Türkiye ‘Türkmen devleti’mi?

Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk / Koç Ünv. Öğr. Üyesi
23.03.2013

Türkiye’nin elbette ki kurucu ideolojisini, resmi milliyetçiliği ve ulus devlet anlayışını eleştirmeye ve değiştirmeye ihtiyacı vardır ama bu eleştiriye Türkiye’nin Türkmenlere ayrıcalıklar sağlayan “etnik” bir ulus devlet olduğu gibi yanlış bir tespitle başlamak tartışmayı çıkmaza sürüklemektedir.


Türkiye ‘Türkmen devleti’mi?

Türkiye, bazen ve hatta sıklıkla iç ve dış medyada ve akademik çevrelerde “etnik ayrımcılık” yapmakla ve Türk olarak tabir edilen bir etnik grubu diğer etnik gruplara göre daha üstte tutmakla suçlanıyor. Bu suçlamadan hareketle Türkiye’nin Almanya, Japonya veya Estonya gibi tek bir etnik grubun devleti olduğu sonucu çıkarılıyor. Bu tespit büyük ölçüde yanlış ve yanıltıcı olmakla birlikte, hakkını vermek gerekirse doğru olduğu iki alan var ve bu alanlarda reformlar yapılabilir. Öncelikle etnik ayrımcılık gözlenen o iki alandaki ayrımcılığı teslim ederek yapılması gereken reformlara işaret ettikten sonra geneli itibariyle Türkiye’de devletin etnik bir grubun devleti olduğu iddiasının eleştirisine geçilebilir. Türkiye’nin eğitimde zorunlu tutulan resmi tarih yazımında ve bazı ülkelere yönelik dış politik önceliklerinde “etnik Türk” tabiriyle ima edilen Türkmen etnik kategorisine pozitif bir ayrımcılık uyguladığı doğrudur. 1930’lu yıllarında ortaya atılan “Türk Tarih Tezi”nden itibaren ilköğretim başta olmak Cumhuriyetin kuruluş kamusal eğitim-öğretim faaliyetlerinin ve resmi tarih araştırmalarının hemen hepsinde Orta Asya’dan geldiklerine inanılan Türkmen oymaklarının gerçek yada muhayyel tarihi resmi tarih olarak anlatılmıştır. Fakat bu tarih derslerini dinleyen Türkmen öğrencilerin sınıftaki, örneğin, Laz, Gürcü, Zaza, Arap, Boşnak veya Kürt kökenli öğrencilere karşı psikolojik veya maddi bir üstünlük sağladıklarını ise zannetmiyorum. İkincisi, Irak, Suriye, Makedonya, Kosova, Moldova gibi bazı çevre ülkeler söz konusu olduğunda Türkmen kökenli olduklarına inanılan gruplara (Gagauzlar, Irak Türkmenleri, Makedonya Türkleri, vs.) özel bir ilgi duyduğu ve onların hamisi olmaya çalışarak bir anlamda pozitif ayrımcılık yapmaya çalıştığı dönemler olduğu doğrudur. 

Etnik kimlik ve ayrıcalık

Bununla beraber, dışişleri bürokrasisinde bile Cumhuriyet boyunca Türkmenlere ayrıcalık sağlandığını ve hatta bir etnik grup olarak Türkmenlerin dışişlerinde egemen olduğunu zannetmiyorum. Bu iki alan, yani tarih yazımında ve bazı ülkelere karşı dış politikada Türkmenlere ayrıcalık tanınması dışında, Türkiye’nin somut ve sistematik şekilde Türkmen etnik grubuna ayrıcalık sağladığını iddia etmek ise kanaatimce yanlıştır ve Türkiye’deki milliyetçilik ve ulus devlet tartışmalarını yanıltıcı bir yöne çekmektedir. Oysa Türkiye’nin elbette ki kurucu ideolojisini, resmi milliyetçiliği ve ulus devlet anlayışını eleştirmeye ve değiştirmeye ihtiyacı vardır ama bu eleştiriye Türkiye’nin Türkmenlere ayrıcalıklar sağlayan “etnik” bir ulus devlet olduğu gibi yanlış bir tespitle başlamak tartışmayı çıkmaza sürüklemektedir.

Türkiye’yi bir etnik grubu el üstünde tuttuğu iddiasıyla eleştirenlerin, sistematik olarak Türkmenlere resmi ayrıcalıklar tanındığına dair somut deliller ortaya koymaları gerekir. Siyasi liderlikte bir Türkmen ayrıcalığından bahsedilebilir mi? Cumhurbaşkanı ve başbakanların bırakın tamamını, çoğunluğunun bile Türkmen olduğu şüphelidir. Evren mi Türkmen’di yoksa Özal mı? Çiller, Yılmaz, Erbakan, Erdoğan ve daha nice başbakanın arasında kaç tanesi Türkmen idi? Bugün ne iktidar ne de ana muhalefet partisi liderinin Türkmen olduğunu iddia etmek (iddia eden var tabi!) inandırıcı olur. Bu durum aslında onca etnik çeşitliliği barındıran Türkiye için büyük bir övünç kaynağı olarak kabul edilmelidir. Son seksen yılın siyasi iktidarlarında ve devlet bürokrasisinde Türkmen ayrıcalığı ve hele de Türkmen hakimiyetinden bahsetmek mümkün değildir. Alevi, Arnavut, Kürt, Laz, Gürcü, Çerkez bakan, başbakan ve cumhurbaşkanları olmuştur ve bunların sayısının aynı görevlere gelen Türkmenlerden çok daha az olduğunu zannetmiyorum. Sadece MHP liderliğinde genel başkanın Türkmen olmasının bir üstünlük olarak görülerek vurgulandığını söyleyebiliriz ki bu da çok şaşırtıcı olmasa gerektir. Fakat MHP’nin bile parti programında ve geçmiş iktidarında, örneğin, Türkmen kökenli olmayanları siyasi iktidardan ve devlet bürokrasisinden men etme gibi bir vaad veya icraatının olmadığını da biliyoruz.

Siyasette ve bürokraside olduğu gibi ekonomide de herhangi bir Türkmen hakimiyeti veya ayrıcalığından bahsedemeyiz. Türkiye’nin en zengin on, yirmi veya yüz işadamı arasında Türkmenlerin büyük çoğunluğu ve hatta basit çoğunluğu oluşturduğunu söylemek mümkün müdür? Siyasette ve ekonomide Türkmenler egemen veya ayrıcalıklı olmadıkları gibi bilim, kültür ve sanat alanlarında, yani ideolojik planda ve düşünce üretiminde de Türkmenlerin bir ayrıcalığı veya hakimiyeti söz konusu değildir. Sağcısından solcusuna, edebiyattan sinemaya, temel bilimlerden felsefeye, kültürel iktidar üretiminin hiçbir sacayağında Türkmenlerin bir hegemonya kurdukları söylenemez, hatta böyle bir iddia bence gülünç olur. Tam tersine, Mehmet Akif’ten Yahya Kemal’e, Orhan Pamuk’tan Yaşar Kemal’e kadar cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin önde gelen kültürel şahsiyetlerinin pek azı Türkmen’dir. Öte yandan pek çok siyasi liderin ve devlet görevlisinin, Türk ifadesini sanki bir etnik kategoriyi ifade ediyormuşçasına, Arap, Arnavut, Boşnak, Laz, Kürt, Pomak, Zaza ve sair etnik kategorilerle aynı seviyede ve bir arada zikretmesi de yanlış ve tehlikeli bir söylemdir. Maalesef bu yanlışta, siyasetçi ve devlet adamlarının olduğu kadar ve hatta belki onlardan daha fazla olarak medyanın, entelektüel seçkinlerin ve akademisyenlerin de sorumluluğu bulunmaktadır. Tüm bu kesimlerden önemli sayıda kişinin katkısıyla ‘Türk’ sözcüğü olması gerektiği gibi pek çok etnik grubu kapsayan siyasal bir üst kimlik olarak değil de Anadolu’da yaşayan etnik gruplardan sadece birisi olan Türkmen etnik kimliğinin ikamesi olarak kullanılır hale gelmiştir. “Arnavut, Boşnak, Çerkez, Kürt, Laz, Pomak, Türk ve Zaza” demek aslında “elmalar, armutlar, kayısılar, meyveler ve portakallar” demeye benziyor… Elma, armut, kayısı ve portakal da meyve olarak adlandırılabilecekleri halde, ortak meyve üst kimliği ile onların tikel alt kimliklerini aynı seviyedeymişçesine zikretmek büyük bir kavramsal hata değilse nedir? 

Türk etnik kimlik midir?

Bu gibi söylemlerin hepsinden daha yaygın olanı gazete manşetlerinden köşe yazılarına, akademik konferanslardan siyasi nutuklara, her ortamda rastlanan Türk ve Kürt ifadesi. Söylem düzeyinde potansiyel bir ayrışmanın temelini atan bu ifade, Türkiye’nin Kürt olmayan tüm etnik kategorilerini tek bir kategori olarak Türk sözcüğü altında kavramsallaştırıyor. Aynı teşbihle devam edecek olursak meyve ve portakal demeye benziyor Türk ve Kürt ifadesi. Doğru ifade, “Kürt ve Kürt kökenli olmayan Türkler” şeklinde formüle edilebilirdi, portakal ve portakal olmayan meyveler gibi. Bugün halen içinden çıkamadığımız kimlik buhranlarının önemli bir sebebi de budur. Fakat bunun da çaresi en azından bugünden sonra, Türkiye halkının etnik kökenlerini, yani alt kimliklerini, ifade etmek gerektiğinde, Türk sözcüğünü kullanmamak ve kökenini Orta Asya’dan gelen oymaklara dayandıranlar için doğru ifade olan Türkmen sözcüğünü kullanmaktır. Türk kimliğini etnik Türkmen kimliğine indirgeyen siyasi, medyatik, entelektüel ve akademik söylemlerden dikkatle kaçınmak, resmi tarih yazınını ve dış politikayı etnik Türkmen vurgusundan arındırmak, kapsayıcı ve çoğulcu bir Türk kimliğinin benimsenmesi ve yerleşmesi için gereklidir. Türkiye, bir Türkmen devleti olmadığı gibi, Türkmenler, Kürtler, Araplar, Yahudiler, Lazlar, Ermeniler, Çerkezler, Rumlar, Zazalar ve diğer yerli ve muhacir etnik kökenden gelen vatandaşlardan müteşekkil Türk kimliği, bu çok kültürlü halkın ortak üst kimliği olmaya devam edebilir. Yeter ki etnik alt kimliklerin ve kapsayıcı, gayri-etnik bir üst kimliğin eşzamanlı gelişimi ve ifadesine izin veren demokratik ortam sağlansın. 

[email protected]