3 Mayıs 2025 Cumartesi / 6 Zilkade 1446

Okuru rahatsız eden metinler yazmak istiyorum ...

ALİ ŞERİATİ “SİZİ RAHATSIZ ETMEYE GELDİM” DER. BU SÖZ BENİM SANAT ANLAYIŞIMIN BİR SLOGANI GİBİDİR. BEN DE OKURU RAHATSIZ EDEN, ONUN UYKULARINI KAÇIRAN METİNLER YAZMAK İSTİYORUM.

GÖKŞEN AYDEMİR14 Şubat 2013 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Okuru rahatsız eden metinler yazmak istiyorum ...

Yavuz Ekinci ilk romanı Tene Yazılan Ayetler’den sonra ikinci romanı Cennetin Kayıp Toprakları ile karşımızda. Cennettin Kayıp Toprakları, Batmanlı bir ailenin üç nesil boyunca bitmeyen çilesini anlatıyor.  Dünyadaki cehennemi sarsıcı bir dille tasvir eden Ekinci, kendi dilini özgürce konuşamayan insanları, kıyımları, boşaltılan köyleri, düşman edilen kardeşleri ve ölülere bile saygısızlık eden bir düzeni dert ediniyor. Yavuz Ekinci’yle Star Kitap okuyucuları için yeni romanı Cennetin Kayıp Toprakları üzerine söyleştik.

 

GÖKŞEN AYDEMİR

 

Cennettin Kayıp Toprakları'nda, gerçek hayatla kurgu arasında muhteşem bir denge var. Gerçeklikten uzaklaşmadan kurgunun masalcı evreninde olabilmeyi nasıl sağlıyorsunuz?

 

Düş ve gerçek. Bu iki duygu arasında gidip geliriz. Aslında bu iki dünya arasında sıkışık gibiyiz. Gözümüzü her kapandığında rüya gördüğümüz gibi gözümüzü her açtığımızda da gerçekle yüzleşiriz. Neden yaşıyorum sorusunu kendime yöneltmediğim an yoktur. Çünkü tanımlanmamış bir dünyada yaşamak çok zordur. Sanırım bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlamak için yazmayı deniyorum. Bu yüzden gerçekle masal iç içe geçer.

 

Romanda karakterlerin isimleri sanki kaderlerini belirliyor, zaman zaman değişen isimleri bir anlamda yolcukları da oluyor. Karakterlere isim verirken nelere göz önüne alırsınız?

 

İsimler masum değiller. İsimler ailelerin ütopyasıdır. Romanlardaki karakterlere isim verirken; ailelerinin dinine, ırkına, yaşadıkları yere ve zamana, gelecek hayallerine, gündüz gördüğü düşlerine ve onların sonsuz yolculuklarına bakarak seçerim.

 

Romanda bir aile özelinde Ermeni meselesi, Kürt sorunu ve zorunlu göç gibi toplumsal sorunları keskin bir dille tartışıyorsunuz. Bu keskin üslubun nedeni nedir?

 

Aynı yerde tepişip hiçbir yere varmayan yaşamlar yaşıyoruz. Bu romanı yazarken en çok hissettiğim duygu öfkeydi. Öfkeyi bir muska gibi göğsümde taşıdım. Bu öfkem olmasaydı ne bu romanı yazacak takatim ne de bunları anlatacak sabrım olurdu. 

 

Romanda kelimelerden yaratılmış görsel bir evren var. İncelikli betimlemeler, yerinde kullanılmış flashbackler ve oturmuş karakterler. Romanlarınızı kaleme alırken görsellik sizin için ne kadar önemli?  Bu anlamda estetik bağı nasıl kuruyorsunuz?

 

Görsel bir çağda yaşıyoruz. Bu çağ “bakma ve görme çağıdır.” Kitap okumaktan keyif aldığım kadar film izlemekten de çok keyif alıyorum. Güncel sanat çalışmalarına hayranlıkla bakıyorum. Bu görsel çağının şairi güncel sanatçılardır. Güncel sanatçıların işlerini birer şiir olarak görüyorum. İzlediğim muhteşem filmlerin estetiği ve baktığım güncel sanat çalışmaların cesareti zamanla bir olayı görmemi ve anlatmamı da etkiledi. Bu romanı yazarken kimi yerde anlatma yerine tıpkı sinemadaki bir sahne gibi göstermeyi ve bir güncel sanatçının işi gibi hissetmeyi seçtim.

 

BENİM İŞİM BİLMEK DEĞİL BİLMEMEKTİR

 

Sizin yazı serüveninizde dini göndermelerin her zaman çok büyük önemi oldu.  Bu anlamda din ve yazma eylemi arasında sizce nasıl bir bağ bulunuyor?

 

Tanımlanmamış bir dünyada yaşamak çok zordur. Herkes gibi ben de bu dünyayı anlamak için didinip duruyorum. Tabletlere ve papirüslere yazılanları okuyorum. Neden yazdıklarını düşünüyorum. Mağara resimlerine bakarken kaderime bakarcasına heyecanlandım. Kutsal kitapları defalarca okudum ve hâlâ da okuyorum. Kitaplığımda çok sayıda kutsal metin vardır. İncil, Tevrat, Kara Kitap. Kur’an-ı dinlemekten büyük bir mutluluk duyuyorum, çünkü dinlerken hiçbir yerde bulamadığım huzuru buluyorum. Bunca eski metinleri neden okuduğumu da bilmiyorum. Zaten benim işim bilmek değil bilmemektir. Nasıl olduğunu bilmek içinde durmadan denemeler yapıyorum. Bu yüzden yazdığım her metinde dini göndermeler var.

 

Romanda coğrafya kaderdir diyorsunuz. Siz kendi topraklarınızın hikayesini anlatarak, kişisel olarak bu kaderin yükünü hafiflettiğinize inanıyor musunuz? Bu yükü okuyucuyla paylaşmak nasıl bir duygu?

 

Anlatarak rahatlıyorum. Fakat bu kaderin yükünü hafifletmem imkânsız. Çünkü kendimi Sahra Çölü’ndeki bir kum tanesi kadar yalnız hissediyorum. Bu yükü okuyucuyla paylaşmaktan keyif alıyorum. Ali Şeriati “Sizi rahatsız etmeye geldim” der. Bu söz benim sanat anlayışımın bir sloganı gibidir. Ben de okuru rahatsız eden, onun uykularını kaçıran metinler yazmak istiyorum. Bir yükten bahsedeceksek, bu ‘yük’ benden okura armağan olsun.

 

HAYATIMIZI ANLAMLI KILAN ÖLÜM DUYGUSUDUR

 

Romanda sürekli tekrarlanan bir cümle " iyi ki ölüm" var.  Sizce hayat ölümden daha mı acımasız? 

 

Romanın ilk cümlesi “Dünya bir ağaç gölgesidir.” Hayatımızı anlamlı kılan ölüm ve ölüm duygusudur. Bu duygu sayesinde hayata tutunuruz. Ölümü unutup sonsuz olduğunu düşünen insanlar ve hükümdarlar bu dünyaya sadece kötülük ve zülüm getirebilmişlerdir. İnsanı insan yapan akıl değildir, insanı insan yapan şefkat, merhamet, vicdan ve düşüncedir. Ölüm duygusu içimizdeki şefkati, merhameti ve vicdanı diri tutuğu gibi düşünmemizi harekete geçirir. “Kabirleri ziyaret edin zira bu size ölümü hatırlatır” der Hz. Muhammed. Ölümsüzlük korkunç bir şey olmalı. Tene Yazılan Ayetler romanımda ölümsüz birinin Gılgamış’ın tersine “ölümü arayışını” yazmıştım. Biz aslında ölüme bir hayat borçluyuz.

 

Sizin romanınız ve aynı temaları işleyen romanların bu konuda yarattığı farkındalığın, Kürt sorunu özelinde çözüm sürecine katkı sağlayacağını düşünüyor musunuz?

 

Romanların veya kurmaca eserlerin böyle bir sorumlukları yoktur. Böyle bir sorumlulukla yazılmaması gerektiğine inanırım. “Kötü edebiyat iyi duygularla yazılır” der André Gide. Ama kurmaca eserlerin farkındalık yaratma açısında bir işlevleri olabilir. Günlük gazetelerde ve televizyonlarda dinlediğimiz haberler ancak bizde bir empati duygusunu harekete geçirebilir. Bunda da şüpheliyim. Çünkü en korkunç haberleri akşam yemeğindeyken izleriz. Ne de olsa ana haber ve akşam yemeğinin saati bir. Bir yandan yemek yerken bir yandan da yerde parçalanan cesetlere bakarak onu anlayamayız. Bir kurmaca eseri okurken biz aynı zamanda o kahramanla birlikte yolculuğa çıkarız. Ona eşlik ederiz. Onu anlarız. Bunca haberin ve gerçekliğin yaratmadığı farkındalığı İki Dil Bir Bavul filmi yaratmıştır. Çünkü filmi izleyenler oradaki anadilini bilmeden öğrenim gören çocuklara eşlik ederler.