25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Türk filmlerini kare kare vizörden izleyen adam

Ömrünün yarısını fotoğrafa adayan Güngör Özsoy, Türk sinemasının canlı arşivi! Senede 300 filmin çekildiği dönemde set fotoğrafçılığı yapan Özsoy, Tarkan filminden Hababam Sınıfı’na hangi sete girmemiş ki... Bu işe babasının hasta yatağında kendisine hediye ettiği fotoğraf makinesiyle başlayan Özsoy, Sinemanın 100. Yılı adlı belgesel niteliğinde bir çalışma yapmış.

Ahmet Dur1 Kasım 2014 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Türk filmlerini kare kare vizörden izleyen adam

Bazı kişiler vardır ki onları anlatmak çok zordur. Nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. Güngör Özsoy da işte onlardan biri... Selahattin Pınar gibi efsanevi bir ismin arkasında keman çalacak kadar üst düzey bir sanatçı, sinemanın yaşayan arşivi ve kara kutusu, aynı zamanda müthiş bir fotoğrafçı... Evet, nereden başlayalım? 1955 yılına uzanalım... Her şey, Güngör Özsoy’un babası Sami Özsoy’un oğluna bir fotoğraf makinesi hediye etmesiyle başlar. Babasını hasta yatağında ölümsüzleştirdiği an, çektiği ilk fotoğraf karesiymiş. Bugün o günü anlatırken gözleri doluyor... Babası kısa bir süre sonra vefat edince, bu önemli hatıra Güngör Özsoy’un hayatına bambaşka bir anlam yüklemiş. O günden itibaren hayata vizörden bakmaya başlamış.

Aslında müzisyen bir ailede büyüyen Güngör Özsoy, 1958-60 yılları arasında dönemin ünlü müzikholü Küçük Çiftlik Gazinosu’nun sahnesinde o zamanın en iyi isimleriyle arasında keman da çalmış. Ünlü bestekar Selahattin Pınar’ın arkasında da kemal çaldığını bugün gururla anlatıyor. Ancak 1960’ta o güne kadar amatörce ilgilendiği fotoğraf tutkusu ağır basınca Özsoy’un muhabirlik hayatı başlamış. Gece Postası, Önce, Radyo Alemi, Artist, Sinema, Ses ve Perde gibi gazete ve dergilerde çalışmış.

ARŞİVİ SERVET DEĞERİNDE

60’larda, senede 250-300 Türk filmi çekildiği zamanlarda magazin dergileri de tiraj patlaması yapmış. Özsoy’un adı hem basında hem de sinema sektöründe daha çok duyulur olmuş. İşte o dönemde yönetmen Çetin Karamanbey ile tanışıp, onun asistanlığını yapmış. “İlk hocam” dediği Karamanbey’den beş yıl boyunca çok şey öğrendiğini anlatıyor. 1965 yılında Suat Yalaz’ın ünlü kahramanı Karaoğlan’ı sinemaya uyarladığı filmle birlikte Güngör Özsoy, sinema dünyasına set fotoğrafçısı olarak adımını atmış. Ünlü bir magazin fotoğrafçısı ve muhabiri olduğu için sektörde zorluk yaşamadığını söylüyor. Meslekte Rum kameraman Kriton İlyadis’ten çok şey öğrendiğini söylüyor Özsoy: “İlydis, set aralarında verdiği özel detay bilgilerle beni bambaşka bir kameraman ve fotoğrafçı yaptı. Işık, açı, kadraj ve daha birçok teknik konuda bana, çok az sayıda kişinin sahip olduğu yepyeni donanımlar kazandırdı.” Aynı yıl Ertem Eğilmez’in davetiyle Arzu Film’e geçen Özsoy, 15 yıl boyunca hemen hemen tüm film setlerinde bulunmuş. Lütfü Akad’dan Memduh Ün’e dönemin en iyi yönetmenleriyle 100’den fazla film setinde çalışmış. Hababam Sınıfı başta olmak üzere döneminin en kaliteli filmlerinin fotoğraflarını o çekmiş. Türk Sineması tarihi açısından Güngör Özsoy’un arşivi adeta bir servet değerinde! Zira her fotoğraf, adeta bir film karesi...

TÜRKİYE’Yİ 15 KEZ GEZDİ

80’li yıllarda erotik film furyası başlayınca sinemadan uzaklaşan Özsoy, 90’lı yılların başına kadar moda, sanayi ve tanıtım çekimleri yaptı. Daha sonra manzara ve doğa fotoğrafçılığının içinde buldu kendisini... Edirne’den Kars’a Türkiye’yi 15 kere gezen Özsoy’un arşivinde Türkiye’nin her köşesinin fotoğrafını görebilirsiniz. Turistik tanıtım kitapları, takvimler ve kartpostalların çoğunda da onun fotoğrafları yer aldı. Özsoy ile ilgili en önemli ayrıntılardan biri de sayısız fotoğrafının içinde sefaleti anlatan bir kare bile göremezsiniz. “Etrafımızda onca güzellik varken neden sefalet çekiyim ki? “diyen Özsoy ekliyor: “Benim için fotoğraf, güzellikleri ebedileştirme sanatıdır.”

Bir fotoğrafta 25 sahneyi anlatırdım

Dönemin nasıl en ünlü set fotoğrafçısı olduğunu sorduğumuzda Güngör Özsoy, gülümseyerek şunları anlatıyor: “O devirde iki türlü fotoğrafçı vardı. Birincisi çaycıda otururdu. Bunlar sette sürekli çay içen ve sadece çağrıldıklarında fotoğraf çeken kişilerdi. Bense sette oturur ve o sahnenin çekilişini seyrederdim. Çünkü o sahneyi tek bir karede anlatman lazım ama o sahneyi sette takip etmezsen çekemezsin. Sahnenin çekimi biter, yönetmen bana gelir, ‘Güngör seti hazırla fotoğraf çek’ derdi. Fotoğraflık bir set hazırlar çekerdik. Oyuncular da iyi bir iş çıkacağını bildiklerinden bize sorun çıkarmazdı. O sahneyi bir fotoğrafta anlatırdım. Mesela bir örnek vereyim: Selma Güneri ile bir film çekiliyor. Selma Güneri, mahalle kızı. Ancak ona iftira atmak için onu bir eve sokacaklar, eve bir adam sokacaklar ve onlar da baskın yapacaklar. Bu sahne 20-25 planla çekildi. Tunç Başaran, setin fotoğrafını çekmemi isteyince, yarım saat süreceğini söyledim. O da bana ‘Film mi çekeceksin?’ diye takıldı. Öyle bir açı hazırladım ve seti yeniden yaptım ki fotoğraf için, tek bir karede 20-25 planı anlattım. Film fotoğrafı filmi anlatan fotoromandır.. Ben öyle çalışırdım.”

Kamerayı yerde sabunla kaydırırdık

Güngör Özsoy, geçmişi anlatırken eski dostlarını, ustalarını anımsıyor ve gözleri doluyor. Geçmişle günümüzdeki setlerdeki çalışma ortamını kıyaslarken, o günlerin yorgunluğu aklına geliyor: “Senede 300 film çekilirdi. Figuran bulunmazdı, araç yoktu. Oyuncular aynı anda üç filmde oynardı. Öyle bir çalışma temposu içindeydik ki... Şimdiki teknoloji yoktu o zamanlar. Mesela şaryo yoktu. Kamera ayaklarına sabun konur, yerler ıslatılır ve kaydırılırdı. Türk sineması profesyonel bir sinema olamadı. Çünkü dünyaya açılamadı. Yapımcıların kazandığı paralar, yeni stüdyo, film platoları ve teknik ekipmanlara aktarılamadı. Bir de üstüne üstlük TV ve videonun yaygınlaşması işi daha da kötü bir hale getirdi. Türker İnanoğlu gibi beş kişi daha bu işe soyunsaydı inanın sinemamız daha ileri bir seviyede olurdu. Şimdiki gençler daha da şanslı. İstedikleri imkanlar var. Vizyonları daha geniş. İyi eğitim almışlar. Çok umutluyum.”