27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Edebiyatçılar İslamcılığın handikabı mı güç kaynağı mı?

Gazeteci-yazar Ali Bulaç’ın fitilini ateşlediği ‘İslamcılık’ tartışmaları sırasında sarfettiği “Türkiye İslamcılığının en büyük handikapı ve zaafı hala şairlerin, öykücü ve edebiyatçıların blokajı altında olması” şeklindeki değerlendirmesine en sert cevap Star Gazetesi Yayın Koordinatörü Mehmet Ocaktan’dan geldi.

1 Ocak 1900 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Edebiyatçılar İslamcılığın handikabı mı güç kaynağı mı?
GÜLCAN TEZCAN / [email protected]

Ocaktan “Bir kere, bu ifadelerin sorunlu olduğu kadar aynı zamanda bilgi zafiyeti içerdiğini de belirtmek zorundayım. Bu yaklaşım, bir medeniyet bakış açısından yoksundur. İslam’ın bir ‘gönül medeniyeti’ olduğundan habersizdir. Kısacası İslam’ın insanın sadece aklına değil aynı zamanda gönlüne hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu yok sayan bir yaklaşımdır. Ve de modern zamanlara ait ham ve kuru bir ‘molla’ bakış açısıdır” diyerek tepkisini gösterdi. Ocaktan’ın “Bizim ‘hakikat medeniyeti’mizi inşa eden Muhyiddin-i Arabiler’i, Camiler’i, İmam-ı Rabbaniler’i, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Şeyh Galip’i, Fuzuli’yi, Dede Efendi’yi, Hacı Bayram Veli’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mimar Sinan’ı, İbni Sina’yı, Bediüzzaman’ı, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i, Sezai Karakoç’u birbirinden ayırabilir miyiz? Yani Ali Bulaç’a göre, Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Galip, Fuzuli, Hacı Bayram Veli, Mimar Sinan, Dede Efendi, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal ve Sezai Karakoç gibi zirve isimler şair, mimar, musikişinas oldukları için İslam kültürünün ‘zaaf noktaları’ mıdır?” sorusu da Bulaç’ın neyi ıskaladığını göstermesi açısından hayli manidar.

FİKİR ADAMI YETİŞİYOR MU?

Ali Bulaç’ın Yeni Şafak’tan Emeti Saruhan’a verdiği röportajda “İslam dünyasından bir romancı ve tiyatrocu yetişmeyecektir” tezine benzer bir eleştirel yaklaşımı Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatih Andı da ağustos ayında Star Gazetesi’nin kitap ekinde ifade etmişti. Ancak Andı’nın Bulaç’tan ayrılan noktası yeni bir dil oluşturulabileceği konusunda yapıcı bir yaklaşımda bulunmasıydı. Bulaç “Bizde fikir adamı ve alim yetişmiyor. İslamcılarda da çok az yetişiyor. Bol miktarda şair, romancı ve tiyatrocu var. Sinemaya, tiyatroya özenen var. Bu bizim Osmanlı Türk modernleşmesinin bir zaafıdır. Bu bizim Osmanlı Türk modernleşmesinin bir zaafıdır. Abbasiler, İslam’ı merkez seçip bütün çevre kadim medeniyetleri taradılar. Çin’den Babil’e, Mısır’a, Yunan’a kadar. Bu merkezlerden bilgiyi ve felsefeyi aldılar. Yunan şiirini, sanatını, tragedyasını tercüme etmediler. Hiç ilgilenmediler çünkü onlar duyguya hitap eder. Tefekküre ve bilgiye dayanmaz. Bizim Batı’yla olan ilişkimiz de bundan dolayı sakattır “ diyor.

ZAMAN KAYBI TARTIŞMALAR

Ancak Batı’nın ruh ve zihin dünyasının bir ürünü olduğu için roman, tiyatro ve sinemaya karşı çıkacaksak topyekun bir savaş başlatıp televizyon, bilgisayar, internet ve teknolojinin bütün aygıtlarını da reddetmemiz gerekir. Asırlar önce yapılmış tartışmaları neden dönüp dönüp tekrar ediyoruz? Bunlarla zaman kaybetmek yerine neden kendi edebi türlerimizi, sahne sanatlarımızı, sinema dilimizi inşa etmeye çalışmıyoruz? Çünkü oturduğumuz yerden yapılıp edilenleri eleştirmek, görmezden gelmek daha konforlu... Elbette İslam medeniyetinde trajediye yer yok. Tiyatro ve romanın çıkış noktası bu ana temadan yoksun olarak bir Batılı gibi roman yazmamız mümkün değil. Ama bizim asırlar öncesinden bugüne taşınan edebi geleneğimiz, gelenekli tiyatromuzdan pekala özgün edebi türler ortaya çıkabilir. Bugüne kadar bu yapılmadıysa da bunun sorumlusu asırlardan beri sanatı Ali Bulaç’ınkine benzer yaklaşımlarla öteleyen, önemsizleştiren zihin yapısıdır.