Ümit ve müjde siyasetine karşı korku ve tehdit stratejisi

Galip Dalay/Araştırmacı, SETA Siyaset Araştırmaları
26.07.2014

Erdoğan’ın, ne yaptığı, ne yapacağı ve nasıl bir Türkiye vizyonuna sahip olduğunu anlatarak talip olduğu toplumsal rızaya İhsanoğlu, neye karşı olduğu, neyin değişmesine müsaade etmeyeceği, ne tür korku ve tehditlerin Türkiye’yi beklediği gibi bilindik eski anlatıya vurgu yaparak talip oluyor. Başka bir ifadeyle, Erdoğan ‘ümit’ ve ‘müjde’ siyasetine yatırım yaparken muhalefet ‘korku’ ve ‘tehdit’ stratejisine yöneliyor.


Ümit ve müjde siyasetine karşı korku ve tehdit stratejisi

Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçim maratonununda önemli bir eşiği geride bıraktı. Bu dönemde her bir adayın hangi seçmen kitlesine hitap ettiğinin, bu kitleye ulaşmak için nasıl bir strateji izlediği veya izlediği stratejilerde nasıl makas değişikliklerine gittiğinin ve bunların nasıl bir Türkiye vizyonuna tekabül ettiğinin ana hatları ortaya çıktı.

Halkın oy kullanacağı ilk Cumhurbaşkanı seçiminde kendi siyasal geleneğinden gelen biriyle yarışa dahil olmaya cesaret edemeyen muhalefet partileri, ortak aday yöntemiyle eğer mümkünse Erdoğan’ın seçilmesini engellemek; değilse de müstakbel mağlubiyetlerinin faturasını başka bir adrese yönlendirmeyi hedeflemektedir. Başka bir ifadeyle, muhalefetin İhsanoğlu projesi galibiyet ümidinden çok mağlubiyetin maliyetini minimize etme yatırımıdır. Buna karşın, muhalefetin az dahi olsa galibiyet ümidi taşıyabilmesi ancak onun CHP/MHP tabanını neredeyse firesiz bir şekilde İhsanoğlu’na kanalize etmesi, buna bir de Meclis dışında kalan partilerin seçmenini, AK Parti’nin merkez sağ kökenli seçmeninin bir kısmı ile partisiz/kararsız kitlenin önemli bir oranını ilave etmesiyle mümkündür. Nitekim, muhalefetin bugüne kadar izlediği strateji, mevzu-bahis olan seçmen kitlesini hedeflediğiniortaya koymaktadır.

Çok sınırlı siyasal ve fikirsel müştereklere sahip, farklı sosyo-ekonomik ve sınıfsal arka planlardan gelen, farklı kaygı ve Türkiye tahayyülerine sahip olan bu geniş kitleyi muhalefet anti-Erdoğanizm ortak potasında buluşturmayı hedeflemektedir. Matematiksel bir hesap ile masa başı dizaynın eseri olan bu girişimin bir siyasal mühendislik faaliyeti olduğu aşikar. Fakat her toplumsal mühendislik projesi gibi bu projeye karşı da toplumsal bir direncin doğması mukkaderdi. Ve nitekim bu direnç hem İhsanoğlu projesinin dayanmaya çalıştığı sağ ve sol hem de Kemalist-milliyetçi sacayaklarında zuhur etti.

Kemalist ulusalcılık

İhsanoğlu’nun Kemalist tedrisattan geçmiş, bunu özümsemiş, kültürel muhafazakar/merkez sağcı profili ile onun özünde CHP tarafından lansmanı yapılan MHP adayı olduğu algısı, İhsanoğlu’nun MHP tabanı tarafından rahatça benimseneceğini, buna karşın CHP’li seçmende ise kendisine karşı bir direncin gelişeceğini salık vermekteydi. Bu mantıksal kabulün bir sonucu olarak, İhsanoğlu, adaylığının ilk haftalarında CHP’nin özellikle Kemalist, Alevi ve ulusalcı tabanının kaygılarını ve hoşnutsuzluklarını gidermeye ayırdı. Bu dönemde, İhsanoğlu, sürekli bu tabana yönelik mesajlar verip, ziyaretler gerçekleştirmeye çalıştı. Kendisini bu taban nezdinde “mimli” ve “istenilmeyen” kılan muhafazakar/İslami yönlerinin içini boşaltan bir söylem kullanıp, profil ortaya koyan İhsanoğlu, ana akım medya ve muhalefet partilerinin aktif desteğiyle kendisini bu taban nezdinde “makbul” muhafazakar mertebesine getirmeyi önemli ölçüde başardı. Bu “makbul” muhafazakar profilin gereği ve sonucu olarak, İhsanoğlu adaylığının ilk aşamalarında defaatla Cumhuriyet’in temel ilkelerine bağlı nasıl olduğunu, laiklik prensibini benimsediğini, Atatürk ilke ve inkilaplarının savunucusu olduğunu zikretmek durumunda kaldı. Bu minvalde, Anıtkabir, İsmet İnönü, Neşet Ertaş’ın mezarlarını ziyaret edip, bu söylemini sembolik eylemleriyle de tahkim etmeye çalıştı.

İhsanoğlu’nun bu çabasının mezkur tabanın Erdoğan nefreti ile de birleşmesi, murat edilen sonucu kısmen vermiş gözüküyor. Anketler, İhsanoğlu’nun adaylığının sebebiyet verdiği motivasyonsuzluk nedeniyle bu tabanda daha önce beliren sandığa gitmeme eğiliminde bir azalış olduğunu kaydediyor. En son Metropoll firmasının yaptığı araştırmaya göre İhsanoğlu’na ‘oy kullanmayacağım’ diyen CHP’lilerin oranı yüzde 14’ten yüzde 6’ya gerilemiş durumda. Fakat, CHP’ye oy veren Alevilerin durumu henüz bu resimle tamamıyla uyum göstermiş değil. Alevilerin alternatifsizlikten dolayı son kertede İhsanoğlu’na yönelmeleri muhtemelken, kamuoyu araştırmalarına göre an itibariyle Alevilerin yüzde 60-70’i İhsanoğluna oy vereceğini ifade ediyor. Dolayısıyla, CHP tabanında azalmasına rağmen “sandığa gitmeyeceğini” belirten bir kesim hala mevcut.

Buna karşın, aynı kamuoyu çalışmaları İhsanoğlu’nun MHP tabanından bir heyecan veya mobilizasyon yaratmadığı, onları kendisine oy vermeleri konusunda ikna edemediğini de ortaya çıkarmış durumda. Birçok kamuoyu araştırması, MHP tabanının yüzde 20 oranında Erdoğan’a oy vereceğini ortaya koyuyor. Bu sonuç ve tespit, İhsanoğlu kampanyasında son dönemlerde yaşanan makas değişikliğini açıklıyor. Kampanyanın ilk dönemlerinde ulusalcı/Kemalist/Alevi seçmene yapılan yatırım son haftalarda milliyetçi/muhafazakar seçmene kanalize edilmiş durumda. İhsanoğlu kampanyası daha sık bir şekilde milliyetçi temaları işliyor, toplumun milliyetçi duygularına hitap etmeye çalışıyor. MHP’li yetkililer son dönemlerde İhsanoğlu kampanyasında daha görünür ve aktif olmaya başladılar. Son bir haftada, Menderes, Özal, Erbakan, Türkeş ve Yazıcıoğlu’nun mezarlarını ziyaret eden İhsanoğlu, milliyetçi ve dini tonu güçlü bir dile öncelik vermeye başladı kampanyasında. İhsanoğlu, özellikle Irak ve Suriye’deki Türkmenlerin durumunu gittiği her yerde vurgulayıp, bu tema üzerinden toplumun milliyetçi duygularını kaşımaya çalışıyor. Türkmenlerin AK Parti hükümetinin onlara yönelik siyasetine dair bugüne kadar yaptıkları açıklamalarıyla çelişen, Türkiye’deki kurumların sahadaki aktivitelerinden bihaber bu söylem ile İhsanoğlu kampanyası, milliyetçilik üzerinden anti-Erdoğan bir reaksiyonun doğmasını hedefliyor. 

Demokrasi meşakkati

Fakat, görünen o ki bu strateji henüz karşılık bulabilmiş değil. Siyasal sahicilikten yoksun bu makas değişimi başarısız bir siyasal mühendislik projesinden öteye gitmiş değil. MHP tabanının Erdoğan’a yöneliminde bir azalma gözlenmiyor. Bilakis, BBP içerisindeki çalkantı ile MHP’yi de aşan geniş milliyetçi camiadaki kıpırtı bu desteğin beklenenin üzerinden de gerçekleşebileceğini salık veriyor.

Aslında bunun tersinin gerçekleşmesi süpriz olurdu. Türkiye gibi statükonun bu kadar mağdur yarattığı bir ülkede -ki bunu İhsanoğlu’nun kendisi kişisel hikayesi ve Mısır’da doğup-büyüme gerekçesi üzerinden yakinen biliyor- statükonun savunusu ile toplumsal desteğe mazhar olmanın limitleri ortadır.  Yeniyi ve değişimi talep eden topluma eskiyi ve statükoyu sunarak onların teveccühlerine mazhar olunamayacağı aşikar. Erdoğan’ın ne yaptığı, ne yapacağı ve nasıl bir Türkiye vizyonuna sahip olduğunu anlatarak talip olduğu toplumsal rızaya İhsanoğlu, neye karşı olduğu, neyin değişmesine müsaade etmeyeceğine, ne tür korku ve tehditlerin Türkiye’yi beklediği gibi bilindik, eski anlatıya vurgu yaparak talip oluyor. Başka bir ifadeyle, Erdoğan “ümit” ve “müjde” siyasetine yatırım yaparken muhalefet “korku” ve “tehdit” stratejisine yöneliyor.  Ümit ve müjde siyaseti yapısı gereği proaktif, vizyoner olmayı gerektirirken “korku” siyaseti daha çok reaktif olmayı ve statüko bekçiliği yapmayı zorunlu kılıyor; siyasal mühendislik girişimlerine kapı aralıyor.

Türkiye’nin meşakkatli demokrasi serüveni, toplumun bu ayırımda her daim “ümit” ve “müjde” siyasetinin yanında saf tuttuğunu ortaya koyuyor. Demokrat Parti’den AK Parti’ye kadar geçen sürede toplumun her daim kendisine projelerini anlatan, daha iyi bir gelecek vaad eden siyasal çizgiyi desteklediği bir tarihi vakıadır. Bu nedenle yeni bir Türkiye talep eden, yeni bir Türkiye’nin doğum sancılarını çeken bir topluma İhsanoğlu’nun adaylığı üzerinden eski Türkiye’yi ve bölgesel statükoculuğu sunan muhalefetin bugüne kadar kendisine kaybettiren stratejisinde bir değişikliğe gitmediği veya gitmeye cesaret edemediği anlaşılıyor.

Hülasa, muhalefet adayının bugüne kadar ortaya koyduğu performans, yürüttüğü kitle iletişim stratejisi, her bir toplumsal gruba yönelik hazırladığı butik mesajlar, kodlarını verdiği Türkiye tahayyülü siyasete bir mühendislik faaliyeti, proje muamelesi yaptığını gösteriyor. Fakat, Türkiye gibi siyasetin sahici bir toplumsal zemine dayandığı bir ülkede, toplumsal realiteyle organik bir ilişki kurulmadan yapılan masabaşı dizaynların başarı şansının düşük olduğu deneyimle sabit.  Siyaset ve siyasa ile sahici ve anlamlı bir ilişki kurmadan, toplumla sağlıklı bir ilişkinin kurulamayacağı gibi toplumsal desteğe de mazhar olunamadığı aşikar. Öyle görünüyorki, muhalefet ve İhsanoğlu kampanyasının bunu tam idrak etmesi için 10 Ağustos akşamını beklemesi gerekiyor.

[email protected]