Türkiye Türkiyelileşiyor!

Erdem İlter / Binghamton Üniversitesi
16.08.2014

Seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’de Atatürk’ten sonra “ikinci kurucu lider” olmaya aday. Etnik ve dini kimliklerin aşılıp Türkiyelilik çatısı altında buluşma çağrısı yapması 2023’e yani Cumhuriyet’in yüzüncü yılına gelindiğinde Cumhuriyet’in Kemalist versiyonunun ciddi bir revizyondan geçirileceğine işaret ediyor.


Türkiye Türkiyelileşiyor!
Balkon konuşmasından da anlaşılacağı üzere çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’de Atatürk’ten sonra “ikinci kurucu lider” olmaya aday. Etnik ve dini kimliklerin aşılıp Türkiyelilik çatısı altında buluşma çağrısı yapması 2023’e yani Cumhuriyet’in yüzüncü yılına gelindiğinde Cumhuriyet’in Kemalist versiyonunun ciddi bir revizyondan geçirileceğine işaret ediyor. Muhafazakarların sistem üzerindeki fiziki tahakkümüne bakılıp “Ortada Kemalist Cumhuriyet mi kaldı?” diye sorulabilir. Evet, maalesef kaldı. Cumhurbaşkanlığının en büyük iki adayının, İslami kimliklerine rağmen Türklüklerini yani rüştlerini ispatlama yarışına girmeleri bunun önemli bir göstergesiydi. Kısaca Kemalizm dindarların, Kürtlerin ve küçük bir liberal, sol grubun mücadelesi sonucu fiziken zayıflamış olsa da bu henüz bir anayasa ile tescillenmiş değil. Sistem, bütün defolarına rağmen yapısal gücünü koruyor ve yaşanan bütün dönüşümlere rağmen Cumhuriyet’in 100. yılına Kemalizm’in kötü bir kopyası ile ulaşıp ulaşamayacağımız noktasında hala tam olarak emin değiliz. Bu konuyu tartışmak için önümüzde yıllar var. O yüzden burada keserek, geriye doğru yani yaşanan seçim sürecinin bu tarihsel dönüşüme nasıl katkı yaptığına, yapacağına odaklanmak istiyorum. 
 
Bu seçimde Türkiye’de genel hatlarıyla İslami, seküler, Türk ve Kürt kimliği noktalarından referansla hareket eden dört büyük siyasi akım da Türkiyelileşti. Her ne kadar bu kavram Kürt Siyasi Hareketi için kullanılsa da bu seçimde kurulan ittifaklarla birçok zıt grup birbirine temas etme hatta diyaloga geçme imkanı buldu. Bu noktada Türkiye’de Erdoğan sayesinde veya Erdoğan yüzünden muhalefet partileri tarafından sıklıkla iddia edilegeldiği gibi bir “kutuplaşma” değil “diyalog” süreci yaşanıyor. Evet, toplumun farklı kesimlerinde görülen bu diyalog bir noktada Erdoğan’ın yönlendirmesi, teşviki, İslami referanslarla yürüttüğü refah siyaseti ile gerçekleşirken diğer yandan Erdoğan karşıtlığı üzerinden şekilleniyor. Birincisi Erdoğan en önemli kucaklaşmayı Türkiye toplumunun iki hakim damarını oluşturan muhafazakarları ve milliyetçileri dönüştürerek yapıyor. Bir yanda İslam kardeşliği söylemi ve eylemiyle Türkiye’deki dindarları dünyanın çok farklı coğrafyalarından “din kardeşleri” ile tanıştırıp, buluşturup onları evrenselleştirirken diğer yandan milliyetçileri Kürt meselesi noktasında ehlileştiriyor. Yani Türkiye’nin bu iki ana hattını bir yandan Türkiyelileştirirken bir yandan da dünyalılaştırıyor. Erdoğan, benzer şekilde inkarcı devlet dilini (en azından söylemsel düzeyde ve çeşitli pratik adımlarla) terk ederek Kürtleri de Türkiye’ye daha çok entegre ediyor. Diyarbakır’da Mesud Barzani ile sürgün Şıvan Perwer ile miting düzenleyen ve 30 yıla varan kanlı bir iç savaşı sonlandırmak için bugüne kadar şeytanlaştırılan Öcalan ile barış masasına oturan bir lider Türkiye toplumunun yüzde 50’sinden fazlasının oyunu alarak devletin zirvesine yani Çankaya çıkıyor. Evet, Erdoğan 90 yıldır Kemalist milliyetçilikle zehirlenmiş toplumu değiştirerek, dönüştürerek yapıyor bunu. Yani milliyetçileri ve mütedeyyinleri hep uzak kaldıkları, çoğunlukla da nefret ettikleri bir zümre ile diyaloga sokuyor ve onları Türkiyelileştiriyor.  
 
Zıtların diyalogu
 
Mevzubahis Türkiyelileşme olgusu bir başka cephede, negatif bir motivasyon üzerinden gerçekleşiyor. Buradaki diyalogun ana aktörleri Erdoğan karşıtlığında yanyana gelseler de kendi aralarında ve onların şahsında Türkiye toplumunun değişik (hatta zıt) katmanlarında bir diyalog ve empati sürecinin yaşanması kaçınılmazdır. Bilindiği gibi “Erdoğan mağduru” cephe Türkiye’de gittikçe genişliyor. Erdoğan’ın Sünni İslam ağırlıklı eylem ve söylemlerinin Alevileri ve ulusalcı laikleri çok ciddi şekilde ürküttüğü ve ötekileştirdiği görülüyor. Bunun yanı sıra Kürt açılımları ile birlikte egemen kimliğini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalan bazı Türk milliyetçileri de kendilerini yeni düzenin ötekisi olarak görüyorlar. Bu cepheye İslami bir Cemaat’in de katılması Türkiye’de çok farklı siyasi sürecin yaşanmasına yol açıyor. Son yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi gösterdi ki bu üç grup bütün farklılıklarına ve çatışmalarına rağmen bir araya gelme ve siyaset üretme olgunluğunu gösterebiliyor. Ekmeleddin İhsanoğlu şahsında şekillenen ittifakın bir yanında Aleviler ve Ülkücüler varken diğer yanında Gülen Cemaati ve Ulusalcılar yer aldı. Özellikle 70’lerden itibaren İç Anadolu’da yaşanan Alevi katliamlarını ve bunların en önemli aktörünün Ülkücüler olduğunu düşünürseniz MHP lideri ile Dersimli bir Alevi Kürdün yanyana gelişinin nasıl bir devrim olduğunu çok daha iyi anlarsınız. (MHP’nin İç Anadolu’da oy kaybetmesinin sebebinin tam da bu oluğunu düşünüyorum. Ve bu MHP’lilerin istikamet olarak Kürtlerle barış süreci yürüten bir Erdoğan’a yönelmesi üzerinde sizleri tefekküre davet ediyorum.) Eğer bu diyalog süreci gelişirse İç Anadolu’da bugüne kadar gettolaşmış olan Alevi ve Sünni mahallelerinin birbirlerine yeniden entegre olmaları kaçınılmazdır ki tam bir toplumsal barışın sağlanması adına bu elzemdir. 
 
Bir diğer önemli mesele bugüne kadar paranoyakça ve İslamofobik bir laiklik anlayışıyla siyaset yürüten CHP ve kök saldığı kıyı şeridi sakinlerinin İslami bir kimlik taşıyan İhsanoğlu’na yönelmeleri son yıllarda yaşanan kırılmanın bir diğer göstergesidir. Şuan ki motivasyonun samimiyeti tartışılsa da post-Erdoğan dönemde elimizde İslami değerlerle temasta olmuş, diyaloga geçmiş bir “laikçi” kitle olacak ki bu hiç de azımsanacak bir olay değildir. Kısaca CHP, MHP ve Cemaat tabanları gerek birbirleriyle gerekse de İslam (her iki mezhebiyle de) ile en azından stratejik olarak barışarak Türkiyelileşme serüvenlerine müthiş bir hız kazandırdılar. 
 
Lider siyaseti dönemi
 
Bu süreçte Türkiyelileşmesi en çok gündemde olan Kürt Hareketine gelecek olursak şunu görüyoruz: Demirtaş bütün çabalarına rağmen Alevilerin ve sekülerlerin oylarını değil daha önce AK Parti’ye oy vermiş (ve hatta Gülen Cemaati dahil çeşitli İslami Cemaatlere ve tarikatlara mensup olan) muhafazakar ve dindar Kürtlerden destek almıştır. Bunun da sebebi Demirtaş’ın şahsında şekillenen “Kürt kimliğinden feragat etmeden Türkiyelileşme” projesidir. Yani bu seçim tasdik etmiştir ki Kürtler özgür oldukları takdirde ne Türkiye’den neden Kürtlüklerinden vazgeçiyorlar. Bu kimlikler özgür bir ortamda birbirleriyle çelişen değil birbirini tamamlayan olgulardır. Bu aynı zamanda Kürtleri zorla, şiddetle, göçle, iskanla veya asimile ederek yok etmek isteyen Kemalizm ile Kürtleri kriminalize ederek, paranoyaya dönüşmüş bölücülük söylemleriyle terörize eden milliyetçilerin de tarihi yanılgısının, yenilgisinin tasdikidir. Yani bu cephede de Türkiyelileşme önemli bir yol almıştır ve Barış Süreci olumlu sonuçlandığı takdirde Türkiyelileşme tamamına erecektir. 
 
Şüphesiz Erdoğan sayesinde veya Erdoğan’a rağmen gelişen farklı kesimlerin Türkiyelileşme süreçlerinin istikameti Erdoğan’ın Çankaya’daki performansına bağlı olarak ilerleme veya gerileme gösterecektir. Erdoğan’ın balkon konuşmasında sıklıkla değindiği gibi Türkiye’de kendisini sevmeyen çok ciddi bir kitle mevcut. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kitleyi de kucaklayacağını söyledi fakat bu 2007’deki kadar ses getirmedi. Kısa vadede kapanmayacak olan bu mesafe eğer sığ bir siyasetle daha da derinleşmezse uzun vadede mutlaka kapanacak ya da uygun bir seviyeye çekilebilecektir. Bugün Erdoğan’ın karşısında onun değerleriyle barışmış, temasta bulunmuş laik bir cephe, Kürt Hareketi ile yürüttüğü barış görüşmelerine rağmen ona yönelebilen ciddi bir milliyetçi taban ve bulduğu özgürlük ortamında devleti yönetmeye talip olacak kadar sisteme hevesle entegre olmaya çalışan Kürtler var. Bardağın dolu tarafına odaklanıp bunu 100. yılda kurumsallaştırmak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a düşüyor. 
 
Bu yazının ana mevzusu olmamakla birlikte değinmek istediğim bir diğer konu Türkiye siyasetinde liderin önemidir. Bu seçim bize açıkça gösterdi ki halkın onlara baktığında kendilerini buldukları karizmatik liderler partilerinin önüne çok rahat geçebiliyorlar. Bu noktada muhalefetin yaşadığı başarısızlık eleştirilerin aksine stratejik bir sebepten kaynaklanmadı. Tam tersine muhalefet seçimi kazanabileceği en iyi projeyle çıktı meydana. Fakat hedef kitlesini heyecanlandıramayan, peşinden sürükleyemeyen Ekmel Bey seçimin kaybedilmesinin veya ikinci tura taşınamamasının en büyük müsebbibidir. Sönük geçen kampanyası kitlesine umut değil yenilmişlik aşılamıştır. Buna rağmen %40’lara ulaşan oy oranı muhalefetin stratejisinin aslında ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.