19 Mayıs 2024 Pazar / 12 Zilkade 1445

Sinemada Batı’ya karşı ittifak yapalım

25. Saat filminin İranlı görsel yönetmeni SeyfullaH Samadian, 16. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin konuğuydu. Samadian’la, Türk ve İran sineması üzerine konuştuk.

Serdar Akbıyık6 Haziran 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Sinemada Batı’ya karşı ittifak yapalım

İran sineması dünyaya kendini kabul ettirmiş bir sinema. Türk sinemasıyla benzer dönemlerden geçen İran sinemasının önemli isimlerinden biri de Seyfullan Samadian. İranlı fotoğraf sanatçısı ve görüntü yönetmeni Seyfullah Samadian, 1954 yılında Tahran’da dünyaya geldi. Martin Scorsese ve Abbas Kiarostami gibi ünlü yönetmenlerle çalıştı. Tahran Üniversitesi’nde fotoğraf gazeteciliği dersleri verdi ve kültür dergisi Tassvir’in baş editörü oldu. 1978 yılından itibaren İran’ın sosyal sorunlarını ele aldı. The White Station (1999), Tehran: The 25th Hour (1999) ve Once Upon a Time in Marrakech (2006) gibi ünlü yapımlara imza attı.

Türk sineması hakkındaki görüşleriniz nedir?

Anadolu Üniversitesi öğrencilerine de söyledim, bugün dünyada Fransa ve İtalya ve benzeri ülkelerin sinemalarının çok parlak olduğu dönem kapandı. Boşluğu İran ve Türkiye gibi ülkeler dolduruyor. Cannes ve diğer büyük festivaller, filmlerimize özel bir yer ayırıyor çünkü yeni fikirler taşıdığını düşünüyorlar.

Yeni İran sineması hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Artık baştan aşağıya dansla, şarkıyla dolu olan seviyesiz filmlerin yapılması istenmiyor. Sinemaya kültürel bir disiplin geldi. Doğal olarak değerli yönetmenler devrimden sonra daha kaliteli işler yapmaya yöneldi. Ama onlar bile bazen yeni İslam Cumhuriyeti’nin kurallarıyla çatıştı ve sıkıntılar yaşadı. Ama sınırlandırmalar yaratıcılığı canlandırdı. Eskilerin söylediği gibi ‘Yaratıcılığın anası ihtiyaçtır’. Kendilerine has üslupları olan yönetmenlerin farklı anlatım teknikleri keşfetmesine neden oldu.

MAALESEF TÜRK DİZİLERİ REVAÇTA

İranlı sinemacılardaki Fransız etkisini nasıl yorumluyorsunuz? İran’da da bizde olduğu gibi bir Kürt sineması var ve sinemamızın muhalif kısmının büyük bölümünü oluşturuyor. İran sinemasında durum nedir?

Fransız sinemasının İran sineması üzerinde daha çok sinema endüstrisi ve festivallere örnek olma etkisinden bahsedebiliriz. Bu arada Bahman Ghobadi gibi yönetmenler de çıktı, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazandı. Bahman Ghobadi, Kürdistan hakkında üç film yaptı ama onu yurtdışına çıkmak zorunda kalmasının Kürt olmakla ilgili takındığı tavırla ilgisi yoktu. Maalesef küresel sistemin siyaseti kavimleri etkileyerek, onların sinemasını kendi siyasetinin gereği olarak destekliyor. Bahman Ghobadi mesela sadece Kürt olduğu için değil ama insan olarak heyecanlı, coşkulu, tez canlı bir karaktere sahip, takındığı siyasi tavır sadece Kürt olmasıyla ilgili değil. Hatta Bahman Ghobadi’nin kendisi gibi Kürt olan birçok gençten çok daha fazla İran’ı sevdiğini düşünüyorum.

Türkiye ile İran toplumları arasında Şah döneminde başlayan ilişkilerin, çeşitli sebeplerle kesintiye uğradığını görüyoruz. Gelecekte iki toplum arasında daha iyi ilişkiler kurulacağını düşünüyor musunuz?

Bir İranlı olarak Türkiye’de olmaktan ve Anadolu Üniversitesi’nde atölye çalışması yapıyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Bu hisleri İranlıların çoğunluğunun da taşıdığını düşünüyorum. Aynı şekilde Türklerin de İranlılara karşı aynı hisleri paylaştığına inanıyorum. Nuri Bilge Ceylan Bir Zamanlar Anadolu’da filminde Kiarostami’ye (Abbas Kiarostami, 60’ların sonunda başlayan İran Yeni Dalga’sının yönetmenlerinden) göndermede bulunarak Türk sinemasının İran sinemasıyla ne kadar iyi etkileşim içinde olduğunu gösteriyor. Bizim komşu olmanın dışında, kültürel bir birlikteliğe de ihtiyacımız var. Dünya çapındaki mass media’nın Türkiye ve İran gibi ülkeleri koyduğu konumdan kurtulmamız gerek. Daha çok siyasi açıdan kenara itilmiş durumdalar ve İran ile Türkiye el ele vererek bu durumdan sıyrılmanın, sinema yoluyla bunu yapabilmenin yolunu bulabilmeli. Halkı derinliksiz, seviyesiz dizilerden kurtarıp daha nitelikli işlere imza atmalıyız. Maalesef, üzülerek söylüyorum ki Türk ve Kolombiya dizileri şu anda İran’da çok revaçta, bunlar aile kurumumuzu ciddi anlamda tehlikeye atmakta çünkü o dizilerde gösterilen kadın ve erkek arasındaki ilişki biçimleri İran’da herkesin kafasını karıştırmakta, gelenek ve görenekleri bir kenara itip ahlak dışı uygulamaların kapısını açmakta. Sadece dizilerin değil, daha nitelikli işleri tercih etmeyen İran devletinin ve medyasının da bunda kusuru var.