Zinde güçler yenildi Cumhur ‘reis’ini artık kendisi seçiyor

Ümit Fırat/Yazar
2.08.2014

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı yıllarca parlamenter sistem içinde ve güya partiler-üstü bir makammış gibi gösterilmeye çalışıldı. Ama aslında 27 Mayıs’tan beri bu makam vesayetçilere tahsis edilmişti. 367 krizi ve şimdi yaşanan bunca gürültünün gerisinde, o makamı ‘ayak takımından’ birine bırakmama ve geri alma hırsı yatmaktadır.


Zinde güçler yenildi Cumhur ‘reis’ini artık kendisi seçiyor

Önümüzdeki hafta sonu Türkiye’de bir ilk yaşanarak doğrudan bir cumhurbaşkanı seçimi için seçim sandığına gidilecek.  Ne var ki, seçimler ister ilk turda, ister ikinci turda sonuçlansın, galibi 30 Mart 2014 akşamı belli olduğu için kimin kazanacağına dair fazla bir heyecanımız yok gibi. Ama esas merak ve heyecan konusu olan, adayların alacağı oyların yüzdeleri.

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı, yıllarca parlamenter sistem içerisinde bir yerlerde ve güya partiler-üstü bir makammış gibi gösterilmeye çalışılmışsa da, pek de sıradan makam olmamıştır. Ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyette Reisicumhur’a Sultandan çok daha yetkili ve etkin bir statü sağlanmıştır. Bu makam, CHF/CHP tüzüğüne göre, ‘Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Umumi Reisi, fırkanın banisi Gazi Mustafa Kemal hazretleridir.’ Daha sonra bir tadilat yapılarak ‘Değişmez Genel Başkan’ unvanı da ilave edilmiştir. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra ise, ‘Partinin banisi ve Ebedi Başkanı T.C.’nin kurucusu K. Atatürk’tür, Partinin Değişmez Genel Başkanı İsmet İnönü’dür’ biçiminde bir tadilat daha yapılmıştır.

Vesayetçiye makam tahsisi

CHF-CHP Genel Başkanı aynı zamanda Reisicumhur olurdu. Tabii Reisicumhur da hem parti delegasyonunu ve görevlilerini tayin eder, hem de her dört yılda bir ağustos aylarında, halka yönelik olarak yayınladığı tamimlerle yeni dönemde Mecliste çalışacağı ve kendisini seçecek mebus adaylarını tavsiye ederdi. Bu mebuslar da dönüp mecliste Reisicumhuru bir kez daha seçerlerdi. Tabii bütün bunlar yaşanırken 1924 Anayasası da “yürürlükte” idi.

1950 seçimlerinden sonra resmen olmasa da, fiilen bazı değişimler yaşandı ve o makamı kimselere bırakmak istemeyen, o zamanki ifade ile “zinde güçler”,  27 Mayıs 1960’ta sadece bir askeri darbe yapmadılar; Cumhurbaşkanı olacak kişinin partisiz olmasını da hükme bağladılar. Dolayısıyla fiilen emekli generallerden birinin seçilmesini sağlayarak kendilerinden birisi tarafından bu makamı doldurmasının yolunu da açtılar. Böylece oradaki kişi güya partisiz ve bağımsız olurken, aynı zamanda Silahlı Kuvvetlerin de güvenini sağlamış olacaktı. O makamı dolduran kişiden ziyade, gerçekte o makamı sahiplenen ve güvende tutulmasını sağlayan kuruma meşru bir kılıf uydurdular.

2007 yılındaki 367 krizi ve şimdi yaşanan bunca gürültünün gerisinde, o makamı “ayak takımından” birine bırakmama ve geri alma hırsı yatmaktadır. Bu nedenle, eski Türkiye’nin özlemini çeken zinde güçlerin, öncelikle bu özlemlerine kavuşabilecekleri yolu açacak bir Cumhurbaşkanına ihtiyaçları vardı. Ancak, her nasılsa Türkiye’de solcu denilen, devletçi-laik bir adayla bunun mümkün olamayacağını öğrenmiş olmalılar ki, nihayet dindar muhafazakar kesimden de pekala Kemalist-laik birilerinin çıkabileceğini fark ettiler ve bu kez geçmiş örneklerin tersine, yedeklerinde bulunan ve muhafazakar olduğu söylenen bir kişiyi aday gösterdiler.

Ekmel Bey turist gibi

Gösterilmiş aday Ekmeleddin İhsanoğlu, seçim kampanyasını aslında bir cumhurbaşkanı adayından ziyade, bunca yıldır hiç tanımadığı veya pek de farkında olmadığı bir ülkeyi ve toplumu yeni yeni tanımaya çalışan bir turist gibi sürdürüyor. Bu arada Türkçe konuşma pratiğini de ilerletebilir mi bilemiyoruz...

N e Türkiye’nin Kürt meselesi, Alevi meselesi gibi can yakıcı iç sosyal problemlerinden haberli, ne de iç ve dış politikada nelerin tartışıldığından haberli. Belki kampanyalarda hiç gözükmese veya konuşmasa, şansını daha da iyi değerlendirebilirdi.

Geldiği İslam İşbirliği Teşkilatı, düşe kalka da olsa bir demokrasi kurmaya çalışan Türkiye dışında; Kralların, Sultanların ve demokrasi düşmanı diktatörlerin bir araya gelip var olan siyasi statülerini asla tartışmaya açmayan bir kurum olarak çalışmaktadır. Bu teşkilata üye devletlerin, özellikle Körfez Krizi ve Savaşı sonrasında, Kürtlere pek sempatiyle bakmadıkları gibi, Kürtleri bölgesel bir istikrarsızlık unsuru gibi gördükleri Kürtlerce bilinmektedir. Sayın İhsanoğlu’nun da onlardan farklı olarak Kürtler için iyi şeyler düşündüğünü söylemek için bir neden yok. 

Keza gerek demokrasi ve demokratikleşme konusunda olsun, gerekse Kürtler ve Kürtçe konusunda olsun sorulan sorulara verdiği cevaplara baktığımızda, bunca yoğun yaşanan bir politikleşmeye rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitimli bir vatandaşının ülkesinin sorunlarından bu kadar habersiz olması, acaba bizimle şaka mı yapıyor gibi bir espriyi de akla getirebiliyor.

Öte yandan, İhsanoğlu’nun demokrasi ve Kürtler konusundaki en temel engeli ise, MHP ve CHP’nin adayı olmasıdır. Bu partilerin Kürtler açısından hiçbir karşılığı ve çekiciliği olmadığı gibi, tarihsel geçmişleri itibariyle Kürt karşıtı olmaları, Kürtlere itici gelmektedir. Son çeyrek yüzyıldaki bütün seçimlerde bu partilerin Kürt seçmen nezdinde ne kadar ağılıklı oldukları ve karşılık bulduklarını, bilmemek mümkün değil.

Keza Kürtlerden cellatlarına oy vermelerini istemeye veya beklemeye de kimsenin hakkı olmadığı kanaatindeyim. Bu durumu bilmelerine rağmen iki hafta önce Diyarbekir’de bir sivil toplum kuruluşunun davetine katılması sağlanarak, adeta görücüye çıkarılmasının ise, “dostlar alışverişte görsün”  misali, gülümseyip geçilen bir olaydan öte hiçbir etkisi olmadı.

‘Kart kurt’tan Çankaya’ya

 Bazı HDP’li parlamenterlerin kendi iradeleriyle asla cesaret edemeyecekleri bir parti-üstü kararla yerine getirdikleri vazife gereği Rıza Türmen’e adaylık teklifinde bulunduklarını talihsiz bir hadise olarak not ettikten sonra, yine de Selahattin Demirtaş’ın aday olarak açıklanması isabetli bir karardır.

Bence bu seçim kampanyasının ilklerinde biri, halkın doğrudan sandığa giderek cumhurbaşkanı seçmesiyse, bir diğer ilki de, bir Kürt olarak ve bu kimliğini açıkça ifade ederek seçime katılan Demirtaş’ın adaylığıdır. Bir Kürdün kimliğini gizlemeden, yasaklanmadan, bir Kürt olarak TC Cumhurbaşkanlığına aday olması elbette bir ilktir ve Türkiye’de ‘’Kart-Kurt’ sesiyle anılan bir toplumunun nereden nereye geldiğinin çok önemli bir göstergesidir.

Demirtaş, kendi partisinin dışında, irili ufaklı bir takım sosyalist grupların, radikal solcuların, Başbakana tepkili bazı gazeteci, yazar ve aydınların, mesajlarında en çok yer verdiği kadın hareketlerinin desteğiyle kampanyasını yürütüyor. Nasılsa kazanmak ve yerine getirmek gibi bir yükümlülüğü gibi bir sıkıntısı olmadığı için de, partisinin programındaki hedefleri, hak, hukuk, demokrasi, çevre, kadın, vb akla gelen her şeyi vaat ediyor. Başarılı da oluyor.

Bu arada CHP adayından hoşnut olmayan başta Alevi Kürtler olmak üzere bazı yurttaşların desteğini de alabiliyor. Keza Kürtlerden ziyade Kürt olmayan ve Kürtlere yönelik bir takım algılara sahip insanların güvenini kazanmak; onlara gerçek bir laik ve demokrat oluğunu, Türkiyeli olduğunu, bölücü olmadığını anlatıp, ikna etmeye çalışmakta.

Bu arada, çeşitli anketlere verdikleri cevaplarda Kürtlerle komşu olmak istemeyen, aynı mahallelerde bile yaşamak istemeyen, son yıllarda Beyaz Türk olarak anılan bir takım insanların, sırf Tayyip Erdoğan’a olan nefret ve tepkileri nedeniyle Kürtlere ilgi duydukları bir süreç de yaşanmakta. Ancak bunlar üzerinden sağlanabilecek bir desteğin de, ne Kürtlere, ne de demokrasiye bir hayrı dokunabileceği hiç sanmıyorum. 

Ama yine de gözüken o ki, seçimlerde kazanmak yerine, oylarını yükselterek bir tür zafer elde etmek isteyen Demirtaş bu seçimlerde partisinin oylarını önceki rakamlarının veya yüzdelerinin üzerine çıkarmayı hedefliyor.

Erdoğan’ın icrai vaatleri

12 yıla yakın bir süredir Başbakanlık görevini sürdüren; 30 Mart seçimleriyle de aşağı yukarı kesinleşen adayı, Recep Tayyip Erdoğan ise geçtiğimiz 11 Temmuz 2014 günü açıkladığı “Yeni Türkiye Yolunda - Cumhurbaşkanlığı Seçimi Vizyon Belgesi” metninde bazı önemli başlıklar açarak vaatlerini sıraladı.

İlkinde, ‘İlk anayasa hariç, diğer anayasaların hepsinin tek parti yönetiminin veya darbelerin ürünü olduğunu; bugün aşmaya çalıştığımız birçok toplumsal sorunun temelinde bu yanlış anayasal tercihlerin yattığını; hiçbir etnik ayrıma dayanmayan, ideoloji barındırmayan, milletin iradesini siyasal iradenin merkezine yerleştiren, merkez ile yerel arasında demokratik bir denge kuran,  tam anlamıyla bir toplum sözleşmesi niteliğinde olacak, Türkiye’nin geleceğini aydınlatan, bütün toplumu kucaklayabilecek yeni demokratik bir anayasa gerekliliğine vurgu yapılmakta;

İkincisinde, ‘Yeni Türkiye’nin toplumun kendi çeşitliliğini, farklılıklarını ve kimliklerini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bağlamında zenginleştirme özelliği pekiştirilerek, etnik, mezhepsel, inançsal ve her türlü farklılığı kucaklayan, onları evrensel ilkeler ve değerler temelinde demokratik bir ortak yaşam bilincine ulaştıran bir anlayışın hayata geçirilmesi;

Demokratik Açılım-Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecinin, demokratikleşme için önemli bir adım olduğu vurgulanarak, devletin ilgili tüm birimlerinin koordinasyonuyla yürüyen çözüm süreci, silahsızlandırma ve hayata kazandırma aşamalarıyla birlikte kangren olmuş bir meseleyi gündemden düşürecektir’ belirlemesinin ardından, ‘Cumhurbaşkanı olarak da, Çözüm sürecinin en yakın takipçisi ve destekçisi olacağız ‘sözü verilmekte;

Üçüncü olarak, ‘Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır’  önerisiyle, ‘Vatandaşlarımızın hak ve kukunun gözetildiği, ona güven veren bir adalet sistemini birlikte tesis edeceğiz’ denilerek bir Yargı Reformu gerekliliği vaat edilmektedir.

Müesses nizamın tasfiyesi

Türkiye, kuruluşundan bu yana bir vesayet rejimi ile idare edilmeye çalışıldığı için seçim ve siyasi partiler mevzuatı da müesses nizama -rejime- uygun olarak düzenlenmiş. Bu nedenle, oturmuş siyasi geleneklere, alışkanlıklara falan sahip olma şansımız olmadı. Halk da, her seçim döneminde el yordamıyla bir yol bulup, vesayetçilerin dayatmaları dışında bir tercihe yöneldi. Mevzuatımızın seçim ittifaklarına imkân vermemesi; keza bir takım iç-dış tehdit algılarıyla siyasi tercihlerimizin genelde milli bir tercih gibi değerlendirilmesi, yurttaşların zihinlerinde bir ikinci siyasi tercihe yer bırakmamıştır.

Yine yaşadığımız bir ilk ise, seçmen yurttaşların oy verecekleri adayların artık kendi birincil tercihlerine uygun olmayabileceği, beklentilerine en yakın birini de tercih edebilecekleri aşamadır. Örneğin; bu seçimlere AK Parti ve HDP/DBP dışındaki partilerin birincil tercihleri ortadan kalkmış ve seçimlere kendi partilerinin dışından bulup “uzlaştıkları” bir adayla katılmaktalar. Öte yandan aynı koalisyonun seçmenlerinin karşı taraf adaylarından birine oy verebilmesi pekala mümkün gözüküyor.

Seçim sonuçları şimdiden belli

10 Ağustos seçimleri, galibi belli olan ve bu anlamda seçimleri kimin kazanacağına dair bir heyecan yaratmaktan ziyade, adayların oy yüzdelerinin daha heyecanla beklenip merak ettiği bir noktada değerlendirilmeli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ilk turda seçimlerin galibi olacağına inanmış gözüküyor ki, pek çok anketten de bu yönde sonuçlar çıktığı söz konusu.

Eğer seçimlerin ilk turunda adaylardan hiçbiri seçilmek için gereken oyu alamazsa, HDP/DBP ikinci tur için nasıl bir yol izler, bunu şimdiden kesin olarak söyleyemeyiz.  Ama tahmin edilen şu ki, ilk tura katılıp gerekli oyu alamadıkları için, yasa gereği ikinci tura katılamayacakları bir seçimi boykot etmeyerek, muhtemelen bizden bu kadar diyerek,  falanca adayı destekleyin demek yerine serbest davranmaları yolunda bir tavır izleyeceklerdir. Böylesi bir tavır ise, ilk turdaki birinci aday bakımından bir avantaj yaratmanın yanı sıra, en çok oy alan aday lehine bir feragat gibi de okunabilir.

Keza sessiz ve sadece seçimlere katılmama gibi bir tavır sergilemeleri aynı zamanda yeni Cumhurbaşkanı ile hem ilerde barışık ve diyaloga açık bir zemin yaratmış, hem de kendileri açısından Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini tartışmaya açacak bariz bir hataya da düşmemiş olacaklardır.

[email protected]