19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Kalıcı olmanın yolu kültürel devrimden geçer

En yetkin ağızlar en yetkili makamlar karşısında bir kez daha ‘kültür devrimi’ne olan ihtiyaçtan söz etmişken artık bir an bile kaybetmeksizin öncelikler sıralamasında ‘kültür’ ve ‘sanat’ı en başa alıp bu topraklardan beslenen bir sanat anlayışının yeşermesi için çabalamak gerekiyor.

Gülcan Tezcan14 Kasım 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Kalıcı olmanın yolu kültürel devrimden geçer

Star Gazetesi bu yıl ilk kez Necip Fazıl adına ödüller düzenledi. Kültür sanat alanında ciddi bir eksiklik olan ödüller, isabetli seçimlerle sahiplerini buldu. Necip Fazıl Saygı Ödülü’nün Nuri Pakdil’e verilmesi de ayrıca önem taşıyordu. Umut edelim ki bu çabanın devamı gelsin, Necip Fazıl Akademisi, Necip Fazıl Müzesi gibi girişimler de hayat bulsun. Pakdil’in konuşması sırasında Cumhurbaşkanı’nın bu büyük ustayı ayakta dinlemesi elbette ödül töreninin tarihi anlarından biriydi. Ancak benim için önemli olan bir başka nokta da Nuri Pakdil’in “Sayısal üstünlüğün getirdiği hiçbir siyasi iktidar eğer kültürel üstünlüğe de sahip değilse kalıcı olamaz. Kültürel değerlerini yeni nesillere aktaramayan hiçbir halk onurunu koruyamaz. Varlığını sürdüremez” şeklindeki sözleriydi. Tüm devlet erkânının hazır bulunduğu salonda Pakdil’in AK Parti iktidarının en zayıf olduğu alana işaret etmesi ve kültürel iktidar vurgusu yapması hayatî önem taşıyor.  Sözleri bununla da sınırlı değil, bir kez daha hatırlatmakta fayda var o tarihi konuşmayı:

“Rahmetli Üstat Necip Fazıl Kısakürek, aydınların uygarlığımızı yeniden anlamaları için bir ortam oluşturdu. Yurdumuzdaki Batıcılığa ve yabancılaştırma girişimlerine karşı ilk yazılı eleştiriyi başlatan o oldu. Sayısal üstünlüğün getirdiği hiçbir siyasi iktidar eğer kültürel üstünlüğe de sahip değilse kalıcı olamaz. Kültürel değerlerini yeni nesillere aktaramayan hiçbir halk onurunu koruyamaz. Batılılar bunu çok iyi biliyordu. Yurdumuzdaki Batı işbirlikçilerinin kültürel değerlerimize saldırmaları da yerli düşüncenin kökünü kazımaya çalışmaları da işte bundandı. 1923 yabancılaştırma girişimlerini böyle okumalıyız. Uyanık olmalıyız. Dün Necip Fazıl gibi kahramanlar bu oyunu bozdu. Fakat Batı işbirlikçilerinin halka düşmanlıkta, halkın değerlerini aşındırmada önde gelen yazar ve sanatçıları öne çıkararak, ödüllendirerek kültürel egemenliklerini sürdürebilme çabaları devam ediyordu. İşte Star gazetesi de bugün bu oyunu bozuyor. Üstat Necip Fazıl’ın kültürel ve manevi mirasını yaşatmak amacıyla verilen ödülleri böyle anlamalıyız. Bu ödüllerle yerli düşünceyi savunan, halkın yanında duran sanatçılar ve yazarlar yüreklendirilmiş, sahiplenilmiş oluyor”

TEKELCİ ZİHNİYETİN DIŞLADIKLARI

Tiyatro, sinema, görsel sanatlar ve topyekun sanat alanındaki kültürel hegemonyanın ülkeyi getirdiği noktayı, sanatın nasıl bir ideolojik aygıta dönüştüğünü tekrarlamaya hacet yok. En yetkin ağızlar en yetkili makamlar karşısında bir kez daha ‘kültür devrimi’ne olan ihtiyaçtan söz etmişken artık bir an bile kaybetmeksizin ilk elde öncelikler sıralamasında ‘kültür’ ve ‘sanat’ı en başa alıp bu topraklardan beslenen bir sanat anlayışının yeşermesi için çabalamalı. ‘Muhafazakar sanat’ gibi kurgu bir üretim değil sözünü ettiğim. Zaten bunun sancısını çeken, sanat alanındaki tekelci zihniyet yüzünden hareket alanı bulamayan, üstenci bir bakışla sürekli dışlanan, varlık mücadelesi veren ancak buna rağmen yerli, kimlikli ve özgün işler yapma derdindeki sanatçılara artık maddi, manevi desteklerle üretim imkânı  tanınmalı.

Devletten ziyade özel sektör sanata yatırım konusunda teşvik edilmeli. Anadolu sermayesi hâlâ bir içki markası kadar tiyatroya, sinemaya destek vermiyorsa bu ayıbın nedenleri üzerine konuşup, çözüm üretilmeli. Sanatın merkezi İstanbul olmaktan çıkarılıp ülkenin kültürel zenginliğini tuvallere, beyazperde ve sahnelere taşıyacak projeler geliştirilmeli. Ancak böylelikle ‘bağzılarının’ ‘sansür yolları kesti’ gibi kendilerinin bile inanmadığı tevatürlerin de önü alınmış olur.