25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

İstanbul’u gezerken aldı da bir hüzün!

HALDUN HÜREL İSTANBUL’A SEVGİYLE YAKLAŞIYOR VE ONU KENDİNE BİR YOLDAŞ EDİNİYOR. ONUN KİTAPLARI İSTANBUL’U YAŞIYOR VE YAŞATIYOR HER SEFERİNDE. ŞEHİR, YAZARIN BELLEĞİNDE YENİDEN KURULUYOR.

YUSUF ÇOPUR11 Eylül 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İstanbul’u gezerken aldı da bir hüzün!

Bir şehri, mekânı, yapıyı gezmek için hazırlanan rehberleri soğuk ve duygusuz bulurum. Bu kitap(çık)lar genelde şehrin veya rehberlik ettiği mekânın duygusundan ve yaşanmışlığından uzak, sadece malı-meli’yle biten cümlelerle, nazik talimatlarla, dolu olur ya da bu kitaplarda adına “tarihi bilgi” denilen kuru ve sıkıcı metinlerle baş başa kalırsınız çoğu zaman. Bu durumun ortaya çıkmasında, yapılan çalışmanın basitliği veya ticariliği bir yana, yazarının yazdığı şehri sev (e) memesinin etkili olduğunu düşünürüm. Sevemediğiniz neyi bir başkasına sevdirebilirsiniz? Haldun Hürel İstanbul’a sevgiyle yaklaşıyor ve onu kendine bir dost, arkadaş, yoldaş ediniyor. Onun kitapları -ister roman olsun ister deneme isterse de gezi rehberi- İstanbul’u yaşıyor ve yaşatıyor her seferinde. Şehir, yazarın belleğinde ve kaleminde yeniden kuruluyor, hayat buluyor. Yazar son kitabı İstanbul Nasıl Gezilir' de de şehrin tarihini, duygusunu, kültürünü ve hor görülmüş şimdisiyle geleceğine olan tedirginliğini yaşatıyor okura. Başı sonu olmayan bir şehir gibi görünen İstanbul'u bu kitapta derli toplu hale getiren Haldun Hürel, seyirlik teraslardan, bilinmeyen tarihi yerlere kadar birçok önemli detaya yer veriyor.

ÇOCUKLUK AŞKI İSTANBUL

Yazarın İstanbul aşkı çocukluğuna dayanıyor: “İstanbul’a ve tarihe olan sevdam ilkokul çağlarında başladı. Ben ileride yazar olacağım demiyordum ama babam her hafta sonu İstanbul’u tanıtmak için gezdiriyordu, tarihe olan sevgi tohumları da o zamanlardan içime atıldı. Zaten müzeler çocukların beslenme çantasıdır, çocuklara tarihî geziler yaptırmadan onları topluma kazandıramayız” Haldun Hürel’e şehirle kültür arasındaki ilişkiyi sorduğumuzda çok düşündürücü bir cevapla karşılaşıyoruz: “Bir bireyin kültürü, içinde yaşadığı kentin kültürel ve sanatsal etkinliğine ne kadar katıldığıyla doğru orantılı. Ben de bir sokak çocuğu olarak saha araştırmasını kendim yapıyorum, çünkü böyle bir araştırma yapmadan İstanbul tarihi yazılamaz. O tarihî dokuyu sokakta hissederek, o sokakların eskiden nasıl olduğunu düşünerek, eski haritaları yenileriyle karşılaştırarak yazıyorum. Mesela Mimar Sinan’ın evinin olduğu yer neresi diye sokakları teker teker gezmişliğim var, araştırmalarım bu derece ayrıntılı.” Düşündürücü dedim çünkü çoğumuz nasıl bir şehrin bize ev olduğunun farkında bile değiliz. Bir insanın evinin odalarını, oraların özelliklerini bilmeden o evde yaşaması ne kadar normalse aynı şey içinde nefeslendiğimiz şehir için de geçerlidir diye düşünüyorum. Yazar, Tarihî Yarımada’yla başlıyor gezisine. Eminönü Meydanı’ndan giriyor. Oradan Tahtakale çarşısının sokaklarına, Sirkeci’ye, Gülhane’ye ve Sultanahmet’e uzanıyor. Tarihî Yarımada gezisinde on altı etap var. İstanbul’un tarihî kapılarını da tanıttıktan sonra sur dışına çıkıyor. Eyüp’ü anlattıktan sonra bu kez yolunu Adalar’a düşürüyor. Beyoğlu bölgesini iki etaba ayırarak gezdiriyor. Kıyı kıyı Rumeli yakası, İstanbul’un Asya tarafındaki güzergâhlar, İstanbul’un Galata tarafı, Suriçi İstanbul’un dış yöreleri, İstanbul’un seyir terasları, İstanbul’u nelerde çalışabilirsiniz kitabın diğer alt başlıkları.

ŞEHRİ NASIL YAŞANMAZ HALE GETİRDİK?

Kitabın en dokunaklı yanlarından biri evimiz İstanbul’u nasıl yaşanmaz hale getirdiğimizi gözler önüne sermesi. Dünyanın en değerli tarihi ve arkeolojik alanlarının başında gelen bu kadim şehrin tarihi yüzünün gezilip tanınması açısından günümüzde hâlâ arzu edilen rahatlığı ve kolaylığı sağlayacak imkânlardan yoksun olduğunu görmek insanın içini acıtıyor. Dahası başta Yarımada olmak üzere kentin hemen her noktası gezenleri tarihin büyüsünden mahrum bırakacak olumsuz görüntülerle dolu. Bir insan evine bu kadar mı sorumsuz davranır, yaşadığı şehri bu kadar mı kirletir anlamak, anlamlandırmak mümkün değil. Evet, kitapla tarihi mekânların efsununa kapılıyorsunuz ama o yerleri görmeye gittiğinizde bu büyü yerini maalesef ve çoğu zaman tiksintiye, üzüntüye, can sıkıntısına bırakıyor. Fethiyle övündüğümüz bu şehri her gün öldürdüğümüzü ne zaman anlayacağız bilemiyorum. Yazıyı bitirmeden belirtmeliyim ki Haldun Hürel’in 2009’da çıkan ve İstanbul’un çarşı pazarlarının nasıl olduğunu, eskiden nasıl giysiler giyildiğini ve nasıl araçlarla ulaşımın sağlandığını anlatan ve şehre insan merkezli bir bakış açısıyla bakan Çocukların İstanbul’u ile aynı zamanda okunmalı bu son eseri. Sanırım o zaman çocuklara ve elbette geleceğimize nasıl bir İstanbul bırakıyoruz, daha açık ortaya çıkacaktır. Her şeye rağmen umudunu yitirmeyen Haldun Hürel okurlarına ve İstanbul âşıklarına sesleniyor: “İstanbul sizin… Gezdiğiniz yerleri tekrar tekrar büyük bir heyecanla gezeceğinize dair kadim şehrinize söz veriyorsunuz. Onu bir bebek gibi sarıp sarmalayıp kucaklayacağınıza, dünya var olduğu sürece seveceğinize, koruyacağınıza, asla gözü yaşlı bırakmayacağınıza ve çok saygı duyacağınıza da… Bunu yaparak da hem büyük bir mutluluk duyuyorsunuz hem de vefa borcunuzu ödemiş oluyorsunuz İstanbul’unuza!..” İstanbul Nasıl Gezilir Haldun Hürel Kapı Yayınları