20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Mahalle baskısı kaldığı yerden

Gezi Parkı sürecinde ‘sanatçı duyarlılığıyla’ hayranlarını sokağa döken isimler şimdi kendilerinden farklı fikri olan meslektaşlarına linç kampanyası başlattı. Bu son yaşananlar, kültür siyasetindeki eksikliği gözler önüne serdi.

Gülcan Tezcan19 Temmuz 2014 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Mahalle baskısı kaldığı yerden

Pek demokrat, özgürlükçülüğü kendinden menkul, çağdaş, bilumum ilerici sıfatları haiz üstenci sanat çevreleri ve onların sosyal medya takipçileri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili vizyon belgesini açıkladığı toplantıya katılan ünlülere karşı linç kampanyası başlatarak bir kez daha ne kadar tutucu ve muhafazakar olduklarını göstermiş oldu. Üstelik kullandıkları aşağılayıcı dil ve üslup da ele veriyor gerçek yüzlerini. Son on yıldır her türlü darbe çağrıcılığı eyleminde ön saflarda yer alan, orduyu göreve çağıran, Gezi’de hayran kitlelerini sokağa çeken ünlüleri neredeyse kutsal direnişçi ilan edenler o dönemde kendileriyle aynı fikirde olmayanları fişleyerek demokratlıklarını ortaya koymuşlardı. Büyük çoğunluğu piyasadaki konumunu kaybetmemek için Gezi’de görünen sanatçı tayfası kahraman ilan edilerek başlar üzerinde taşınmıştı. Onların siyasi ve ideolojik görüşlerini ilan etmeye, kendilerince ülke kurtarıcılığına soyunmaya hakları vardı ne de olsa... Ama onlar gibi düşünmeyenler, Gezi’ye destek vermeyen hatta bununla da yetinmeyip iktidardaki siyasi görüşe, harekete yakın duranlar, yakınlığını açık edenler ise hemen yandaşlık ve yalakalıkla yaftalandı. Kutluğ Ataman, Gezi’deki tahammülsüzlüğü ve faşizan tavırları açık ettiği için sosyal medyada linç edildi. Şahan Gökbahar, aynı şekilde Gezi’ye yönelik eleştirileri yüzünden hedef tahtasında oturtuldu.

Çünkü düşünce ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğü sadece kendileriyle aynı hizada duranların hakkı bu çok erdem sahibi kitleye göre. Başbakanı diktatörlükle suçlayanların aynaya bakıp kendi ‘faşist’ suratlarıyla yüzleşmeleri gerekiyor bir an önce. Kime, ne kadar tahammülleri var? Bunun cevabını vermedikçe hiç ortalara dökülüp ‘özgürlük’, ‘demokrasi’ nutukları atmasınlar.

YOLLAR, KÖPRÜLER TAMAM AMA...

Fehmi Koru geçen hafta Habertürk gazetesine geçti ve ayağının tozuyla bir de röportaj verdi. Mahalle değiştirmediğini söyleyerek ‘bağzılarının’ merakını gideren Koru’nun “İktidara yapılacak en önemli eleştiri, kültür siyasetini ihmal etmeleri. Yollar, köprüler yapmakla ilgilendiler ama kültürle hiç ilgilenmediler” sözleri ise üzerine uzun uzun konuşmayı, tartışmayı ve yazmayı gerektiriyor. Koru haklı, zira kültür politikaları üretilmeyişinin bedeli Gezi’de fazlasıyla ödendi. Bu alanda ehil isimlerle, kalıcı ve evrensel projeler hayata geçirilmediğinden iktidar, sanat düşmanı olmakla, tiyatroları kapatmak, kültüre yaşam alanı bırakmamakla suçlandı sürekli. Ulusalcı, rejim bağlısı, tekelci sanat çevreleri bu imajı köpürterek kendilerini var etme ve yükseltme yolunu seçti. Kültüre ve sanata verilen destekler kasıtlı olarak görülmek istenmedi. TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) ülkenin sanat ortamına nefes aldıracak bir imkan olabilecekken, aynı çevreler sırf bu iktidarın teklifi olduğu için ortak bir çözüm üretmek yerine projeyi okumadan eleştirip, toptan reddetmeyi seçti. Geriye doğru baktığımızda 1994’ten bugüne yerel yönetimler tamamen kişisel inisiyatiflerle kültür ve sanat çalışmalarına alan açtı. Eğer belediye başkanı ya da yardımcısı, danışmanı kültüre meyyal ise bu alanda projelere kapı aralandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı bile, Başkan Kadir Topbaş’ın yerinde tercihiyle son iki yıldır bir vizyon ve misyon belirleyerek kalıcı politikalar üretmeye başladı. Sanat çevrelerinde ve özellikle tiyatro camiasında açıkça dillendirilmese de İBB Kültür Dairesi’nin bu süre zarfındaki varlığı kabul görmeye başladı. İstanbul gibi bir şehrin kültürel hayatında özel vakıf ve kurumların inisiyatif sahibi olduğu bir dönemden belediyenin ağırlığını koyduğu bir döneme geçmek için önemli adımlar atıldı. Ancak kültürel belediyeciliği ‘farklı’ yorumlayan kimilerine göre bu tür çabalar kabul edilebilir değil. Birileri rahatsız olsa da İBB Kültür Daire Başkanlığı bu iktidarın en büyük eksikliği olan kültür siyasetini üretme noktasında lokomotif görevi üstlenecek bir kurum olarak dikkat çekiyor, umut veriyor. Bu sebeple, hem kuruma vizyon kazandıran daire başkanı ve ekibinin desteklenmesi hem de bu bakışın devam ettirilmesi kültürümüz açısından büyük önem taşıyor.