24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

İran ile Suudi Arabistan yakınlaşması

6 Eylül 1962’de patlak veren Yemen devrimi, Şii Zeydi İmamlığı’nı devirmiş ve yerine cumhuriyet kurulmuştu. 2014’ün aynı günlerinde Husiler olarak bilinen Zeydi kuvvetleri, başkent Sana’ya girdi ve başlıca devlet kurumlarını ele geçirerek Müslüman Kardeşler’e yakın Sünni Selefi hükümetin devrildiğini ilan etti.

24 Ekim 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
İran ile Suudi Arabistan yakınlaşması
Tarihin bir cilvesi olarak zamanındaki siyasi mücadele, Suudi Arabistan’ı Sünni çoğunluğa rağmen Yemen’i yöneten Şii rejimine müttefik yapmış, Mısır ise muhalefeti desteklemişti. Şii monarşisini iktidarda tutmak için askeri ve ekonomik yardımlarda bulunan Suudi Arabistan, neticede başarısız olmuş ve cumhuriyetçiler monarşiyi devirmişti.
 
Riyad, Yemen’deki nüfuzunu sürdürüp artırmak adına sonraki yıllarda din kartını kullandı, Vahhabi ideolojisini Yemen toplumunda yaydı ve destekledi. Selefi amaçlar güden birçok dini, toplumsal ve siyasal örgüt Suudi desteğiyle kuruldu. Bunların en önemlisi çeşitli Selefi, Vahhabi ve Müslüman Kardeşler gruplarının bir araya gelerek 1990’da kurduğu Yemen Reform Cemaati’ydi. Bu partinin çatısı altında toplanan aşiret ve toplum liderleri, Vahhabi ve Müslüman Kardeşler ideolojilerinin ortak paydası olan Selefi ilkeler doğrultusunda Yemen’de dini yönetim kurmayı amaçlayan İslamcı bir çerçevede birleşti. Suudi Arabistan’dan muazzam parasal destek alan parti, Müslüman Kardeşler’in uluslararası örgütlenmesiyle de yakın ilişkiler geliştirdi.
 
Husi hareketi 1990’ların başında yükselişe geçince Suudiler karşıt kampa destek verdi. Bu kampta Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in başında bulunduğu hükümet ve bazen hükümetle ittifak eden, bazen de ona sadece destek veren Reform Cemaati vardı. Husilere karşı hem askeri hem ekonomik müdahalelerde bulunan Suudi Arabistan, kuzeydeki Husi kalelerinin bastırılmasında da yer aldı.
 
Husilerin hoşnutsuzluğu, toplumsal dışlanma duygusundan ve Şii Zeydi kimliklerini kaybetme korkusundan kaynaklanıyordu. İsrail ve ABD karşıtı eğilimlere sahip olan Husiler, bu özellikleri nedeniyle ılımlı diye adlandırılan Arap rejimlerine mesafeli durdu ve İran’la Lübnan Hizbullahı’ndan oluşan direniş eksenine yanaştı.
 
Böylece Husiler, hem mezhepsel yakınlık hem de ortak bölgesel vizyon temelinde İran ve Hizbullah’la iyi ilişkiler geliştirdi. Suudi Arabistan ve Yemen kaynaklı iddialara göre İran ve Hizbullah Husilere askeri yardım sağlıyor. Ancak bu ithamlar belgeli kanıtlardan yoksun. Öte yandan taraflar arasındaki kültürel ve mezhepsel ilişkiler, 1990’lardan bu yana hız kesmeden devam ediyor. Çok çeşitli kültürel bağlar kapsamında Yemenli öğrenciler İran’ın Kum kentinde Şii ilahiyatı üzerine eğitim aldı, Kumlu din adamları da Yemen’in Şii bölgelerinde dini faaliyetler yürüttü.
 
Bu gelişmeler bilhassa Suudileri kaygılandırıyordu. Yemenli Selefi gruplar ve İran’ın Arap dünyasında nüfuz kazanmasından rahatsız olan Arap rejimleri de endişeliydi. Bölgede son dönemde yaşanan mezhepsel çatışmalar Yemen krizini derinleştirdi. Krizin asıl kökenleri siyasi ve toplumsal olsa da kriz bariz bir mezhepsel yapıya büründü.
 
Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki yükselişi ve Suudi Arabistan’la arasının açılması, Suudilerin Yemen’deki tutumunu bir kez daha değiştirdi. Riyad’ın Reform Cemaati’yle ilişkisi bozuldu ve partiye sağladığı destek son buldu. Suudi Arabistan daha sonra Husiler ile Reform Cemaati arasında süren kavgada tarafsız kalmayı denedi. Ancak kralın martta çıkardığı kararnameyle Reform Cemaati dâhil olmak üzere Müslüman Kardeşler’le bağlantılı tüm gruplar terör örgütü ilan edildi. Husiler Sanaa’da kontrolü ele geçirince Riyad ne müdahale etti ne de sert bir tepki verdi. Aksine, Husilerin diğer siyasi gruplarla imzaladığı anlaşmayı olumlu karşıladı. Reform Cemaati bu anlaşmadan dışlandı. Zira partinin yönetim kadrosu şu an emniyetin arananlar listesinde yer alıyor.
 
Riyad’ın bu tavrını en iyi izah eden olay, Suudi Arabistan’la İran arasında son dönemde yaşanan yakınlaşmadır. Bu yakınlaşma, yeni Irak hükümetinin kurulmasının ardından kendini göstermeye başladı. Suudi Arabistan, İslam Devleti örgütüne karşı net bir tavır alırken hem Suudi hem İranlı yetkililer, geçmişten gelen sorunları çözme ve ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açma yönünde bir dizi açıklama yaptı. Tahran da Suudi Arabistan’la ciddi iş birliği ihtiyacına, bölgedeki krizleri çözmek için Riyad’la diyalog gereğine sık sık değinir oldu.
 
Husi lideri de sağduyulu açıklamalar yaparak Şiilikten bahsetmedi – ki bu, Suudi Arabistan’la gerginliğe neden olurdu – ve böylece İran’ın bu tutumuna yardımcı oldu. Son derece zekice davranan Husiler, El Kaide’nin Yemen ve bölge için oluşturduğu tehdide odaklandı, ülkenin ve bölgenin istikrarına olumlu katkı yapacaklarını vurguladı. ABD ve Suudi Arabistan da Yemen’deki yeni statükoyu kabul etti. Bab’ül Mendep boğazının Yemen’e vermiş olduğu özel stratejik önem bunda bilhassa etkili oldu.
 
Suudi Arabistan’ı ilgilendiren bir diğer nokta olarak Yemen, Arap Yarımadasındaki El Kaide için güvenli bölge işlevi görüyordu ve teröristler burada Suudi topraklarında olası saldırılar için eğitim alıp hazırlık yapabiliyordu. Dolayısıyla Yemen’de El Kaide ve cihatçı Selefilere karşı olan bir siyasi hareketin ortaya çıkması Suudilerin ulusal çıkarlarıyla uyumluydu.
 
Sonuç olarak bölgedeki mevcut koşullar, bilhassa da ortak bir düşmanın ortaya çıkması Suudi-İran yakınlaşmasına büyük bir gelişme fırsatı sunuyor. Böyle bir ilerlemeyle bölgeyi yıllardır sarsan mezhepsel gerilimleri azaltma imkânı da doğar. Ancak şu sorunun yanıtı merak konusu: İki ülke, dengeli bir ortaklık kurmak, ilk fırsatta çatışmayı alevlendirecek mezhepsel ideolojilerin etkisinden uzaklaşmak için ne kadarını yapmaya hazır? 
 
 Al Monitor (Ali Mamouri)