26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Kolonizatör Türk dervişleri

FUAT KÖPRÜLÜ’NÜN AÇTIĞI ÇIĞIRDA İLERLEYİP OSMANLI DÜZENİNİN OLUŞUMUNDA ROL OYNAYAN ETKENLERİ ÖZELLİKLE ARŞİV BELGELERİNE DAYANARAK ORTAYA ÇIKARMA YOLUNDA ÖNEMLİ ÇALIŞMALARA İMZA ATAN İKİNCİ TARİHÇİMİZ ÖMER LÜTFÜ BARKAN’IN EN ÖNEMLİ MAKALESİ VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN KİTAPLAŞTIRILDI.

İBRAHİM KİRAS 16 Ekim 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kolonizatör Türk dervişleri

Osmanlı Devletinin kuruluşundan itibaren sadece bir asır içinde bütün Anadolu'ya ve Rumeli'ne egemen olması ve bu egemenliğin beş asır gibi çok uzun bir süre daha sürdürülebilmesi sadece kılıç gücüne bağlanarak izah edilebilecek bir hadise olamaz. Demek ki yapılması gereken iş hangi dinamiklerin bu hadisede ne derecede etken olduklarını bulmak… Kadim asırlarda bu türden sorular sorulmuyordu. Sorulsa bile cevap padişahların yiğitliği, askerimizin kahramanlığı, Allah’ın yardımı gibi pek analitik sayılamayacak türden oluyordu. Bu konu modern bir kavrayışla ilk defa batılıların yaklaşımlarına cevap sadedinde başlamış olmak üzere aşağı yukarı son yüz yıldır gündemimizde yer alıyor. Bu süreçte gerek batıdaki gerekse Türkiye’deki Osmanlı araştırmaları kapsamında birbirinden farklı veya birbirine benzer birçok teori ortaya atılmış bulunuyor. Osmanlı hanedanının kökeni ve Osmanlıların kurucu ideolojisi üzerine halen süregiden tartışmaları yaklaşık bir asır önce başlatan kişi -tıpkı benim gibi- tarihe meraklı bir gazeteciydi. Her ne kadar sonradan akademik dünyaya intisap etmiş olsa da hiç değilse bu kitabı yazdığı sırada akademik bir tarihçi değildi. Amerikalı yazar Herbert Adams Gibbons 1916’da yayımladığı The Foundation of the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu) adlı kitabında Osmanlı Devleti’ni “kendileri de yeni Müslüman olmuş Ortaasya kökenli küçük bir topluluğun talan/yağma gayesiyle geldikleri Kuzeybatı Anadolu’da karşılarına çıkan Hıristiyanları zorla Müslümanlaştırması neticesinde oluşan yeni bir ırkın eseri” olarak tarif eder. Böyle bir devletin göçebe Türkmenler tarafından kurulmuş olmasının mümkün olmadığını, olsa olsa bu Asyalı savaşçı grupların bölgedeki “medeni” Hıristiyanlarla karışmasından meydana gelen yeni bir “ırk”ın bu işi yapmış olabileceğini iddia eden Gibbons, bu görüşlerini ispatlayabilmek için tarihi verileri de epeyce serbest biçimde yorumlamaktan geri durmamıştır. Hiçbir Türkçe kaynak kullanmaksızın kaleme aldığı kitabında Gibbons bütün dünyada kendilerinden “Türkler” diye söz edilen Osmanlıların aslında modern dönemlere kadar kendilerine Türk demediklerini, çünkü bu devleti kuranların melez bir ırka mensup oldukları için kendilerini Türk olarak görmediklerini ve Anadolu’daki diğer Türkmen beyliklerine de akraba gözüyle bakmadıklarını iddia eder.

GİBBONS’UN TEZİNİ ÇÜRÜTEN TARİHÇİLER

Osmanlıların Bitinya bölgesinde faaliyete geçtikleri ilk yıllarda cihad inancının gereği olarak önlerine geleni Müslümanlaştırdığını ve bilahare devletin omurgasını bu zorla Müslümanlaştırılan veya maddi menfaat uğruna kendi arzularıyla ihtida eden kişilerin teşkil ettiğini iddia eden yazar, kuruluşun hemen akabinde başlayan Rumeli fütuhatı sırasında neden zorla Müslümanlaştırma yapılmadığını ise açıklığa kavuşturamamaktadır. Zira altı asır sonraki bölgesel demografi bile böyle bir iddiayı ciddiye almaya izin vermemektedir. Ama aslında hem klasik kaynaklar hem de çağdaş araştırmalar Osmanlı Beyliğinin kuruluşunun gerçekleştiği Bitinya bölgesindeki ihtida hareketlerinin de yaygın olmadığını, bu bölgede uzun bir süre daha Hıristiyan nüfusun yoğun olarak varlığını sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Yani Gibbons’ın tezleri aslında maddi dayanaktan da yoksun. Dolayısıyla bugün Osmanlı çalışmaları alanında pek itibarı olduğu söylenemez. Ancak Gibbons’ın gündeme getirdiği “ilk Osmanlıların dinlerini yayma gayretleri” konusuna yönelik yaklaşımlar –tahmin edilebilir sebepler yüzünden- popülerliğini hiç kaybetmedi. Oysa bu konuda Gibbons’ın tezlerini daha o günlerde çok kuvvetli şekilde eleştirip çürüten Osmanlı tarihçileri olmuştu. Öncelikle Fuat Köprülü, ardından Avusturyalı tarihçi Paul Wittek ardı ardına yayınladıkları eserlerle Gibbons’ın “Osmanlı başarısı Türklere ve Müslümanlara ait olamaz” şeklindeki görüşünü savunulamaz hale getirmişlerdir. Fuat Köprülü’nün bu konuda Sorbonne Üniversitesi’nde belli başlı Avrupalı tarihçilerin önünde verdiği üç ayrı konferans bilahare kitaplaştırılmış ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu adıyla yayınlanmıştır. Fransızcası 1935’de, Türkçesi ise ancak 1959’da! (Benzer şekilde Wittek’in Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu başlıklı hacmi küçük, etkisi büyük eseri de 1937’de Londra Üniversitesi’nde verdiği konferansın ertesi yıl kitap olarak yayınlanmış halidir.) Köprülü sadece Gibbons’un Osmanlıların kökeni konusundaki iddialarına cevap vermekle kalmamış, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri isimli eserinde de Osmanlı idari ve mali yapısı ile ordu sisteminin Bizans’tan değil, Türk ve İslam geleneğinden alındığını ikna edici bir şekilde ortaya koymuştur. Öte yandan, Köprülü her şeye rağmen Osmanlı ailesinin etnik kökeni ve nereden nasıl göç ettikleri konularının “Osmanlı Devletinin kuruluşunu anlamak için esas mahiyette meseleler olmadığını” söylemekten geri kalmaz. Büyük tarihçimize göre bunu anlamak için “her şeyden önce uçlar'ın dâhili hayatını, oradaki içtimai şartları, dini, iktisadi ve siyasi amilleri öğrenmeye ihtiyaç” vardır.

OSMANLI TARİHİ HANEDAN MASALLARINDAN İBARET DEĞİL

Köprülü’nün açtığı çığırda ilerleyip kendi ifadesiyle “Prof. Fuad Köprülü’nün kuruluş meselesini vazediş şekli” çerçevesinde Osmanlı düzeninin oluşumunda rol oynayan etkenleri özellikle arşiv belgelerine dayanarak ortaya çıkarma yolunda önemli çalışmalara imza atan ikinci tarihçimiz Ömer Lütfü Barkan’dır. Barkan'ın özellikle Kolonizatör Türk Dervişleri başlıklı makalesi belki de Osmanlı ekonomik ve sosyal tarihi alanındaki kayda değer akademik çalışmalarda en fazla referans verilen makaledir. Barkan bu makalesinde Osmanlı sosyo-ekonomik sisteminin oluşumunda tekkelerin ve derviş zümrelerinin oynadığı rolü geniş bir arşiv çalışmasına dayanarak ele almıştır. Bu bakımdan Amerikalı Gibbons’ın ortaya attığı tezlerle başlayıp Köprülü’nün ve Wittek’in bu tezlere karşı verdikleri cevaplarla devam eden Osmanlı’nın kuruluşunda etken olan dinamiklerle ilgili tartışmaya kayda değer bir katkı gerçekleştirmiştir. Ne var ki günümüzde bu problematiği esas alan bazı çalışmalarda, mesela Cemal Kafadar’ın İki Cihan Aresinde veya Rudi Paul Lindner’in Osmanlı Tarihöncesi eserlerinde, Barkan’ın adının hiç anılmıyor olması ilginç bir husus. Oysa Braudel’den İnalcık’a ve Karpat’a kadar Osmanlı sosyoekonomik düzeni veya nüfus ve fiyat hareketleri gibi alanlarda kalem oynatan herkesin müracaat ettiği başlıca kaynaklar Barkan’ın çalışmaları. Ömer Lütfü Barkan’a göre “Osmanlı tarihi, bütün diğer tarihler gibi, bir hanedanın destanını yapmak isteyen tarihçilerin kaydettikleri şekilde münferit ve müstakil bir seri vekayiden ibaret değildir. Her hâdise kendisini hazırlayan bir sürü sosyal, ekonomik ve dinî şartlarla işlenmiş ve haricî tesirlerle dünya yüzünün değişmesi nev’inden bir oluşla yavaş yavaş tabiî olarak hazırlanmıştır. Bu bakımdan siyasî şahsiyetler ve vekayi arkasında onları hazırlıyan içtimaî sebebleri aramak lâzımdır.” Osmanlı tarihini hanedan masalları veya sadece siyasi hadiseler anlatımının ötesinde –ve aslında bu gelişmelerin temelinde yer alan- kurumlar, değerler, iktisadi ve sosyal hayat gibi unsurlar üzerinden ele alma eğilimi, bir kere daha hatırlatalım, bizde Köprülü ile başlamış ve Barkan bu kabil çalışmalarıyla hocasının hayrülhalefi olmuştur.

GÜNDELİK HAYAT REALİTELERİNDEN TARİH YAZMAK

Barkan’ın Strasbourg Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarından itibaren tanıyıp takip ettiği Annales Okulu tarihçilerinden etkilenmiş olduğu da bir gerçektir. Barkan bu etki sonucunda hocası Köprülü’nün yapmadığını yaparak siyasi ve askeri belgelerin dışında vergi defterleri, nüfus kayıtları gibi arşiv evrakı üzerinde çalışmak suretiyle gündelik hayat realitelerinden hareketle toplumsal yapıların ve iktisadi gelişmelerin izini sürdü. Bu bakımdan Akdeniz havzasının sosyoekonomik tarihini yepyeni bir bakışla ele aldığı büyük eserini yazarken Avrupa ve Akdeniz ülkeleri arşivlerindeki belgeleri kullanan ama Osmanlı arşivlerine erişemeyen Braudel’in eksik bıraktığı kısmı da tamamlamış oldu. Bizzat Akdeniz ve Akdeniz Dünyası’nın müellifi bunu açık yüreklilikle ifade eder. Ama bugüne kadar dişe dokunur bir eser vermiş olmamakla birlikte kendilerini büyük tarihçi gören birileri –üstüne üstlük eski yazı bilmedikleri için hiçbir Osmanlı arşiv belgesi görmemiş olmalarına rağmen- Barkan’ın Türk tarihçiliğine getirdiği yeni metodik yaklaşımı “belge fetişizmi” diye küçümsemeye kalkışabiliyorlar. Bu memleket böyle maalesef… Oysa Barkan Türk tarihçiliğinde tabiri caizse metodolojik bir devrim yapmış ve Barkan’ın çalışkan öğrencilerinden Heath Lowry’nin adlandırmasıyla “defteroloji” disiplini günümüzde çok önemli tarih araştırmalarına zemin oluşturmuştur. Tahrir defterleri veya avarız defterlerindeki veriler kullanılarak belirli dönemlerde ülke genelinde veya ülkenin belirli bölgelerinde gerçekleşen sosyoekonomik gelişme ve değişmeleri yorumlayıp bunları anlamlı bir çerçeve içine oturtmaya yönelik önemli çalışmalar vaktiyle Barkan’ın açtığı yol sayesinde mümkün olmuştur.

BARKAN KÜLLİYATI

Aşıkpaşazade’nin “Abdalan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum ve Ahiyan-ı Rum” diye saydığı dört zümreden Abdallar’ın yani dervişler zümresinin Anadolu'nun Türkleşmesinde ifa ettikleri mühim misyonu daha önce yapılmamış şekilde en eski tarihli arşiv kayıtlarında yer alan somut ve sayısal verilere dayanarak sarahatle izah ettiği Kolonizatör Türk Dervişleri makalesi bu eserlerden biri. Dediğim gibi, Osmanlı ekonomik ve sosyal tarihi alanındaki kayda değer akademik çalışmalarda en fazla referans verilen eserlerin başında yer alan bu makalenin ayrı basımları yıllardır korsan usullerle ve eksik biçimde yapılır. Şimdi değerli iktisat tarihçimiz Prof. Coşkun Çakır vaktiyle Vakıflar Mecmuası’nda çıkmış olan diğer önemli bir makalesiyle birlikte aslında bir kitap hacminde olan bu makaleyi ilgili arşiv belgelerinden oluşan ekleriyle birlikte derli toplu bir cilt halinde yayımladı. Barkan’ın sağlığında kitap olarak yayımlanmış eseri azdır. Muhtelif yayınlarda yer almış olan çok sayıdaki makalelerinin hâlâ kitaplaştırılmamış olması ise hepimizin ayıbıdır. Ölümünün hemen ardından bu doğrultuda bir girişim başlatılmışsa da yalnızca toprak meselesiyle ilgili makalelerinin bir bölümünün kitaplaştırılmasının ardından bu girişim akim kaldı. Dolayısıyla Barkan’ın kitaplaşmamış makalelerinin de bir an evvel toplanıp neşredilmesi konusunda yine Coşkun Çakır Hoca’nın himmet ve gayretini beklemek durumundayız. Kolonizatör Türk Dervişleri’ni bilim ve kültür hayatımız yeniden kazandıran Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himmetiyle bir Barkan Külliyatı hazırlanıp neşredilebilse hiç fena olmaz! Kolonizatör Türk Dervişleri ve Süleymaniye Camii ve İmareti Muhasebesi Ömer Lütfü Barkan Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları