Yükselen selefilik ve tarihsel kritiğe olan ihtiyaç

Prof. Dr. İlhami Güler Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi
6.09.2014

İslam düşüncesinin bugün içinde olduğu handikabı aşması için, teolojik köklerini Kuran’daki “nasih-mensuh”dan alan ve Mecelle’nin ‘usul’ hükümlerinden olan “Ezmanın tağayyuru ile ahkam tağayyur eder” ilkesini ihtiva eden “Tarihsel Kritik” yönteminin benimsenmesi gerekmektedir.


Yükselen selefilik ve  tarihsel kritiğe olan ihtiyaç

Selefiliğin, “Suudi Arabistan” ismi ile politik bir kategori (devlet) olarak kurulmasından yaklaşık yüz elli sene geçtikten sonra, yirminci yüz yılın başında Reşit Rıza aracılığı ile “İhvan-ı Müslimin” örgütüne verdiği ilhamdan sonra, 1980’lerden itibaren de Suud merkezinden dışarıya ihraç edilmeye başlandı. Şu anda İslam dünyasının değişik yerlerinde hayli etkin dinsel-politik bir ideoloji haline gelmiş durumda. Son olarak, Irak’ın parçalanmasından sonra Sünni bölgede politik bir veçheye bürünerek Irak Şam İslam Devleti adıyla (IŞİD) ortaya çıktı.

Bu düşüncenin yaygınlaşmasındaki en önemli şık, 1400 senelik İslam düşünce tarihinde İslam’ın özünün değişik mezhepler, düşünce ekolleri, tasavvuf ve tarikatlar aracılığı ile otantik özünden saptırıldığı iddiası ve İslam’ın kurucu ana kaynakları olarak Kur’an ve Sünnetin (Hadislerin) korunmuş olması hasebi ile “öze dönüş” özlemi ve güvenidir. Ancak, Teolojik olarak evrensellik iddiasındaki bir dinin, çıktığı etnik-kültürel dünyadan diğer milletlere-coğrafyalara yayıldığı zaman, antropolojik olarak yorumsal bir kırılmaya uğraması son derece normaldir. Bundan dolayıdır ki, tarihsel süreç içinde teolojik-ahlaki özü aynı; ancak, farklı kültür coğrafyalarında kitleselleşince muamelatta farklılaşan bir “Arap İslamı” “Afrika İslamı”, “İran İslamı”, “Türk İslamı”, “Hint-Pakistan İslamı”, “Pasifik İslamı”... ortaya çıkmıştır.

İslam skolastiği

İslam’ın yoğun teolojik yorum faaliyeti (mezhepler, ekoller), tarım imparatorlukları döneminde, 800-1300 yılları arasında gerçekleşmiş, bundan sonraki tarihlerde, yirminci yüzyılın başlarına gelinceye kadar cepten yiyen, geviş getiren, skolastik bir yapıda devam etmiştir. Avrupa’da gerçekleşen endüstriyel/teknolojik devrim ve Aydınlanma, bütün dünyanın alt ve üst yapısını değiştirdiği halde; İslam dünyası, bu değişime meydan okuyamadığı gibi; kendisi, bu değişimin peşinden sürüklenmiştir. Batıda ortaya konan yeni epistemoloji, sosyal bilim ve yorum stratejileri karşısında kendi mirasını yeniden nasıl yorumlayacağına dair sistematik bütünlüğü olan ve kendi müntesiplerini ikna edici, dışarıya da açık, yeni bir “usul” geliştiremediği için, herkes kendi el yordamına göre bir bakış açısı ortaya koymaktadır.

Dinin kurucu metinleri

Selefilik, tarihin ve toplumsal değişmenin dinin kurucu metinlerini nasıl etkilediğini ve bugün bunca değişmeden sonra, İslam’ın hem akaidini, hem de şeriatını yeniden nasıl “tecdid” edilmesi gerektiğini bilmeyen, özü itibari ile bir “yorum” olduğu halde; kendilerini dinin en hakiki/mutlak doğru bağlıları (müminler) olarak gören bir guruptur. Dinde-dini düşüncede değişmenin olamayacağına inandıkları için, yedinci yüzyılda verilmiş Kur’an’da ve hadislerde ne kadar hüküm varsa hepsini olduğu gibi kolayca aktüelleştirmeye/kaim kılmaya çalışmaktadırlar. Örneğin, IŞİD veya El Kaide, şiddete başvururken, kolayca ayet ve hadis okumaktalar; Ezidilerin kadınlarını “cariye”  olarak almakta, türbe ve heykelleri bombalamakta ve kurdukları devleti “hilafet” devleti olarak isimlendirmektedirler.

 Bazıları, afallamış bir şekilde olup biteni anlamamakta ve olanlara aval aval bakmaktalar. Oysa sorun, ilk nüveleri Hz. Ömer’de, Ebu Hanife’nin ‘istihsan’ yönteminde ve Mutezile’nin ‘nazar’ı her mümine vacip gören ve tarihte “Ehlu’r Rey” olarak isimlendirilen düşüncenin yerine, düşünceyi lafzi ibarelere sıkı sıkıya bağlayan “Edille-i Erbaayı” (Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas), inancı, teslimiyeti ve taklidi esas kabul eden “Ashabu’l Hadis”in “Sünnilik (Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik, Eşarilik ve Tasavvuf) olarak hakimiyetinden, bunun yarattığı atmosferden kaynaklanmaktadır. İslam düşüncesinin, bugün bu handikabı aşması için, Batı’da geliştirilen ve teolojik kökleri Kuran’daki “nasih-mensuh”da ve Mecelle’nin ‘usul’ hükümlerinden olan “Ezmanın tağayyuru ile ahkam tağayyur eder” ilkesinde bulunan  “Tarihsel Kritik” yöntemi benimsememesinde kaynaklanmaktadır. Bu kadar basit.

[email protected]