Siyonizm, kurumsal ırkçılık ve Gazze’de terör

Muhammet Berdibek / Ortadoğu Teknik Üniversitesi
23.08.2014

Siyonizm, teorik düzeyde ırkçılığı (Yahudi düşmanlığını) insan doğasının bir parçası olarak kabul eder. Pratik düzeyde ise, ırk temeline dayanan ve resmi ideolojisi gereği diğer ırkları dışlamayı gerektiren bir devlet kurulmuştur. Böylece Anti-Semitizm eksenindeki suçlamalar, bu ırkçı doğayı gizlemek adına kullanılan bir metoda dönüşür.


Siyonizm, kurumsal ırkçılık ve Gazze’de terör

Hamas’ın üç Yahudi’nin öldürülmesi olayını çok açık bir şekilde reddetmesine rağmen İsrail, Gazze operasyonuna başladı. Elbette İsrail Gazze’yi bombalamak için gerekli stratejik koşullara sahip bir ülke. Ancak bu durum bazı tartışmalı konuları da beraberinde getirmekte... Örneğin stratejik koşullar için gerekli motivasyonun kaynağı din midir? İsrail dinî amaçlar yüzünden mi Gazze’yi işgal ediyor? Yoksa din sadece stratejik amaçlar için kullanılan bir araç mıdır? Tüm bunların yanıtlanması İsrail’in Gazze’de uyguladığı vahşetin nisbî bir tanımını ortaya koyabilir. İsrail’i psikolojik bir vaka olarak tanımlarsak, Freud’un bilinçaltı kavramı başvurulacak temel kavramdır. Freud, psikolojik rahatsızlıkların tıbbi tedavi yöntemleriyle değil, hastanın bilinçaltına inilerek tedavi edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bittabi bu dini ve etnik gruplar, halklar ve kültürler için de düşünülebilir. Yani her birimin bir bilinçaltına sahip olduğu görüşü iddia edilebilir.  Bu yüzden, bir aydan fazla bir süredir Gazze’nin karadan, denizden ve havadan bombalanmasındaki sebebi, İsrail’in tarihsel bilinçaltında aramak veya en azından bunun psikolojik bir sorun olduğunu iddia etmek abartılı sayılmaz. Dolayısıyla teşbihi doğru yapmak, tedavi için uygun koşulların anlaşılmasını sağlayacaktır.

İşgale dini referans!

İsrail, tarihsel anlamda hiçbir şekilde doğruluğu bulunmadığı halde Filistin’le olan çekişmesini 3000 yıldır devam eden bir çatışmanın ürünü olarak sunmakta ve buna Tevrat’tan deliller göstererek dinî bir güce yaslanmaktadır. Elbette bunu yalnızca Siyonistlerin, Tevrat’a bağlı bir hayat yaşadıkları şeklinde yorumlamak yanlıştır; ancak Tevrat’ın siyasal amaçlar doğrultusunda kullanıldığını düşünmek de hata sayılmaz. 

İsrail devletinin kuruluşundan önce ve sonra Siyonistler, birçok olayda dinî ve geleneksel değerlere vurgu yapmıştır. Bu, İngiliz düşünür Eric Hobsbawn’ın “Geleneğin İcadı” kavramı ile örtüşmektedir. Buna göre, milliyetçi akımlar ve uluslar; grup aidiyetini güçlendirmek amacıyla geleneklere başvururlar. İcat edilmiş gelenekler, aslında var olmayıp varmış gibi kabul edilen ya da var olup da süreklilik arz edercesine gösterilen tarihlerden, mitlerden, efsane ve dinî motiflerden oluşmaktadır.

İsrail’in genelde Filistin; özelde ise Gazze üzerindeki işgali ve zorbalığının en temel referansını Tevrat’ta adı geçen iki özel kavramda aramak gerekir: “Vaat Edilmiş Topraklar” ve “Seçilmiş Halk”.  Bu iki özel kavram, tarih boyunca Yahudiler, daha özelde ise 19. yüzyılda Siyonistler tarafından farklı biçimlerde kullanılmıştır. Yahudi toplumunu bir arada tutmak, onların aynı refleksi göstermelerini sağlamak ve ortak aidiyeti güçlendirmek amaçları güdülmüştür.

‘Seçilmiş halk’ teolojisi

Vaat edilmiş topraklar, “Tanrı (Yehova), Hz. İbrahim’e Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan toprakları İbrahim’in soyuna(Yahudilere) verdi” ayetinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat Tevrat’ta vaat edilmiş topraklara ilişkin net bir tanımlama bulunmaz. Bu esnek sınır anlayışı içinde Tevrat daima bir saldırıyı önceden yasallaştırmak veya bir işgali haklı çıkarma amacıyla kullanılır. Ayrıca Yahudiler, kadim Filistin topraklarının ilk sahibi olmaktan çok uzak olmalarına rağmen kesintisiz bir şekilde bu topraklardaki varlıklarından söz etmektedirler. Bu nedenle erken dönemde, Siyonistler “toprağı olmayan bir halk için, halkı olmayan bir toprak” ifadesini formüle etmişlerdir. Bununla Filistin toprağında yaşayan Arapları reddetmiş veya onların görmezden gelinmesini planlamışlardır. Ancak en temel noktada hesaplayamadıkları şey Filistin demografisi olmuştur. Üç büyük savaş ve birçok çatışmadan sonra demografi hala büyük bir sorun halinde belki de Gazze işgalinin en temel sebebi olmuştur.

Filistin’in daha özel bir şekilde de Gazze’nin işgali veya katliamlarının bir diğer temel referansı “Seçilmiş Halk” kavramında yatmaktadır. Hâlbuki tarihsel vakalar bunun tam tersini kanıtlasa da, 1948 sonrasında İsrail, öncesinde de Siyonistler, politikalarına ve davranışlarına yapılan her itirazı anti-semitizm kategorisinde değerlendirmekte ve aslında kendilerinde var olan kategorik ırk düşmanlığını sadece başka toplumların davranışları üzerinden yorumlamakta ve bunu değişmez bir politik gerekçe ile sunmaktadır. Fakat görmezden gelinen mevzu Siyonizm’in hem teorik hem pratik düzeylerde ırkçı bir hareket olduğudur. Siyonizm, teorik düzeyde ırkçılığı (Yahudi düşmanlığını) insan doğasının bir parçası olarak kabul eder. Pratik düzeyde ise, ırk temeline dayanan ve resmi ideolojisi gereği diğer ırkları dışlamayı gerektiren bir devlet kurulmuştur. Böylece Anti-Semitizm eksenindeki suçlamalar, bu ırkçı doğayı gizlemek adına kullanılan bir metoda dönüşür. Siyonistler, İsrail devletinin kurulmasından sonra, ırkçılığı devletin resmi ideolojisi haline getirerek kurumsal bir hale getirirler.

İsrail’in operasyon öncesinde ve operasyon esnasında kullandığı sembol ve motiflerin birçoğu tarihsel hafızaya ve dinî geleneğe dayanır. İsrail’de ve İsrail dışında yaşayan Yahudilerin sürgün anıları, hafızalarına kazınmış durumdadır. Sürgün anılarının tazeliğinden dolayı, herhangi bir Yahudi’nin başına bir şeylerin gelmesi, klasik anlamda bir travmaya dönüşmekte... Bunu çok iyi kullanan İsrail; günlerce Hamas’ı suçlayan açıklamaların ardından Gazze operasyonuna başlamıştır.     

Gazze’ye yapılan operasyon isimlerin Kutsal kitaptan seçilmesi ayrı bir psikolojik hazırlık olarak görülmelidir.  İsrail’in Filistinlilere yönelik operasyonlarının isimleri dinî ve siyasi mesaj taşımakta, askerleri motive ve halkı mobilize etmek amacıyla Tevrat’tan seçilmektedir.  “Dökme Kurşun”, “Sıcak Kış”, “Bulut Sütunu”, “Yaz Yağmuru”, “Sonbahar Bulutları” ve son olarak da kaçırıldığı iddia edilen kayıp 3 Yahudi yerleşimcinin bulunması için İsrail tarafından sürdürülen “Kardeşlerin Eve Dönüşü” operasyonu bunun bilinçli bir şekilde yapıldığının göstergesi.

Kenan ilinde oturanlar...

İsrail’in Gazze’de sivil insanları, çoluk çocuk demeden katletmesi yine Tevrat’tan alınan referanslara dayandırılabilir. Tevrat’taki İsrail devleti adına hareket eden bugünkü İsrail devleti Kenan ilinde oturanları yok eden eski devletin hareketlerini tekrarlamaktadır. Günümüzde Kenanlar yok, Araplar vardır: “Burada oturan halkların şehirlerini Tanrı’n sana miras olarak verdi... Burada hiçbir canlı bırakmayacaksın. Hititleri, Amoritleri, Kenanlıları, Perizit’leri, Hivitleri ve Jebuzitleri hareketsiz bırakacaksın... Allah’ın sana bunu emrediyor” ve  “Şimdi git Amelek’i vur... Her şeylerini ellerinden al. Geriye hiçbir şey bırakma... Her yere ölüm saç... Erkekleri ve kadınları, çocukları ve süt çocuklarını, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldür” ayetlerinin Gazze operasyonu ile örtüştürürsek; sonuç itibariyle ortaya çıkan katliam ve yıkım ortada... Bunun için Halacha’ya(Yahudi Şeriatı) göre Filistinlilere nasıl davranılması gerektiği konusundaki tüm sorun Yahudilerin sahip olduğu güç ile ilgili bir sorundur:  Eğer Yahudiler yeterince güçlüyse o zaman Filistinlileri sürmeleri dinî bir yükümlülüktür. Bu kurallar İsrail hahamları tarafından sık sık gündeme getirilmektedir. İsrailli hahamlar, Filistinlileri antik uygarlıklarla aynı kabul etmekte ve “nefes alan hiçbir canlı bırakmayacaksın” ayetini bu şekilde yorumlamaktadırlar. Roger Graudy’e göre, soykırım veya katliamların kitaba dayandırılması birçok bakımdan faydalı olmaktadır. Bunlardan birincisi, halkın mobilizasyonunu sağlamak. İkincisi İsrail dışındaki Yahudilere, Tevrat’ta yer alan devletin devamı ve kanuni mirasçısı olduğunu kabul ettirmektedir.

İsrail güç ve iktidar ilişkisini, din ve siyasi durum üzerinden konumlandırmakta, gücünün sınırları dahilinde vaat edilmiş topraklara ulaşmaya çalışmaktadır. Buradan yola çıkılarak İsrail’in bir din devleti olduğu sonucuna varılabilir; fakat bu da yanıltıcı olur. Bugünler havadan, karadan ve denizden yapılan kuşatma ile abluka altına alınan Gazze operasyonu, ideolojik ve dinî motivasyonla süslenmiş siyasi gerekçelere dayanmaktadır. Fakat İsrail için siyasi açısından zararlı görülen bir olay, dinî açıdan meşru sayılsa bile birincisi tercih ediliyor bu politik ve dini hedefler ile birleşince İsrail pek geri adım atmıyor, fakat Real Politik açıdan zararlı olduğunu düşündüğü şeylere dini açıdan doğruluk payı olsa dahi yanaşmıyor. Nitekim 1982’de İsrail, Lübnan’ı işgal ettiğinde Ariel Şaron “kitabı mukaddesse bağlı kalarak burayı işgal ettik” demiştir. Fakat kısa bir süre sonra geri çekilme durumunda kalmıştı. Yine aynı Şaron, siyasi ve demografik nedenler ile 2005’te Gazze’den geri çekilmek durumunda kaldı. İsrail’in neredeyse bütün dinî yorumlarda, “Vaat Edilmiş Toprakların” içinde yer alan Gazze’den çekilmesi, siyasi tercihlerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 

Sonuç olarak, İsrail devleti veya Yahudiler, Vaat Edilmiş Topraklar ve Seçilmiş Halk kavramları ile değişmez bir toprak ve ırk ilişkisi kurarak iç politika ve dış politika yapım süreçlerini yönetmektedir. Teşbih bu olduğu sürece, hastanın yani İsrail’in işgal ve katliam dürtüsünün engellenemez bir vaka olduğunu belirtmekte fayda var. Ezcümle, İsrail devleti için, siyasal ve dini hedefler çakışınca ve küresel atmosfer buna uygun olunca, Filistin toprağının her parçası işgale uygun hale gelir, İsrail’in yaptığı her katliam ise sadece istatistiğe dönüşür, tıpkı eski bir Yahudi Yasasında belirtildiği gibi; “Yahudi olmayanları öldürmek, vahşi hayvanları öldürmek gibidir.”

[email protected]