Yeni dönemde yeni dış politika dinamikleri

Dr. Mehmet Özkan / SETA - Polis Akademisi Öğr. Üy.
30.08.2014

Davutoğlu için Başbakanlıktaki en temel sınav kendi oluşturduğu ve büyük emek verdiği etkin dış politikayı nasıl ne şekilde sistemleştirip sürdürülebilir kılacağıdır. Bu durum sistem sorunları barındırsa da, Davutoğlu bu anlamda tarihi bir sorumluluk altındadır. Çünkü bir başarısızlık şu ana kadar oluşturulan ve derinleşen dış politika açılımlarına zarar verecektir.


Yeni dönemde yeni dış politika dinamikleri

Türk dış politikası Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olmasıyla beraber yeni bir döneme girecek ve kendisini bazı açılardan yenileyecektir. Fakat bu birçoklarının bahsettiği gibi Suriye, Irak vb Türkiye’yi yakından ilgilendiren dış politika konularında radikal bir politika değişikliğinden ziyade, bir nevi eksik kalmış dış politika açılımlarını tamamlayan ve ileri götüren bir süreci başlatacaktır.

Yükselen güçlerle ilişkiler

Başbakan Davutoğlu döneminde Türk dış politikasının ana hattında bir değişiklik yerine süreklilik hakim olacak olmakla beraber, öncelikle bu yeni dönemde iki konunun Türk dış politikasında daha fazla öne çıkacağını öngörmek mümkündür. Bunlardan bir tanesi Türkiye son on yıldır bütün bölgelerle ilişkilerini ekonomik, siyasal ve sosyal anlamda geliştirmesine rağmen sistemik anlamda etki yapabilecek şekilde küresel sistemde görülen yeni yapılanma ve örgütlenmelerin parçası olamamıştı. G-20 hariç tutulursa Türkiye neredeyse dünyadaki bütün kurum ve kuruluşlarda temsilci ya da gözlemci olarak bulunsa da BRICS, IBSA vb türü yeni yapılanmaların içinde bulunmamıştı. Bu durum en temelde özellikle dışarıdan bakan insanların Türkiye gerçekten nerede konumlanıyor sorusuna verdikleri yanlış cevapla doğrudan bağlantılıydı. Güney-güney diyaloğu ve işbirliği çerçevesinde gelişen bu tür yeni yapılanmalarda Türkiye genelde hep görmezden gelindi. Fakat şu ana kadarki gelinen tecrübe gösterdi ki bu tür yapılar eğer başka kilit ülkeleri kendi içlerine çekemezlerse batı merkezli sisteme sadece içsel kritik yapmanın ötesine geçemeyeceklerdir. Bu ve diğer başka sebepler dolayısıyla Türkiye artık MIKTA denilen Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avusturya’nın parçası olduğu yeni bir tür oluşumun içine kurucu üye olarak dahil oldu. Bu oluşum kıtalararası bir işbirliği ve bağlantı kurmasının ötesinde aynı zaman Türkiye’nin AK Parti döneminden beri açılım sağladığı bölgelerdeki ilişkilerine de derinleştirmeyi amaçlayan bir yaklaşım sonucu oluştu. Önümüzdeki süreçte sistemsel anlamda etki yapabilecek mikro örgütlenmelerin parçası olma ve de onlarla ilişkileri geliştirme ana dış politika ekseninden birisi olmalıdır.

Kurumlarla entegrasyon

Türk dış politikasında önümüzdeki süreçte etkili olacak bir diğer konu ise Davutoğlu’nun genel yaklaşımıyla bağlantılı olarak Türk dış politikasına bütün devlet kurumlarını daha fazla entegre eden ve bir nevi sistematik bir üst zaviyeden yöneten bir aklın hakim olmasıdır. Özellikle Davutoğlu’nun başbakanlığı bu anlamda bu koordinasyon ve planlama için biçilmiş kaftandır. Bu iç koordinasyonla beraber dış politikada belki yıllardır çok iyi yapılamayan bir bölgelerarası etkileşim ve iletişim üzerinden oluşturulacak bölgeler arası bir dış politikası yaklaşımıdır. Özellikle Davutoğlu’nun dünyanın birçok bölgesine yönelik derin vukufiyeti onun dünya siyasetine bir bölge ile diğer bölge arasında geçişkenlik sağlayan dış politikayı daha net ve iyi bir şekilde koordine ve uygulamasına yol açacaktır. Örneğin artık dış politikada Türkiye- Hindistan ilişkileri üzerine değil; Türkiye, Hindistan ile Afrika’da, Latin Amerika’da ya da dünyanın başka bir kıtasında ortak neler yapabilir sorusu daha çok sorulacaktır. Daha önceki dönemler bu tür farklı bölgelere yönelik ortak koordinasyonlar daha çok Batılı devletler ile yapılmıştı.

Türk-Batı ve Türk-Amerikan ilişkilerinin çok boyutlu olmasında sadece konuların çeşitliliğinden değil aynı zamanda farklı bölgelerdeki politikaların bir tür senkronizasyonunun yapılmasıydı. Türk dış politikasında bu tip bir senkronizasyon özellikle yükselen güçler denilen ülkelerle olan ilişkilerde eksikti. Bundan sonraki süreçte Türk dış politika yapımında bu konular daha fazla önem ve etkinlik alanı kazanacaktır. Örneğin Türkiye'nin Mısır'daki darbeye yönelik dış politikası aslında Güney Afrika'nın aynı dönemde Mısır’a yönelik olarak uyguladığı dış politikaya son derece yakın olmasına rağmen, özellikle yükselen güçlerle siyasal anlamda gerçek bir diyalog ve işbirliği zemini çok ciddi temellere dayanmadığı için ortak bir koordinasyon ya da politika üretilemedi. Artık yükselen güçlerle olan dış politika anlayışının ekonomi merkezli olmaktan çıkarıp daha fazla siyasal boyutun eklendiği bir ilişki türüne döndürme vakti gelmiştir. Bu anlamda yeni dönemde Türk dış politikasında onu tanımlamak için kavram bulmaya çalışan metodolojik ve açıklayıcılık anlamında aslında son derece kısır olan kavramsallaştırmalar ve analizler yerine, Türk dış politikasına gerçekten katkı sağlayacak anlamlı yapısal öneri ve eleştiriler yapılması gerekmektedir. Bu da ister istemez alan uzmanlığı, araştırma merkezlerinin bilgi-belge ve analiz anlamında daha fazla katkısının olacağı yeni bir sürecin önünü açacaktır. 

Türk dış politikasına Davutoğlu döneminin getirilmesi gereken bir diğer husus ise kurumsal yapılan dış politika konularında daha koordineli ve işbirliği içerisinde çalışılmasıdır. AK Parti döneminde dış politikayı desteklemek ve Türkiye'nin açılımlarını derinleştirmek için birçok kurumsal yapı kurulmuştu. Yurtdışı Türkler Başkanlığı, Yunus Emre Kültür Merkezleri ve Anadolu Ajansı’nın yabancı yayınlar dairesi bu yeni kurumların başında geliyordu. Buna bir de TİKA gibi kökleri eskiye dayanan fakat AK Parti döneminde kendi rol ve faaliyet alanını yeniden tanımlayan kurumları eklemek gerekir. Hatta Diyanet bile son yıllarda dış politikaya verdiği destekle aslında bu sürece dâhil edilebilir. Türkiye artık bir nevi kurumsal yapı zenginliğine sahiptir. Fakat kim ne derse desin  hala arazide bulunan bu kurumların tecrübe ve alan faaliyetlerinden edindikleri bilgi Ankara’da dış politika yapımında total ve bir üst zihin tarafından değerlendirilememektedir. Bu durum arazide var olan Türk dış politika aktörleriyle Ankara’daki karar alma mekanizması arasındaki zimmi bir kopukluğa işaret etmektedir. Araziden gelecek analizlere eskisinden daha fazla ihtiyacı olan bir Türkiye'nin arazideki varlığına rağmen bunu siyaset yapımına doğrudan aktaran bir sistem kuramamıştır.

Arazi–merkez diyaloğu

Davutoğlu hem kendisinin dış politika konularına hâkimiyeti hem de üst perdeden bakan bakış açısı dolayısıyla bu türden işbirliği ve koordinasyon mekanizmalarını en iyi şekilde kurabilecek bir başbakan olabilir. Eğer Davutoğlu bu tür bir mekanizmayı kuramazsa Türkiye’de artık yavaş yavaş bürokraside görülmeye başlayan arazi yorgunlukları ve motivasyonsuzluk kendini gösterebilir. Bu durum hem son on yıldır yapılan açılımları tehlikeye sokabilir hem de aslında tam bu açılımların derinleştiği ve katkı sağlamaya çalıştığı bu süreçte negatif etkilerde bulunabilir.

Davutoğlu ile birlikte sadece iç politika değil Türkaynı zamanda Türk dış politikası da ikinci bir döneme girmiş bulunmaktadır. Enerjetik bir dışişleri bakanı ve dar ekiple çalışılan bir mekanizmadan daha sistemli ve daha fazla aktörün dahil olduğu bir dış politika yapım mekanizması kurulmalıdır. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olarak çıtayı çok yukarılara atması ve bir nevi bakanlık hayatının çoğunu aktif diplomasi şeklinde seyahat ederek geçirmesi uzun vadede yeni gelecek bakanlar için sürdürülemez bir yapıdır. Artık dışişleri bakanlığının biraz da Amerikan modeli üzerinden yeniden yapılandırılması ve sistemleştirilmesi bir zorunluluktur. Türkiye’nin açıldığı tüm bölgeler (Afrika, Latin Amerika, Asya vb) için artık bakan yardımcısı seviyesinde bakanla gelip bakanla giden etkili kişilerin atanması bir gerekliliktir.

Davutoğlu için Başbakanlıktaki en temel sınav bu anlamda kendi oluşturduğu ve büyük emek verdiği etkin dış politikayı nasıl ne şekilde sistemleştirip sürdürülebilir kılacağıdır. Bu durum her ne kadar bir başbakanın yapabileceğinin ötesine geçen sistemsel sorunlar barındırsa da, Davutoğlu bu anlamda tarihi bir sorumluluk altındadır. Çünkü bir başarısızlık şu ana kadar oluşturulan ve derinleşen dış politika açılımlarına zarar verecektir.

Tüm bu açılardan bakılınca Başbakan Davutoğlu döneminde Türk dış politikasında içerik ve kurumsal yapılanma açısından ölçek büyütülmeli ve kendisini aynı idealler çerçevesinde yeniden dizayn eden bir yapıya kapı aralanmalıdır. Bu durum Davutoğlu’nun bakan olduğu dönemde uygulanan dış politikanın kalıcılığı için kilit öneme sahiptir.

[email protected]