19 Mayıs 2024 Pazar / 12 Zilkade 1445

Yatağından kalkmaz uyurgezerin maceraları

USTURA’NIN KAHRAMANI MUSTAFA AYAS OFYAZ, KURGULADIĞI ZEKÂ OYUNUYLA 2010 YILINDAN 1800’LÜ YILLARIN BAŞINDAKİ İSTANBUL’A GİDİYOR VE İŞTE FİLM TAM DA ORADA KOPUYOR…

SEVGİ ÖZÇELİK1 Kasım 2013 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Yatağından kalkmaz uyurgezerin maceraları

Kendi kendine oyun oynayanlardan mısınız? O zaman Ahmet Turan Köksal’ın Ustura romanını seveceksiniz. Oyun derken şöyle, diyelim ki çok sıkıldığınız bir toplantıdasınız, bitmesine epey var ve zaman geçmek bilmiyor, geçmişte mutlu olduğunuz bir ânı zihninizde yeniden inşa etmeye başlıyorsunuz. Öyle, “ne güzeldi” diye düşünüp geçiştirmek değil, yaşadığınız ânın bütün detaylarını tek tek hatırlayıp yerli yerine yerleştiriyorsunuz. Çok severek dolaştığınız bir şehirde son gününüzü düşünüyorsunuz mesela, son bir kahve içmek için oturduğunuz kafeden şehir meydanındaki kalabalığa bakıyorsunuz, insanların giysilerini, havanın güneşli mi bulutlu mu olduğunu, masada menünün üzerindeki siyah beyaz fotoğraftaki kadının muzip bakışını, kahvenizi getiren garsonun saçlarını, yerdeki karoların rengini, desenini, fonda çalan şarkıyı vs. Hatırlayamadıklarınız olursa uygun şekilde tamamlıyorsunuz ve siz bütün bu detaylarla o ânı kurgularken zaman su gibi akıp gidiyor.
Peki, bu kendi kendine oyun kurma işini İstanbul sokaklarında dolaşırken yapsak? Eminönü sokaklarına tarihi filmi için mekân arayan bir yönetmenin gözüyle baktığımızı kurgulasak, öyle açılar bulsak ki üzerinde şu birbirine dolanmış elektrik kablolarını, çoğu İngilizce’den deforme edilmiş kelimelerden seçilmiş mekân isimlerini, cep telefonu dükkanlarını vs. hayali bir photoshop silgisiyle temizlesek, o sokakları 1800’lü yıllardaki haline döndürsek? Ve bu fona sürükleyici mi sürükleyici, bugünle geçmiş arasında gidip gelen bir hikâye yerleştirsek? İşte Ahmet Turan Köksal “yatağından kalkmaz bir uyurgezerin maceralarını” anlattığı ilk romanında bunu yapıyor. Kahramanımız Mustafa Ayas Ofyaz kurguladığı zekâ oyunuyla bir mimar olarak yaşadığı 2010 yılının İstanbul’undan çıkıp kendini 1800’lü yılların başında Haseki’de bir hamamda yanaşma olarak buluyor.
ZAMAN MAKİNASINA NE HACET
Öyle klasik zaman makinasıyla yolculuk türü bir şey gelmesin aklınıza, romandaki zamandan çok mekânı kavramaya yönelik bir kurgu... İki yüzyıl öncesine gidip zamanın akışını değiştirecek şeyler yapmak peşinde değil Mimar Mustafa, “zaman nasıl akarsa aksın” eski İstanbul’daki mekânları, hayatı yaşamak istiyor. Peki bunu nasıl yapıyor? “Açık rüya (lucid dream)” denilen yöntemle. Kısaca, “rüya gördüğünüzün farkında olma durumu diye tanımlanan “açık rüya”da olayları kontrol edebiliyorsunuz, istediğiniz yere gidip istediğinizi yapıyorsunuz. Sanki beyninizin bir yarısı diğer yarısına istediğini yaptırıyor, hem de inanma, inanmama durumu olmadan...”
Mustafa bir yandan açık rüya deneyimine kafa yorarken, bir yandan gideceği zamanın İstanbul’una dair detaylarla uğraşıyor, 1800’lü yılların İstanbul’una döndüğünde ne giyecek, nasıl konuşacak, barınma ve ulaşım meselesini nasıl halledecek? Bir yakadan diğerine geçmek öyle kolay değil kayığa verecek parayı nereden bulacak?
Açık rüya deneyimini yaşamaktan umudu kestiği bir akşam dozunu biraz fazla kaçırdığı antidepresan ilaçların da etkisiyle Mimar Mustafa olarak uyuduğu uykusundan kafasına aldığı sert bir hamam tası darbesiyle görmeyi istediği, kurguladığı rüyaya uyanıyor ve bütün ayrıntılarına hâkim olduğu zamanda ve mekânda yaşamaya başlıyor. Hamamda birden belirmesi tuhaf elbette, hamamın sahibi Bekir Usta’nın “Kimlerdensin, hamama ne zaman girdin?” sorularına aldığı cevapları beğenmeyince Mustafa’nın yediği hamam tası darbesine bir temiz de Osmanlı tokadı ekleniyor.
TARİHTE BİR GARİP YOLCULUK
Kahramanımızın külhanda odun taşıyarak başladığı macera, Nizam-ı Cedit askerleri için çalışan bir casus, hamamın hesap defterlerini tutan muhasebeci, yeniçeri eskisi Bekir Usta’nın baskısıyla bu sefer onlar için Nizam-ı Cedit ordusundan bilgi toplayan karşı casusluk gibi vazifelerle lezzetlenerek devam ediyor.
1800’lere döndü, şimdi kuru kuru tarih anlatılıyordur diye düşünülmesin, İngilizce konuşabilen, tarih bilen, muhasebe bilgisi hiç fena olmayan Mustafa, 1800’ler İstanbul’unda yaşarken hem dönemin yapılarını, insanlarını, hayatını gözümüzde canlandıracak detayları, hem de içine düştüğü ve okurken kahkaha patlatmadan duramayacağınız durumları renkli bir biçimde aktarıyor.
Yazar Ahmet Turan Köksal’ın romanda benimsediği kurgu ve anlatım biçimi günümüzün modern edebiyat okurunun seveceği ve keyifle okuyacağı nitelikte… Kitapta ünlü yabancı dizilere, fantastik filmlere sıkça yapılan göndermeler, kitabın kahramanı Mustafa’nın yer yer kullandığı –dozunda- argo dikkat çekiyor. Yazının başında kendi kendine oyun oynamaktan söz etmiştik, Ustura’yı okuyunca Ahmet Turan Köksal, İstanbul’un tarihini anlatan incelikli, matrak, zekice bir oyun kurgulamış ve iyi ki bu oyunu kendine saklamayıp biz okurlarla paylaşmaya karar vermiş diye düşüneceksiniz.

Ustura
Ahmet Turan Köksal
Timaş Yayınları