23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Sizinki hangi Yunus Emre?

BEŞİR AYVAZOĞLU, YUNUS NE HOŞ DEMİŞSİN ADLI KİTABINDA CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE YUNUS HAKKINDA KONUŞAN AYDINLARIN ÇİZDİĞİ BİRBİRİNDEN FARKLI PORTRELERİ ORTAYA KOYUYOR.

SELÇUK KARAKILIÇ14 Nisan 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Sizinki hangi Yunus Emre?
Reşat Nuri Güntekin, deneme yazarı Thomas Carlyle’in Kahramanlar isimli eserini 1943 yılında Türkçe’ye çevirince devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de bir ön söz yazmıştı. Carlyle’ye göre kahramanlar, eser ve şahsiyetleriyle hem çevresini etkilemiş hem de asırlar boyunca insanlığın fikir, sanat ve siyasetini değiştirmişlerdi.
Dünyanın gidişatını değiştiren ve milletleri etkileyen lider yaradılışlı isimleri Thomas Carlyle birer kahraman olarak yüceltiyordu. Bütün bir insanlık tarihini değiştiren büyük isim ve resimlerin asıl kaynağı mensup oldukları ailenin kültür kodlarında gizliydi; yani millî kültür havzası coşkun ve taşkın olan milletler ölümsüz insanlar yetiştiriyordu. Thomas Carlyle bu insanları, sıradan olmaktan alıkoyan ve ölümsüzleştiren unsurun millete hizmet etmelerine bağlamış ve onları şöyle tarif etmişti: “Milletler, kahramanlarıyla yaşar ve kahramanların yaşı yoktur.”
Batılının “kahraman” diye tarif ettiği ve öne çıkarıp alkışladığı, mermeri canlandıran Rodin, basit nota kalıplarını eşsiz nağmeye dönüştüren Beethoven, sahneye hayat veren Shakespeare, Suç ve Ceza gibi ölümsüz bir eserin yazıcısı Dostoyevski’ydi. Ne var ki, bizim kahramanlık anlayışımız bu ölçü ve tarife uymuyor. Fikir, sanat ve ilim adamlarımızı birer kahraman olarak değerlendirmiş olsaydık Yunus Emre’ye bakış tarzımız bugünkünden farklı olacaktı. Yaşadığımız çağın bütün sorunlarına, Yunus Emre’nin berrak mısraları arasında çözüm bulacağımızı düşündüğümüz günden beri aslında onu kendi içimizde kaybetmiştik.
Beşir Ayvazoğlu imzasını taşıyan ve geçen ay Yunus, Ne Hoş Demişsin alt başlığıyla yayımlanan kitapta, İmparatorluk Türkiye’sinin siyaseten mağlup, kültürel travma geçirmiş ve bilinci yaralı aydınlarının Yunus Emre’ye nasıl kurtarıcı rolü biçtiklerini ve bu rolü kendi “inanç alan”larına göre nasıl belirledikleri anlatılıyor. Ayvazoğlu, belirgin bir algıyı ve bu bakış tarzının aslında her dönem, renk ve biçim değiştirerek devam ettiğini belirttiği eserinde, “Yunus hakkında yazıp konuşan hiçbir aydının çizdiği portrenin diğerinkine benzemediğini, birbiriyle çatışan, diğerini yok sayan Yunus’ların doğduğunu” söylüyor.
GÖR O ŞAİRİN BAŞINA NELER GELMİŞ
Beşir Ayvazoğlu, Yunus’u kendi çekmecelerine göre biçimlendiren aydınların ona hangi renk elbise giydirmeye çalıştıklarını şu cümlelerle ortaya koyuyor: “Bizde olmadığını düşündüğümüz ne varsa, kim varsa, onda arayıp buluyorduk; o bizim Sokrates’imiz, Dante’miz, Petrarca’mız, Erasmus’umuz, François Villon’umuz, Blaise Pascal’ımız, Nietszche’miz hatta Freud’umuzdu.”
Büyük sanatkârların kaderi ne yazık ki hiç değişmiyor. Ya kendi devrinde anlaşılamamak veya sonrasında yanlış anlaşılmak… Bunların ötesinde bir de ideolojik gömleklerin giydirildiği, eserinin ‘inanç alanları’na göre yorumlanarak mensup oldukları zümreninmiş gibi gösterilen ve hiç anlaşılmayan talihsizler de var. Bu talihsizlerden biri, hatta birincisi hiç şüphesiz Yunus Emre’dir. Çağlar öncesinden söylediği şiiriyle kendi sesini ve nefesini bulmuş, insanlığa aynı ulu nazar ile bakmış bir şairi, tasfiye edilen bir imparatorluğun aydınları ister istemez keşfedince “gör o şairin başına neler gelecek”ti?
Fuat Köprülü, 1913 yılında Türk Yurdu dergisinde Yunus Emre üzerine iki makale yazmış ve kendi Yunus’unun portresini çizmişti. Köprülü’ye göre Yunus, sanat ve sanatkârlık endişesi taşımadan eser veriyordu ve şiirinin millî bir havası olmakla beraber Yunus katıksız bir Türk’tü. Fuat Köprülü bununla anlatmak istiyordu ki, yıkılan imparatorluğun tutunacağı millî heyecanlar Yunus Emre’deydi. Köprülü’yü, daha sonraki yıllarda şahsî iç bunalımlar geçiren Burhan Toprak izleyecek ve Yunus Emre’de “kriz entelektüel”in çıkış yollarını bulacaktı. Ancak bu yorumdan çok Burhan Toprak’ın Türk aydının önüne derli toplu bir Yunus Emre Divanı’nı çıkarması dikkate değer bir kazanç olacaktır.
YUNUS, BİR İDEOLOJİNİN SÖZCÜSÜ DEĞİL
Beşir Ayvazoğlu, ağırlıklı olarak Cumhuriyet devrinde Yunus Emre’nin nasıl yorumlandığını ve onun etrafındaki tartışmaları ele alarak, hikâyeden romana, şiirden müziğe, sinemadan tiyatroya nasıl yansıtıldığını inceliyor ve Türk aydınının zihniyet dünyasındaki izdüşümünü enine boyuna tartıyor.
Ayvazoğlu’na göre, “herkesin bir Yunus Emre’si” bulunmaktadır. “Yunus Emre hâlâ sevilerek okunuyor, şiirinden günümüze de hitap edecek evrensel mesajlar çıkarılabiliyorsa, bu onun şair olarak büyüklüğünü ve kendi zamanını aşabildiğini gösterir” diyen Ayvazoğlu şöyle devam ediyor: “Yanlış olan, onu aşırı yorumlarla herhangi bir dünya görüşünün veya ideolojinin sözcüsü gibi göstermektir.” Oysa bugün elimizde Yunus hakkında yeterince bilgi ve belge mevcuttur. Ayvazoğlu, Yunus’un daha doğru anlaşılabilmesi için şöyle bir kayıt düşüyor: “Bundan sonra yapılacak olan, Yunus Emre Divanı’nı daha dikkatli bir şekilde okuyup derinliklerine nüfuz ederek bugüne ulaşan mesajlarını çağımızın idrakine tevdi etmektir.”
Beşir Ayvazoğlu’nun artık yeni bir rakibi var. Deneme ve anlatı yazarı Ayvazoğlu ile romancı Ayvazoğlu arasındaki rekabet, edebiyatımıza yeni eserler kazandırmaya devam ediyor. Burhan Toprak, 1930’lu yılların başında entelektüel bir kriz geçirmiş, sonunda çareyi Yunus’ta bulmuştu. Kriz derinleştikçe, bugüne derli toplu bir Yunus Emre Divanı ile Yunus’u yorumlama geleneğini başlatmıştı. Beşir Ayvazoğlu da Cumhuriyet sonrası Yunus Emre yorumlarının hikâyesini anlatarak, farklı bakış tarzlarının doğru ve yanlışlarını ortaya koyarak yeni Türk aydınına Yunus’u tekrar hatırlatmış oldu.
“Milletler, kahramanlarıyla yaşar ve kahramanların yaşı yok” ise, bu milletin ve medeniyetin yetiştirdiği, üstelik mısralarından hâlâ beslendiği Yunus Emre’nin bizim kahramanlarımızdan biri olduğunu hatırlatan Beşir Ayvazoğlu’na teşekkür borçluyuz.

Yunus, Ne Hoş Demişsin
Beşir Ayvazoğlu
Kapı Yayınları