“Tutunamayan” sinik failin tutunma çabası olarak komplo teorileri

Suheyb Öğüt - Yazar
6.07.2013

“En iyi komplo teorisi ispatlanamaz olandır” diyordu “Conspiracy Theory” filminde Mel Gibson. Zira ispatlanırsa teori olmaktan çıkar, vakıaya dönüşür. Bu anlamda en büyük komplo teorisi gördüğümüz her şeyin her zaman tam da göründüğü gibi olduğunu; arkada hiçbir komplo olmadığını iddia etmektir.


“Tutunamayan” sinik failin tutunma çabası olarak  komplo teorileri

Postmodern failin mümeyyiz vasıfları şunlardır: Siniklik (riyakârlık) ve paranoyaklık. Siniktir zira kendisi bilhassa modern-öncesi failler gibi büyük Öteki’ye (simgesel/siyasi düzene, devlete, endoktirinize edilmiş ideolojilere vs) inanmaz; sadece inanmış gibi yapar, bunlarla kendi arasında her zaman için belli bir riyakâr mesafeyi muhafaza eder. Paranoyaktır; zira büyük Öteki’ye inanmadığı için gerçekliğe tutunamaz, gerçeklikle ilişkisini kaybetme noktasına, o dipsiz hiçlik uçurumunun kıyısına gelir ve bu durum onu büyük Öteki’nin bir büyük Öteki’si olduğuna, büyük Öteki’nin arkasında -hâşâ- Allah’tan bile kudretli olan Şeytanî bir gücün mevcut failleri onlara hiçbir özerklik bırakmayacak şekilde belirlediğine inanmaya sevkeder. Büyük Öteki’nin büyük Öteki’si olan bu fantazmagorik Şeytanî güç zahirî ve alenî olmadığı için kendisi ancak komplo teorilerinin konusu olarak simgeselleştirilmektedir. Dolayısıyla postmodern sinik paranoyak failin son kertede yiyeceği halt komplo teorileri kurmaktan başka bir şey değildir. Nitekim AKP’nin başa gelmesi sürecinden tutun da Arap Baharı’na kadar her kritik süreçte bu failin kognitif bir haritalandırma yapmak için ısrarla hep komplo teorilerine müracaat ettiğini ve ideolojik söylemini hep bu minvalde lafzileştirdiğini görmekteyiz. Şimdi de bazı Müslümanlar’ın Gezi Parkı protestolarını böyle bir perspektifte yorumlamanın eşiğine geldiklerini müşahede ediyoruz. Ve “aman” diyoruz, “aman!”  

“En iyi komplo teorisi ispatlanamaz olandır” diyordu “Conspiracy Theory” filminde Mel Gibson. Zira komplo teorisi ispatlanırsa teori olmaktan çıkar, vakıaya dönüşür. Bu anlamda en büyük komplo teorisi siyasi alanda gördüğümüz her şeyin her zaman tam da göründüğü gibi olduğunu; arkada hiçbir komplo, görünenin dışında hiçbir güç olmadığını iddia etmektir. AKP’nin iktidara gelmesinde, Arap Baharı’nda ve Gezi Parkı protestolarında çok-uluslu şirketlerin, ABD’nin, İngiltere’nin, masonların vb iktidar yapılarının hiçbir etkisi olmadığı, önceden ya da sonradan hiçbir müdahalede bulunmadıkları iddiası ispatlanması imkansız âtıl bir komplo teorisinden başka bir şey değildir. Fakat diğer taraftan bütün bu hadiselerin yalnızca mezkur iktidar yapılarının güdümünde gerçekleştiğini söylemek de “fail” dediğimiz, o nihai olarak şartlandırılmaz, belirlenemez, karar verilemez “müstesna” menfiliği bizzat bir komplo teorisi derekesine indirmek anlamına gelmektedir. 

Emperyelistler var ya!

Daha açık bir ifadeyle “AKP’yi emperyalistler başa geçirdi” (ya da “Arap Baharı’nı sürecini emperyalistler başlattı”) diyen psikotikler AKP’yi destekleyen milyonlarca failin aslında fail değil robot olduğunu, yahut salak ve kötü niyetli olduğunu, 28 Şubat’tan sorumlu tuttukları emperyal güçleri cân-ı gönülden sevdiklerini, AKP’yi desteklemelerine sebep olacak herhangi bir rasyoneliteden de (Erdoğan’ın İstanbul belediye başkanlığı döneminde harikalar yaratması; iflasın eşiğindeki, çöpleri toplamaktan aciz bir belediyeyi iktisadi açıdan kurtardığı gibi Anasol-D hükümetinin iflas ettirdiği iktisadı yeniden ihya edebilecek bir salahiyette olması, başörtüsü sorununu çözecek kadar Müslüman, Kürt meselesini çözecek kadar anti-milliyetçi olması, vs) mahrum olduklarını ve hatta Erdoğan’ın başbakan olmasına imkan veren kanuni düzenlemeyi destekleyen, emperyalizme o soykırımcı Esed’e arka çıkacak kadar düşman (!) olan CHP’nin de emperyalistlerin maşası olduğunu zımnen ileri sürmüş oluyorlar. Ve şayet bu psikotiklerin söyledikleri gibi CHP’yi bile AKP’yi başa geçirmesi için kontrol eden böyle Tanrısal bir akla ve kudrete sahip bir güç varsa, o zaman, bu gücün AKP’nin başarısının kendisine karşı yapılacak her ajitatif komploya bağlı olduğunu hesap ettiği ve tam da bu yüzden AKP muhaliflerini destekleyip yönlendirdiği sonucuna varmamız lazım: Yani emperyalistler, Kemalist darbeci güçler gayr-ı meşru bir şekilde AKP’nin üzerine gittiklerinde AKP’nin daha fazla oy kazanacağını hesap ederek bazı askerlere darbe planları yaptırmış ve sonra bunları ifşa ettirmiş; Anayasa Mahkemesi’ne AKP’yi kapatması için dava açtırmakla kalmamış, Hürriyet Gazetesi’ne de “411 El Kaosa Kalktı” manşeti attırarak kendisini AKP’ye yeterince yakın hissetmeyen kitlelerin de AKP’li haline gelmesini sağlamış; eşi başörtülü olan Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasın diye bayrak mitingleri tertip ettirerek AKP’nin daha da mağdur bir parti olarak görünmesini ve bu suretle kendisiyle aynîleşen destekçi sayısını arttırmasını sağlamış; hatta neticesinde AKP’nin oylarının yüzde 56’lara vardığı bu Gezi Parkı merkezli eylemlerini bile tahrik etmiştir demektir. Ezcümle AKP’ye muhalefet eden herkesin AKP’nin iktidarını konsolide etmesine yardımcı olan emperyalistlerin maşasını olduğunu kabul etmemiz gerekir. 

AKP’nin başarısının arkasında sadece refahı ve özgürlükleri arttıran güçlü siyasaları değil aynı zamanda CHP, Ergenekon ve diğer ulusalcı sol kitlelerin rijit söylemleri, müdahaleleri ve siyasaları da vardır; ve şayet AKP’yi başa geçiren eksikten münezzeh kadir-i mutlak bir emperyalist odak varsa, onun yapacağı ilk şey tam da bu grupları işaret ettiğimiz türden bir muhalefet şekline sürüklemek suretiyle AKP muhaliflerini asıl emperyalist uşakları haline getirmek olmuştur diyebiliriz. İşte psikotik hezeyanları sonuna kadar götürecek olursanız neticede psikotiğin, büyük bir kriz anında kaybettiği müşterek gerçekliğin yerine inşa etmeye çalıştığı subjektif gerçekliğin kendisini de yiyip bitirdiğini, elinden kayıp gittiğini; kahramanın kendi dışındaki herkesin robot olduğunu zannederken asıl robotun kendisi olduğunu anladığı boğucu bir bilim kurgunun katarsis karşıtı sonuyla nihayete eren dipsiz bir uçurumla, saf bir hiçlikle, korkutucu bir boşlukla malul olduğunu görürsünüz.               

Bununla beraber Arap Baharı’nın tutkulu komplo teorisyenleri, postmodern sinik paranoyak failleri, büyük Öteki’nin ardındaki büyük Öteki’ye; ABD, İngiltere gibi emperyal güçlerin kadir-i mutlaklığına inanan fantezi müptelası siyasi figürler, bir anda Gezi Parkı’nın realistleri olup çıktılar. Diğer taraftan Arap Baharı’nın realisti olan bazı Müslüman entelektüeller ve siyasetçiler ise Gezi Parkı’nın komplo teorisyenleri olmanın eşiğine geldiler. Bu kimselerin şunları unutmaması lazım: 1- Gezi Parkı sürecini yöneten elbette karanlık güçler vardır ama bu ülkenin tamamına yayılan Kemalist protestoların ve bu protestoları gerçekleştiren faillerin ve onların Müslüman ırkçısı nefretlerinin arkasında sırf bu güçlerin olduğu anlamına gelmez. 2- Gezi Parkı sürecini sadece Şeytanî güçlerle açıkladığınız zaman tam da AKP ve Arap Baharı karşıtı Kemalist psikotiklerle aynı safa durmuş ve onlarla aynı failliğe sahip olmuş olursunuz. 

Müslümanlar, bilhassa Milli Görüş zamanında komplo teorilerine fazlasıyla müptela olmuş olan bir kesimdir. Onları komplo teorisyeni paranoyak failler haline getiren; görünenin göründüğü gibi olmadığı, bilakis arkada gizli güçlerin mevcut olduğu yönünde yaptıkları tespitler değildi. Daha ziyade, bu arkadaki güçlerin kadir-i mutlak olduklarını vehmetleriydi. Sıradan bir Milli Görüşçüye ülkede neden belli krizler olduğunu, insanların neden dünyevileştiklerini falan soracak olsaydınız, “İsrail, ABD” dışında bir cevap alamayacaktınız. Nitekim bu hareket içinde kalmaya devam edenlerden hâlâ farklı bir cevap da alamıyoruz. Fakat artık bilhassa bu hareketten kopmuş olanların kadim hatalarını tekrarlamamaları ve büyük Öteki’nin büyük Öteki’si olan bir gücü söylemselleştirmekten dikkatle kaçınmaları gerekmektedir.  

Kadir-i mutlak Allah

Unutmamak gerekir ki mevcut zevahirin kendisi, arkadaki kadir-i mutlak Şeytanî güçlerin Gerçek’ini maskelemeye yarayan bir örtü değil, arkada olduğu varsayılan kadir-i mutlak Şeytanî güçler mevcut zevahirin gerçekliğini maskeleyen örtünün ta kendisidir. Ve yine unutmamak gerekir ki asıl kadir-i mutlak olan Allah (cc) bile insanlara onların tercih yapmalarını ve bu minvalde kendisini inkar edip günah işlemelerini sağlayacak belli bir özerklik bahşetmişken, arkada olduğu varsayılan gizli Şeytanî güçler (Masonlar, CIA, İsrail, çok-uluslu şirketler vs) karşısında faillerin hiçbir özerklikleri olmadığını, bu güçlerin dünyada olup biten her şeyi sarsılmaz bir şekilde kontrolleri altında tuttuklarını ileri sürdüğünüz zaman aslında bu güçlerin zımnen Allah’tan bile kudretli olduğunu söylemiş oluyorsunuz. 

Transandantal bir birlik olarak, organik bir ahenk içinde hareket eden bir entite olarak “devlet” fikri tam da bir komplo teorisidir. Transandantal bir birlik olmak şöyle dursun “devlet” dediğimiz şey tam da AKP’li hükümetin ve bürokratların, Nurcular’ın ve Kemalistler’in ordu, polis teşkilatı, yargı ve eğitim kurumlarında can hıraş birbirleriyle mücadele ettikleri bir antagonizma mekânıdır.  Devlet fantazmatik bir temsilden, faillerin/tebaanın yeniden ve yeniden simgeselleştirdikleri müşterek bir hayalden, içtimai ilişkilerin bir tür yoğunlaşmasından başka bir şey değildir. Derrida’nın tabiat üzerine yaptığı tespiti “devlet”e uyarlayacak olursak şöyle de diyebiliriz: “Devlet diye bir şey yoktur, sadece onun etkileri vardır.”

Görünüşte ülkemizde herkes devletle mücadele etmektedir; Kemalistler ve solcular AKP’nin hegemonize ettiği devletle, Müslümanlar Kemalistler’in ve Ergenekoncular’ın hegemonize ettiği devletle vs mücadele etmektedirler. Halbuki şayet Aristoteles doğru söylüyorsa, bir şeyin aynı anda birbirini nakzeden iki halde olamayacağını kabul etmek zorundayız. Ama yine de mevzu devlet olduğunda câri olan müstehcen bir mantıksızlık olmaktadır. Mezkur grupların gerçekte birbirleriyle mücadele ettiklerini söylemeye bile gerek yok. Ancak mücadelenin nesnesi devlet haline geldiği zaman, devlet arkadaki içtimai ilişkileri/mücadeleleri/antagonizmaları karartan “metâ” gibi bir nesne haline gelir ve tıpkı metâ gibi bu ilişkileri şeyleştirir: Kemalist ve Müslüman arasındaki antagonistik ilişki devlet şekline bürünür. Bu şeklin muhtevasının mevzubahis antagonizmanın kendisi olduğunu teslim etsek, en azından belli bir ölçüde hasıl olan yanılsamadan kendimizi muhafaza etmeyi başarmış oluruz. Lakin biz bunun yerine devletin özerk bir yapı, bizlere harici objektif bir entite, transandantal bir birlik olduğunu tahayyül edip duruyoruz. Böylece yanılsama katlanarak artıyor ve gerçekliğe inkılap ediyor.       

  [email protected]