülkemizin benzer bir felaket yaşamaması için alınan önlemler içerisinde en önemlisi, 16.05.2012 tarihinde kabul edilen 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” olmuştur. Kısaca “Afet Yasası” olarak da bilinen bu kanunun gerekçeleri arasında kaçak, plansız veya plana aykırı olarak gelişmiş ve inşaat kalitesi son derece yetersiz riskli bina ve alanları belirlemek, afetler meydana gelmeden önce zarar azaltmaya yönelik gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır.
 
Nihai hedef, kentlerin belirli kurallar çerçevesinde yeniden imarının gerçekleştirilmesi. Bu noktada, “kentsel dönüşüm” kavramı tekrar gündeme geldi. Ülkemizde uygulanan kentsel dönüşümün en önemli gerekçesi, öncelikle can güvenliğinin sağlanmasıdır. Dünyada uygulanan kentsel dönüşüm örnekleri incelendiğinde ise ya kent estetiği, ya turizmin desteklenmesi veya tarihi alanların yenilenmesi ve korunması amaçlarının öncelendiği görülmektedir. Ne var ki ülkemizin deprem gerçeği nedeniyle bu tür bir lüksü bulunmamaktadır. Kentsel dönüşüm bizim için bir gerekliliktir. Canlarımızın güvenliği, sağlam yapılarda ve sağlıklı alanlarda yaşam hakkının sağlanması birincil önceliğimizdir. Bu yüzden çıkarılan 6306 Sayılı Yasa son derece önemli. Ancak yasanın uygulaması belirli ilke ve prensipler çerçevesinde yapılmalıdır. 
 
Bir kentsel alanın salt fizik mekâna yönelik müdahalelerle ele alınması dönüşüm sürecini tek taraflı ele almak olacaktır. Aslında amaç riskli alanların yenilenmesidir. Bunu gerçekleştirirken dikkate alınması gereken bir dizi soru kentsel dönüşümün de ilkelerini oluşturmaktadır: 
 
Kentsel dönüşüm ne demek?
Kentsel alanın eski sakinleri proje bitiminde yine aynı bölgede yaşamlarına devam edebilecekler mi? 
Sosyal ve kültürel doku değişecek mi?
Projeler sakinlerin sosyo-ekonomik düzeylerine uygun yapılaşma içeriyor mu?
Uygulamalar başlamadan tüm tarafların katılımı sağlandı mı? 
Bu soruların yanıtı başarılı bir kentsel dönüşümün temel basamaklarıdır. 
 
Ne yazık ki kentsel dönüşüm uygulamalarında ilke ve prensiplerin dışında farklı yaklaşımlar görülebilmektedir. Konutların sağlamlaştırılması, altyapı sorunlarının çözülmesi,enerji verimliliği vb. gibi hedefler çoğunlukla öncelik kazanırken sosyal ve kültürel problemlerin çözülmesi, konut sahiplerinin memnuniyeti, yaşam standartlarının korunması, mahalle kültürünün devamlılığı gibi etkenler göz ardı edilebilmektedir. 
 
Bu durum tamamen kentsel dönüşüm projelerine taraflarının bireysel yaklaşımları sonucu ortaya çıkmaktadır. Bazen müteahhitler devasa ve kent dokusuna uygun olmayan projelersunmakta, bazen de riskli yapılarda oturan halk, projeleri bir kazanım olarak görmekte ve fırsatı(!) değerlendirmek istemektedirler. Sonuç olarak, bir dizi sorun kentlerimizi kentsel dönüşüm adı altında, aslında haksız bir adlandırmayla tehdit etmektedir. Yapılan yanlış uygulamalarla kentsel dönüşüm hedef haline gelmektedir. 
 
27 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen AK Parti Kongresi’nde Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Kadim karakterin moderniteyle yüzleştiği yerde yıkıcı olmayan, darbe vurmayan modern mimariyi kabul edeceğiz ama kadim tarihi birikimimize bir tehlike teşkil ettiğinde ona karşı duracağız. Dikey mimari değil yatay mimariyi kadim şehirlerimize egemen kılacağız” diyerek yeni şehir tasavvuru vurgusu yapmış, kentsel dönüşüm dâhil tüm kent politikalarımızın yeni bir anlayışla geliştirileceği müjdesini vermişti. 
 
Yıldız Teknik Üniversitesi 2012-2013 öğrenim yılı açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Bugün kentsel dönüşüm için binaları yıkmaya başlıyoruz. Maalesef insanlar yaşadıkları o şehirleri korumadılar, korumasını bilmediler. Bir yeri kapayım, oraya bina yapayım da ne olursa olsun dediler. Şu topraklardan insanın ayağının kesilmemesi lazım. Sadece beton yığınları arasında hayat, hayat değil. Toprakla yeşille iç içe bir hayat çok daha anlamlı olacak” diyerek yüksek katlı projeleri eleştirirken; mahallenin önemi, mahalle yaşantısı, kültürü ve komşuluk hukukuna da dikkat çekmişti. 
 
Mahalleyi kaybetmemek
 
Bir kenti tanımak için onu mahalle ölçeğinde anlamlandırmak gerekir. Mahalleler, bir kenti oluşturan en küçük yapı birimidir. Mahalle, tıpkı şehir gibi kimlikli bir yapıdır. Adı, tarihi, hafızası, kültürü vardır. Mahallenin kimliği; nasıl bir mahalle olduğunu, hangi nitelikler, özellikler ve unsurlarla donatıldığını, mahalle sakinlerinin özellikleri hakkında ilk tanımlayıcı bilgiyi verir. Mahallenin kentteki konumu, o yerin özellikleri, taşıdığı hikâye ve miras, zaman içindeki dönüşümü de mahalle kimliği açısından kayda değer hususlardır. Bir şehrin kazanımları mahallelerin gücüyle orantılıdır. Aynı şekilde, yitirilen değerler önce mahallelerde gözlemlenir. Dolayısıyla, mahalle ölçeğinde yapılan her müdahale aslında şehre yapılan müdahale olmaktadır. 
 
Yoğunluklu olarak karşımıza çıkan yanlış uygulamalar farklı bir fotoğraf sunuyor. Amaç güvenilir, sağlam ve yaşanabilir bir alan sunmak iken kentsel dönüşüme sıkı sıkıya sarılan inşaat sektörü, kentlerimizi proje merkezlerine dönüştürdü. Her zaman cazip ve çok kazanımlı olan bu uygulamalar riskli olan-olmayan alanlarda yeni dönüşümler gerçekleştirmek için fırsatlar oluşturdu. Öncelikli gerekçesi “can güvenliği” olan kentsel dönüşüm, şu sıralar kent parçacıklarını lüks konut projelerine dönüştürmekte!
 
Örneğin, aynı mahallede birçok farklı proje yükselebiliyor. Hatta aynı sokakta bile önüne “kentsel dönüşüm” tabelası asılan binalar hemen projelendiriliyor. Burada dikkat çekilmesi gereken farklı uygulayıcılar tarafından projelendirilen binaların birbiriyle örtüşmeyen, uyumsuz nitelikler sergilemesi. Yapılan iş kentsel değil; ancak binasal(!) dönüşüm oluyor. Tek sokakta her biri farklı planlanmış binalar yükselmekte. Lüks konut konseptinde, güvenlikli ve dış mekândan bağımsız. 
 
Projeler, yukarıda sayılan ilkeleri içerip içermemesi bir yana, mevcut formları ve görünürlükleri ile mahallenin, dolayısıyla kentsel mekânın hem fiziksel yapısı hem de sosyo-kültürel açıdan bütünlüğünü bozmakta. Yüksek katlı projeler, mahalle kültürü ve kent kimliğinin üzerinde yükseliyor. Bir yanda henüz “dönüşmemiş” alanlar, bir yanda lüks konutlar mahallenin bölünmüşlüğünü arttırıyor. 
 
İstanbul özelinde düşünüldüğünde kentin genel görünümü pek de iç açıcı değil. Yaklaşık 16 asır boyunca Roma ve Bizans ile Osmanlı devletine başkentlik yapmış olan İstanbul; eşsiz bir kültürel mirasa sahip. Şu sıralar bu medeniyet ve kültürel miras üzerinde beynelmilel bir etkileşimle isimlendirilen projeler kentte görünür olmakta. Bosphorus City, Brooklyn, Toskana, Manhattan, MyHome, Via Port Venezia, Şanzelize, Allure Tower, Demir La Vida, Evila, Kent Optimum, Skyport, Suare Residence, Marina Palace, GreenVillage, Sky Blue, Garden Hill, Mina Towers, Anthill Residence, Middleist, Propa Aura Residence, Nuvo Dragos, My World Europe, bu projelerin sadece bir kaçı. İlk okunduğunda İstanbul değil de farklı dünya şehirlerinin projeleri gibi düşünülen bu isimler ne yazık ki İstanbul’u kuşatmış durumda ve bunlara her gün yenileri eklenmekte. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Arenamega” adlı gösteri ve sanat merkezinin açılış töreninde yaptığı konuşmada”Açılışını yaptığımız yatırımlarda Türkçe hassasiyetini kaybettik. Eserlerimize isim koyarken, asla yokluğunu ve yoksunluğunu hissetmeyeceğimiz bir tarihimiz, kültürümüz, medeniyetimiz var. Kendi dilimizi ve kendi medeniyetimizi yaşatacak bir anlayışı sürdürmeliyiz” diyerek salona verilen ismi eleştirmişti. 
 
Eski şehir tarifindeki “yeşil camiyi geç, dik yokuştan sola sap, çeşmenin yanındaki ev” artık çok gerilerde kaldı. Yakın gelecekte “Brooklyn’den sağa sap, Skyport’un solundaki sokaktan içeri gir, My Roseville’in yanında” denilecek belki de. Farklı şehirlerin kimliği ve simgeleri haline gelmiş yapı ve isimlerin kötü kopyalarının İstanbul’a layık görülmesi ise farklı açıdan önemli bir problem. Tarih ve kültür hazinesi İstanbul’da inşa edilen projeler için seçilen ithal sembol ve isimler çok iğreti duruyor.
 
Şehirlerin de hafızaları var. Çokça düşünülmeden inşa edilen projeler şehrin hafızasını da zamanla silecektir. Şehrin hafızası silindiğinde kültürel mirası ve kimliği de silinir. Kimlik silindiğinde ise artık geri dönülmez bir dönüşüm başlar. Ne tarih ne medeniyet kökleri korunabilir. Artık gelecek nesillerin elinde kalan, medeniyet ve tarih bilincinden yoksun, hafızası silinmiş, kimliği olmayan şehirlerdir.
 
Kentsel dönüşüm, doğru anlaşılıp uygulandığında hem kimliği, hem tarihi-kültürel mirası muhafaza edecek, hem de yaşanabilir ve güvenli alanlar temin edebilecektir. Diğer yandan, bu konuda acil önlem alınmaz ise şehirlerimiz bir ucubeye dönüşecek. Çok geçmeden kentsel dönüşümden neyin anlaşıldığı sorgulanmalı ve yasanın çıkış gerekçesi unutulmadan gerekli önlemler alınmalıdır.