20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

30 Mart, Ak Parti Ve Camia…

Aylardır bu anı bekliyorduk. 30 Mart seçimleri özellikle 17 Aralık darbe operasyonundan sonra önemli bir role büründü. Birilerinin güç savaşı haline geldi. AK Partinin başarısının tek sorumlusu görenlerin, hükümet sayesinde belli bir gücü elde ettikten sonra başbakanı ayak oyunlarıyla düşürmeye çalışanların, gerçek güçlerini görecekleri günün adıydı 30 Mart.

STAR/İZMİR14 Nisan 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
30 Mart, Ak Parti Ve Camia…
Bu kardeşlerimizin bilmesi gereken bir şey var ki; AK Parti, 2002 yılında tek başına iktidara gelirken, malum çevrenin özellikle altını çiziyorum, kurumsal bir desteğini arkasına almadı. Fakat bu camianın tabanının oylarını almadığını da söyleyemeyiz. 2007 yılında bu oy desteği, biraz daha artmıştır. 2010 yılı referandumunda ise bu camia, bütün hücreleriyle, referandumda evet çıkması için destek oldu. Ortaya çıkış noktası tamamen dini irşat olan bu camianın, siyasetin bu kadar merkezine girmesi, hem kendileri açısından hem de hizmet hareketi açısından sakıncalı durumları ortaya çıkardı. İşin başında, bunu fark edememiş bir insan olarak, bunu itiraf etmeliyim.
AK PARTİ CAMİAYA ÇOK GÜVENDİ…
AK Parti hükümeti bu camiaya güvendi, kollarını sonuna kadar açtı. Evin anahtarını bu insanlara teslim etti. Yetişmiş, donanımlı eleman yetiştiren, bu insanların, devlet kadrolarında vatandaşa en iyi hizmetleri sunacağından, kimsenin şüphesi olmadı. Gösterilen bu iyi niyet, mütevazi bir dini hareket olan bu camianın büyümesine ve büyüdükçe de asıl kimliğinden ve misyonundan uzaklaşmasına neden oldu.
Eskiden hiçbir polemiğe girmeyen, kendilerine gelecek en küçük bir zararda yolunu çevirenler, devletten, askerden korkan, 28 Şubat sürecinde bütün okullarını, bu darbe iktidarına teslim edecek noktaya gelen bu insanlar, gözünü iktidar hırsı bürümüş, kendi insanından başka hiç kimseyi düşünmeyen, megaloman insanlar haline geldi. ‘Devletin valisi benim adamım olacak’ dediler, ‘Emniyet müdürü benden olacak’ dediler. Bununla da yetinmeyip bakanların masalarına, kadrolara atanmasını istedikleri bürokratların listesini attılar.
GÜÇ TESTİ…
Hükümeti tehdit etmeye başladılar. Başbakan ve hükümet bu tür hareketlere uzun süre sabretti. Bir rivayete göre bu konudaki rahatsızlık, defalarca Pansilvanyaya da bildirildi. ‘Milletin iktidarı biziz, siz kendi işinizi yapın mesajıydı’ bu ama Atı alan, Üsküdar’ı geçmişti. Artık bu camia kontrolden çıkmış dini bir cemaat halinden çıkmış televizyonlarıyla gazeteleriyle ekonomideki ve bürokrasideki gücü ile devletin ve hükümetin karşısında gizli, gizemli bir güç haline gelmişti. Bu güçten yararlanmak isteyen bir çok asalakta bu yapının içinde kendine yer buldu.
AK Parti uzun süre bu şoku atlatamadı. Anlamakta zorluk geçti. Bu insanların, böyle bir şeyi yapmasına akıl sır ermiyordu. Düne kadar ‘siyasetin şerrinden Allaha sığınırım’ diyen insanlar, artık siyasetin tam merkezindeydiler. Makam mevki güç sevdasıyla büyüdükçe büyümek ve daha da büyümek istiyorlardı.
TAYYİP ERDOĞAN’I TAYYİP ERDOĞAN YAPAN ÖZELLİĞİ…
Ne zaman ki Başbakanın hasta yatağında yatarken, en güvendiği isim olan MİT Başkanı Hakan Fidanı tutuklamaya kalktılar, işte o an başbakan hazırlanan tuzağın farkına varmıştı. Meselenin sadece ve sadece mevki, makam olmadığı o zaman daha net bir şekilde gün yüzüne çıkmıştı. Bir siyasi lider düşünün ki seçime 6-7 ay zaman kala, kendisine oy kaybettireceği aşikâr olan bir konuyu gündeme getirsin. İşte bu konu dershane tartışmasıydı. Başbakan dershane tartışmasını gündeme getirerek, bu yapıyı ringe çekti. Ellerinde avuçlarında şantaj ve tehdit olarak kullandıkları ne varsa, hepsini ortaya dökmelerini sağladı. Bir güç testi yapılmalı ve herkes kendi gerçek gücünü görmeliydi. Başbakan’ın milletin verdiği iktidar yetkisini hiç kimseyle paylaşmak gibi, bir niyeti asla olmadı ve olmayacaktı. Başbakan bu noktada kararlıydı. Kaybetmeyi de göze almıştı. İşte Tayyip Erdoğan’ı, Tayyip Erdoğan yapan en önemli özelliği ise bu özelliği idi.

Güç testinin yapılacağı gün belliydi. 30 Mart 2014… O gün herkes susacak, millet konuşacaktı. Milletin vicdanı, haklıyı haksızı ortaya koyacaktı. O gün geldi. Millet, hiç tartışmaya neden olmayacak şekilde son sözünü söyledi. Ben olmazsam Tayyip Erdoğan olmaz diyenler ‘Tayyip Erdoğan benim irademdir. Ben kendi irademi kimsenin oyuncağı haline getirmem’ mesajını çok da yüksek bir sesle ilan etti…
Bu camiaya bu harekete gönül veren, bir çok insanın, tüm karalama kampanyalarına rağmen bu seçimlerde vefasızlık yapmadığını, başbakanın yanında olduğunu bilen bir insanım.
CAMİA ARTIK KARARINI VERMELİ…
Artık, içinde tertemiz pırıl pırıl, anadolu insanlarının bulunduğu bu camia, kurumsal konumunu bir kez daha gözden geçirmelidir. ‘Biz ne idik, ne olduk’ demek zorundadır. Sağına, soluna bakıp, koluna girdikleri insanların, gerçek yüzünü görmelidirler. Boyunlarında son seçimlerde müşahit kartlarını taşıdıkları partilerin, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye yaptıkları eziyetleri hatırlamalı ve derhal silkinip kendilerine gelmelidirler. Hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz. Camia asıl işini, yani insan yetiştirme görevine geri dönmeli, siyasetten derhal çekilmeli, yaralarını sarmaya çalışmalıdır. AK Parti siyasi bir partidir. Başarısızda olabilir. Belki barajın altına düşüp siyasi tarihten silinebilir ama yeni bir siyasi parti kurulur, yola yine devam edilir. Sonuçta siyasi bir parti olarak kaybetmeye ve kazanmaya hazırdır. Fakat camianın böyle bir durum yoktur. Camianın kimse ile kavga etmeye konumu müsait değildir. Kırılacak camı varsa, başkalarının camına taş atmaktan vazgeçmelidir. İlla siyaset yapacaklarsa derhal kendi siyasi düşüncelerini yansıtan bir siyasi partiyi kurup, bu millete eziyet etmiş siyasi partilerin gölgesinden çıkmalıdırlar.