Bira içerken STV seyreden adamın hali n’olacak?

Hamit Akçay/Yazar
19.04.2014

Anlaşılan o ki örgüt yapısal bütünlüğünü korumak için toplumsal meşruiyetini feda etmeye hazır. Bu nedenle saldırgan politikalara devam edip kendi tezgâhında yetiştirdiği öz kadrosunun kendilerini mazlum ve mağdur hissetmelerini sağlayacak duygusal atmosfere sarılıp mücadele için enerji toplayacak.


Bira içerken STV seyreden adamın hali n’olacak?

Türk siyasetinin sosyolojik zeminini dindar ve seküler kitleler oluşturur. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana seküler siyasetin tavanı yüzde 30, dindar siyasetin tavanı yüzde 70 ve üzeri olarak şekillenmiştir. Dünya siyaset literatüründe kullanılan sağ ve sol ayrımları tümü ile Türk siyaseti için anlamsız, dahası işlevsizdir. Türkiye siyasetinde sağ, dini olanla irtibatı olan siyasal bölgeyi, sol ise, seküler siyaset bölgesini tanımlamaktadır. Bu nedenle talihsiz bir şekilde bir ekonomi-politik yaklaşım yerine materyalizme dayandırılan Türk solu Türk siyasetinde etkin olma imkânını yitirmiş, marjinalleşmiştir. Kendini seküler alana hapseden Türk solu Türkiye’ye özgü sol ve evrensel değerler üretme imkânını da elinden yitirmiştir. Öte yandan sağ siyaset bölgesi, uzun dönemler boyunca toplumsal tabanın taleplerini karşılayamayacak şekilde baskılanmış ve dizayn edilmiştir. 80’li yıllara kadar, seçkinci-jakoben bürokrasi eli ile dini olanla irtibatı güdükleştirilen, çarpıklaştırılan, sağ siyaset hem Türkiye için politika üretemez hale gelmiş hem de toplum nezdinde itibarsızlaşmıştır. 80’lerden sonra sağ siyaset alanının kodlarını doğru anlayıp çözen Erbakan’ın Refah Partisi, toplumsal taleplerin devlet aygıtına sahici olarak yansıtılmasını sağlayarak, sağ siyaseti yeniden kodlamış, açılan koridordan ve yaşanılan badirelerden geçen AK Parti ise bu yüzde 70lik siyaset sahasının gerçek sahibi olarak hem devleti hem de toplumu dönüştürme imkânına kavuşmuştur. Tayyip Erdoğan’ın usta bir şekilde polarize ederek tahkim ettiği sağ siyaset alanı, siyasi güçten toplumsal dokuya doğru bir dönüşümü de mümkün kılmaktadır. Elbette tüm genellemeler gibi bu yaptığımız genelleme de kapsam ve detayda bazı eksiklikler içermektedir ve elbette tüm genellemeler gibi bu genelleme anlamaya çalıştığımız meseleyi kolayca anlaşılır ve görünür hale getirmektedir. Yoksa sosyolojik olarak dindar siyaset alanında bulunup siyasal tercihinde seküler tavır gösteren (dindar olup CHP’ye oy verenler) yahut bu önermelerin tam tersi tavır (Seküler olup AKP’ye oy verenler)  içerisinde olan bir dolu örnek mümkündür. Öte yandan siyasal örgütlenmelerin tabanı ve tavanı arasında da uyumsuzluklar söz konusu olmaktadır. Örneğin dindar tabanı olan MHP, Devlet Bahçeli yönetiminde seküler bir üst kadro inşa edip, seküler politikalar geliştirirken, seküler paradigması ve yönetim kadrosu olan BDP, bölgenin sıcak atmosferinin etkisi ile de dindar kitleleri bünyesinde tutmayı başarabilmiştir. Yine Osmanlı’dan bu güne varlığını devam ettiren birçok tekke, tarikat ve medrese oluşumları genellikle dindar sağ siyaset üzerinden varlıklarını devam ettirmeye, kendilerine varlık alanı açmaya çalışmıştır. Ancak öte yandan zaman, zaman kimi dini oluşumların seküler partiler ile birlikte hareket ettikleri, zaman, zaman ise bazı seküler güç odaklarının güdümü ile dini temelli grupların oluşturuldukları ve araçsal olarak işe yarayacağı zamana kadar yedekte tutuldukları bilinmektedir. Ancak 17 Aralık tarihine kadar, geniş toplumsal tabanı ve İslami camialarda itibar ve meşruiyeti olan hiçbir cemaat, teşkilat, örgüt yahut camianın kitlesel ve aşikar olarak seküler siyaseti, bu siyasetin meşru temsilcilerini desteklememiştir. Bu nedenle 17 Aralık sosyolojik tesirleri bakımından da Türk siyasal tarihi bakımından önemli olacaktır.

Siyasal mühendislik 

17 Aralık’la birlikte yukarıda izah edilen toplumsal siyaset alanında olağandışı kırılmalar olmuş, Türk siyasi hayatı açısından önemli olabilecek fay hatları ortaya çıkmıştır. Türkiye siyasetinin sosyolojik zeminini bilen küresel güçler, Ak Parti’nin siyasal alanını daraltmak için, siyasal ve toplumsal operasyonlarda bu güne değin hiç denenmemiş yöntemleri hayata geçirmişlerdir. Gezi ile başlayan 17 Aralık’ta zirveye ulaşan operasyonlarla birlikte 30 Mart seçimlerine girerken, sol/seküler alanda faaliyet gösteren partilerin tesir alanları sağ/dindar toplumsal tabana hitap edebilecek söylem ve adaylarla dizayn edilmiştir. Akabinde sağ/dindar kitlede karşılık bulacağı bilinen bir alandan taarruza geçilmiş, psikolojik algı operasyonları başlatılmıştır. Bu operasyonlar sonrası Tayyip Erdoğan’ın beklenilmedik bir biçimde tam saha mücadeleye geçmesi ve kurtuluş savaşı refleksi ile sıra dışı bir hamle yapması sonrasında bu işi kotaran güçler toplumsal mühendislik inşasında risk almış ve eşyanın tabiatına aykırı sayılabilecek hamlelere başlamıştır. Yani paralel yapı olarak adlandırılan Gülenizm’in operasyonel kuvvetlerinin açığa çıkarılması ve etkisizleştirilmeye başlanılması sonrası bu yapı üzerinden gerçekleştirilen operasyonel hamlelerin ve kütlesel propagandanın yeterli olmayacağını görerek toplumda sosyolojik dönüşüm gerçekleştirmeye yönelmiştir. Seçim arifesinde adeta bir siyasal aktör gibi birdenbire Gülen tarafından dolaşıma sokulan Alevi açılımı aynı bahçede cami-cem evi projeleri da bu toplumsal dizayna bağlı projelerdir. Seçim sonrası bu tür çabaların esamisi görünmemektedir. Dindar kitleleri aşacak şekilde dizayn edilmeye çalışılan ve “Herkes Onu Okuyor” yarışması da benzer bir amaca matuf görünmektedir. Yine bu safhada Gülenciliğin basın gücü Kemalist-sol söylem ve önermeleri dini argümanlarla harmanlayarak yeni bir siyaset alanı oluşturmaya çalışmıştır. İşte bu hamlelerin sonucu olarak Kemalist-solcu gençlerin bira içerken STV seyretmeleri veya STV seyrederken bira içmeleri mümkün hale gelmiştir. Diğer taraftan mülayimliği ile bilinen, hayatı boyunca ağzına küfür almamış, polis ile yahut devletin herhangi bir memuru ile hiç çatışmamış, karşı karşıya gelmemiş, naif Nurcu (Fethullahçı) ‘abi’ler bir anda değişime uğramış, sanki içlerine Frenkeştayn girmiş gibi kaba-saba, saldırgan, küfürbaz tiplere dönüşmüştür. Yukarıda zikredilen değişimlerin bir kısmı eşyanın tabiatına aykırı sıra dışı gelişmelerdir. Bu olağan dışılık halk tarafından sezinlendiği için meşhur Nazi propoğandisti Göbel’e rahmet okuturcasına çalışan Gülenci propaganda aygıtı toplumsal tabanda politika yapıcıların beklediği oranda makes bulamamıştır. 

Herkesin tuzağı var...

Seçimler bitti. Kimi politika üreten odaklara göre bu bir ilk raunttu. İkinci ve üçüncü rauntlarda da mücadele alanının sadece siyasal, politik alanda gerçekleşmeyeceği meselenin toplumsal boyutunun kurgulanmaya çalışılacağı aşikâr görünmektedir. Ancak tarih boyunca görülmüştür ki insana, toplumsal dokuya ait yapılan siyasi operasyonların ve toplumsal ameliyatlar her zaman politika yapıcıların istediği gibi şekillenmemektedir. 17 Aralık sonrası yaşanılan büyük çarpışmanın ilk raundunun daha ilk saniyelerinde Gülencilik İslami çevrelerdeki meşruiyetini hızla yitirmiş ve dışsallaştırılmıştır. İlerleyen süreçte Gülencilik doğrudan etkilediği ancak iç halkaya (İnner Circle) dâhil olmayan destekçi ve finansörlerini yitirmiştir. Anlaşılan o ki 30 Mart sonrası örgüt yapısal bütünlüğünü korumak için toplumsal meşruiyetini feda etmeye hazır durumdadır. Bu nedenle saldırgan politikalar devam ettirilip, örgütün kendi tezgâhından yetiştirdiği öz kadrosunun kendilerini mazlum ve mağdur hissetmelerini sağlayacak duygusal atmosfer sağlanılıp yeni mücadeleler için de gereken enerji sağlanılmaya çalışılacaktır. Yani ilerleyen dönemlerde Sözcü ile Zaman’ın, STV ile Halk Tv’nin üslup ve politika benzerliklerinin devam edeceği anlaşılmaktadır. Medya alanında yaşanılan bu benzeşme ittifakların ilerleyen dönemlerde toplumsal etkileşime ne oranda dönüşeceği konusu ise henüz belirsizliğini korumaktadır. Ancak Türk siyasetinin klasik şablonunun artık çatladığı bu günden sonra yeni açılımların olabileceği görülmektedir. Bugüne kadar şablon içerisinde kendini ve savunduğu yapıları haklı gören ve zihinsel olarak kendini güvende hisseden bireylerin kafası artık oldukça karışık hale gelmiştir. Asla bir araya gelmeyecek aktörlerin yapmış oldukları ittifakların bir sosyolojik travmaya da sebep olduğu görülmektedir. Artık sağ ve sol siyaset alanında da politik aktörler yeni nüfuz ve etki imkânına da sahip olmuştur. Mesela hiç öngörülmeyen bir biçimde bu yeni dönemde Ak Parti bugüne değin asla oy alamadığı, mesajlarını ulaştıramadığı toplumsal yapılara hitap etme şansını da elde etmektedir. Mesela ideolojik derinliği bulunmayan şablon ve sloganlar üzerinden Ak Parti’yi Amerikancı olarak yaftalayan kimi kitlelerin de bu süreçte kafası epeyce karışmış görülmektedir. Diğer taraftan THE CEMAAT- HALK FIRKASI ittifakına ya tutarsa pragmatizmiyle ses çıkarmayan ulusalcı, Kemalist grupların seçim yenilgisi sonrası oluşturacakları yeni tutumlar seküler siyaset bölgesini belirsizleştirmek ve genişletmek isteyenler için beklenmedik sürprizler oluşturabilir. İşin en ilginç tarafı da şu ki; bundan sonraki süreçlerde bira içip STV seyreden adam, hidayet dizilerini seyrederken nedamet gözyaşları içinde dini hayata mı yönelecek, yoksa Gülen şakirtlerinin bir kısmı Marx okumaya merak sarıp, meydanlarda slogan atmanın sado-mazoşist zevklerini keşfedecek, hep birlikte yaşayıp göreceğiz. 

[email protected]