‘Yeni Türkiye’ misyonu demokratik diyalog

Doç. Dr. Ertan Aydın / Siyaset Bilimci
20.09.2014

‘Yeni Türkiye’ misyonu muhafazakar toplumsal kesimin kendinden olmayanları yenilmişlik duygusuna iten ve dışlayan bir nitelikte değil, tam tersine onları aynı ideal etrafında mücadeleye davet eden kuşatıcı ve kapsayıcı bir misyondur.


‘Yeni Türkiye’ misyonu  demokratik diyalog

Türk siyasetinde AK Parti’nin peş peşe kazandığı seçim başarıları ve on iki yıldır süren iktidarı, doğal olarak muhalefet partileri için bir performans, vizyon ve vaatlerin eleştiriye tabi tutularak muhalefet üslubunu yeniden gözden geçirmeye yol açmaktadır. Bu muhalefet istişareleri bazen daha keskin ve marjinal bir pozisyonla parti içi dayanışmaya önem vermekle sonuçlanırken, bazen de seçim kazanma endişesi ile partilerin daha fazla seçmene hitap etmek için merkez siyasetine ve ılımlı vizyonlara ikna edebilmektedir. Son beş yılın CHP’sinde her iki eğilimin izleri değişik şekillerde de olsa görülebilmektedir. Yani parti, eski Milli Görüş siyasetçilerinden Mehmet Bekaroğlu’nun Parti meclisine davet edilmesinde görüldüğü gibi bir yanda laiklik konusundaki marjinal tutumu ve diğer ideolojik saplantılarını reforme ederken, diğer yandan da Gezici-Gülenci söylemin irrasyonel saldırgan üslubunu kopyalayabilmektedir. Ancak, bu süreçte ilginç olan yan her iki eğilimde de CHP liderlerinin sivil olmayan, kavgacı, kutuplaştırıcı ve huysuz bir siyaset dili izlemeleri ve kendilerini daha da zayıf kılan bir saldırganlığı benimsemeleridir. Bu süreç, Türk siyasetinde çelişkili bir durumu da ortaya çıkarmaktadır. Neden CHP, başörtüsü, sosyal politikalar ve Kürt sorunu gibi hususlarda geç ve yavaşça dahi olsa, eski sert ve marjinal tutumlarını aşamalı olarak değiştirip, daha ılımlı ve toleranslı bir tavır takınmasına rağmen, hırçın bir görüntü vermeye devam etmekte ve netice olarak diğer partilerin tabanından kendisine seçmen çekememektedir.

Bu sorunun cevabını anlamak için, parti tüzüğündeki detay siyasi vaatlere değil, bir partinin ülke kamuoyuna sunduğu medeniyet ufku veya uzun dönemli ülke misyonu ve dünya düzeni vizyonunun geneline bakmak gerekmektedir. CHP için asıl mesele parti programındaki vaatlerin detayları değil, Türkiye’nin geleceği hakkında Türkiye insanına heyecan ve dinamizm kazandıracak bir medeniyet vizyonu ve değerler manifestosu sunamaması ve kendisini hep dar kimlik merkezli tutumlar veya detay iç politika meselelerini abartarak tanımlamaya çalışması olmaktadır. Zira, bir dizi meselede saplantılı kırmızı çizgiler çizerek hükümeti yıpratmaya ve kendini alternatif olarak göstermeye çalışan bu yaklaşım ya da hükümetin hata yaparak düşmesini ümit eden bir strateji, yer yer kriz anlarında CHP’nin tabanına heyecan verip, kendisine çok sadık bir kitle kazanmasına yardımcı olsa da, seçmenin çoğunluğunun gözünde güven verici uzun dönemli bir “Türkiye ileride nasıl bir ülke olmalı?” sorusuna cevap veren vizyon sunmakta yetersiz kalmaktadır. Daha da önemlisi, AK Parti’deki gibi bir medeniyet ve dünya düzeni hassasiyetinden ve buna bağlı olarak uzun dönemli bir ülke misyonu tahayyülünden mahrum olan CHP, kendisini Jakoben kimlik meseleleriyle tanımlarken, parti tabanını sivil bir siyasete yakışmayan ve örneği Sözcü gazetesi manşetlerinde veya Fuat Avni tweetlerinde görülen hakaret dolu saldırgan bir dile mahkum etmekte ve sürekli şikayet ettikleri kutuplaştırıcı siyasetin ana müsebbibi olmaktadır.

Demokratik ve çoğulcu bir ülkenin iç politikasının, sivil ve medeni bir prosedürle, çok partili bir sistemi işletmesi için gerekli uzun dönemli medeniyet vizyonunun önemi en iyi ikinci dünya savaşı sonrası Alman tarihinde görülür. Nazi döneminde uygulanan yayılmacı siyasi vizyon sebebiyle ikinci dünya savaşında hem tüm dünyada büyük bir yıkıma sebep olan ve hem de kendi ülkesini perişan eden Batı Almanya siyasi kültürü, 1950’lerden sonraki büyük kalkınmasını bir dizi uzun dönemli medeniyet vizyonu sayesinde yapabilmiştir.

Avrupa Birliği fikrine sahip çıkan, o fikir etrafında Fransa gibi eski düşmanları ile stratejik ve kültürel işbirliğine giren Almanya büyük stratejisi, ülke içindeki pek çok siyasi parti tarafından benimsendiği için, orada seçim sonucunda hangi partinin kazandığı veya hangisinin kaybettiğinin önemi olmaksızın, ortak bazı değerler etrafından medeni bir siyasi kültür korunabilmiştir. Aynı zamanda Soğuk Savaş’a denk gelen bu süreçte Alman kamuoyu Avrupa Birliği vizyonu sayesinde Amerikan liderliğindeki Batı ittifakının değerli bir üyesi olurken, yer yer onun dışına çıkıp, o sistemi Avrupa Birliği adına revize etmeyi de başarabilmişti. Her dört yılda yapılan ülke seçimlerinde ise seçimi kaybeden partiler, iktidardaki partinin iş yapmasını engellemek ve ülkeyi küçük meseleler etrafında boğmak yerine, uzun dönemli vizyonun belirlenmesine katkıda bulunup, üzerinde anlaşılan uzun dönemli stratejik konularda hükümetle beraber çalışmayı bir başarı olarak görmüşlerdir: Bu siyasi kültür 1980’lerin başında ortaya çıkan çevreci Yeşiller Hareketi için de geçerli olmuş, Almanya’daki Amerikan üslerinde nükleer silahların bulunmasını ve Soğuk Savaş’ın kutuplaştırıcı dünyasının Yeşiller Partisi liderleri Avrupa Birliği veya NATO konusundaki ortak devlet vizyonuna saygı duymayı bilerek, kendi ülke başbakanlarını “Amerikan uşağı” “çevreyi kirleten katiller” olmakla suçlayan bir düzeysizliği göstermemişlerdir. Yine bu uzun dönemli ülke misyonu konusundaki diyalog sayesinde Yeşiller Hareketi’nin dile getirdiği ve dönemine göre aşırı sayılan pek çok fikirleri, aşamalı olarak tüm Alman devletinin iç ve dış politikası tarafından benimsenebilmiştir. Benzer bir medeniyet vizyonlu demokratik siyaset kültürü başarısı İngiltere, Japonya, Fransa gibi ülkelerde de iç siyasetteki rekabetleri aşan bir sivillik ve işbirliği ortamının yeşermesine vesile olmuştur.

Ortak ideal tasavvuru

Tıpkı söz konusu dünya devletleri gibi, Türkiye toplumunun ortak bir ideal etrafında hareket etmesini öngören bir misyon mümkün olabilir mi? Cumhuriyet tarihi boyunca bu tür bir misyonun davasını yürüten ve idealini kuran farklı ideolojik yelpazede akımların var olduğunu biliyoruz. Ak Parti iktidarına kadar bu idealin hayalden öteye gidemediğini ve gerçekleşme imkanıbulamadığını söylemek yanlış olmaz. Denebilir ki, İstiklal Savaşı’ndan sonra ilk defa kurucu bir irade etrafında toplumun farklı kesimlerinin ortak payda ve misyon etrafında bir araya gelme imkanı doğmuştur. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın büyük bir mücadeleyle zeminini hazırlayıp AK Parti kadrolarına miras bıraktığı bu Yeni Türkiye misyonu, iç ve dış politikada ülkenin bir medeniyet tasavvuru etrafında mobilize olup gelecek ideallerini gerçekleştirme iradesi ortaya koymakta, bu ideallerin din, ideoloji, etnisite, kimlik ve sosyal sınıflardan bağımsız toplumun tümü tarafından ortaklaşa benimsenmesini hedeflemektedir. Bu anlayışa göre, nasıl ki, Osmanlı’da farklı din ve etnik yelpazeden toplum kesimleri aynı idealler doğrultusunda uzunca yıllar bir Osmanlı devlet misyonu taşıdıysa, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da sahip olunan tüm farklı renklere rağmen, tek bir misyon etrafında kenetlenip ortak bir irade ile Türkiye devlet misyonunu içselleştirebilirler. Bu yaklaşım, muhalifleri tarafından sıkça kutuplaştırıcı, kamplaştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmakla eleştirdiği Erdoğan’ın, özünde, toplumu farklılıklarını yok etmeden ortak bir kurucu ideale taşıma azmine işaret etmektedir. Bu anlamda, yeni Türkiye misyonu muhafazakar toplumsal kesimin kendinden olmayanları yenilmişlik duygusuna iten ve dışlayan bir nitelikte değil, tam tersine onları aynı ideal etrafında mücadeleye davet eden kuşatıcı ve kapsayıcı bir misyondur.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AK parti hükümet politikalarını detaylarının ötesinde, kendi parti tabanı için bir medeniyet vizyonu ve ülke misyonu çizmeye çalışmasının sebeplerini de Erdoğan’dan devraldığı bu miras doğrultusunda düşünmek gerekmektedir. Muhalefet partileri bu medeniyet vizyonuna tabiiki katılmayabilirler, veya onu eleştirmeleri doğaldır. Ancak, Davutoğlu’nun stratejik derinlik ufkunu eleştirenler, kendilerinin de bu tür uzun dönemli olarak “Türkiye gelecekte nasıl bir ülke olmalı” ve “Türk halkının dünyadaki yeri ve misyonu ne olmalı” sorusuna nasıl bir cevapları olduğu bilinmemektedir. Örneğin, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını eleştirirken, muhalefet partileri, bizim politikamız ne olmalı, ne tür ilkeler çerçevesinde Irak, Filistin ve Suriye meselesine yaklaşmalıyız sorusunu cevapsız bırakmakta, neticede Türkiye ile Ortadoğu arasına adeta duvar örmek isteyen negatif söylemin ötesine gidilememektedir. Başbakan Davutoğlu’nun bizzat kendisi ve AK Parti kadroları sürekli bu sorular üzerinde kafa yormakta, yer yer gelecekle ilgili vizyonlarını revize etselerde, bir vizyon sahibi olma ilkesinden vazgeçmemektedirler. Türk siyaseti için burada önemli olan günlük siyasetin ötesine geçecek bir şekilde, Türk kamuoyu için Türkiye’nin dünyadaki pek çok devlet arasında misyonunun ve farkının ne olduğu, ne gibi bir uzun dönemli stratejinin anlamlı olduğu konusunda tartışmaya herkesin katılmasıdır. Zira böyle bir tefekkür ve demokratik diyalog ve bunun sonucunda oluşacak ortak paydalar, iç ve dış siyasetteki politikaların yarattığı farklılıkları konuşmak ve aşmak için sağlıklı bir çerçeve sunacak ve daha da önemlisi muhalefet partilerinin muhalefette iken bile ülkenin kaderini belirlemede önemli katkılar belirlemesine vesile olacaktır.

[email protected]