17 Nisan 2024 Çarşamba / 9 Sevval 1445

Toplumu bekleyen gizli tehdit

“SOSYOLOJİK SAVAŞIN HEDEFİ, MANEVİ VE KÜLTÜREL DİNAMİKLERİN BU İNANÇ DEĞERİNİ ORTADAN KALDIRMAKTIR” DİYEN YUSUF ÇAĞLAYAN, MODERN ZAMANLARIN YENİ SAVAŞ TAKTİĞİNE DİKKAT ÇEKİYOR.

EKREM ALTINTEPE1 Kasım 2013 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Toplumu bekleyen gizli tehdit
Yusuf Çağlayan’ın kaleme aldığı Sosyolojik Savaş, Etkileşim Yayınları’ndan çıktı. Toplumun sosyal yapısı ve değerler bütününe yönelik tehditleri kapsayan bir kavram olarak sosyolojik savaşı ele alan Çağlayan’a nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu konuştuk.
Sosyolojik savaş kavramından ne anlamalıyız?
Kitabın ana kavramı olan Sosyolojik savaş, toplum kimliğini, dolayısıyla da bu kimliği oluşturan inanç ve değerleri hedef alan bir savaş türü. Bireyleri ahlak ve dürüstlükle mükellef kılan inanç zayıflatıldığında, bireyler arası ilişkilerin ahlak ve dürüstlük çerçevesinde gerçekleşmeyeceği, çıkar odaklı ilişkiler halini alacağı malumdur. Yani, inanç bakımından zayıflamış bireyler öncelikle iç aleminde duygu çatışmaları yaşayacaktır. Baskın duygu bireyin diğer duygularına tahakküm edecektir. Örneğin çıkar duygusu, dürüstlük duygusuna ve iradesine baskın gelecektir. Bu iç çatışma dışta bir davranış formuna dönüştüğünde, artık bireyler baskın duygularını dışa vuracak ve çatışma bireyler arası boyut kazanacaktır. İşte inançlara yöneltilen saldırılar, örneğin “insan maymundan türemiştir” gibi bilimdışı teorilerin maksadı, inançları ve dolayısıyla da bu inançların gereği olan mükellefiyetleri temelinden yıkmaktır. Bireyden başlayan değişim süreci, giderek aileye, bireyler arasına ve topluma aksederek artık sosyolojik bir değişim boyutu kazanacaktır. İşte sosyolojik savaş, bu türden saldırıları, “sosyal bilimcilerin zihniyeti ile” kurgulayan ve yürüten bir savaş türü.

Sosyolojik savaşın hedefleri hakkında neler söyleyeceksiniz?
Sosyolojik savaş, toplumların dayanışma ve sosyal bütünleşme dinamikleri ile ilgilenir. Hedefi, toplumu oluşturan bireylerin ve ailelerin dayanışmacı özelliklerini ortadan kaldırmak, bireyin ve ailenin topluma güç veren formunu bozmaktır. Sosyolojik savaşlarda, bireysel ve toplumsal davranışa kaynaklık eden inanç ve değerler sistemi hedef alınmaktadır. Özellikle hedef toplumun sosyal gücünün zayıflatılması ve yıkılması amacıyla birey-ahlak yabancılaşması, toplum-değerler yabancılaşması, aydın-halk yabancılaşması, toplum-devlet yabancılaşması, alt kimlik yabancılaşmaları, bölgesel yabancılaşmalar, dayanışma ve uzlaşma kültürünün yok edilmesi, yeni ulusal, etnik ve dinî kimlikler inşası, dışlama, ayrıştırma ve çatışma kültürünün geliştirilmesi gibi sosyolojik operasyonlar gerçekleştirilir. Bu ve benzeri amaçlar, hedef toplumun demografisinde, kültürel ve sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında dönüşümlere yol açar ve hedef toplumu üzerinde tek yanlı çıkar ilişkisi kurmaya elverişli bir yapıya kavuşturur. Çünkü toplumsal bütünlük ve dayanışmayı, bireysel ve toplumsal bilinçte koşullayan şey, inanç değeri olan manevi ve kültürel dinamiklerdir. Sosyolojik savaşın hedefi, manevi ve kültürel dinamiklerin bu inanç değerini ortadan kaldırmaktır. Bu gerçekleştiğinde, bireylerin iyi, kötü, doğru ve yanlış bilinçleri bozulacak, mükellefiyet duyguları ortadan kalkacak, bireysel ve toplumsal davranış modelleri değişecektir. Neticede ise, hedef toplum kendi bünyesinde iç çatışmalar yaşamaya başlamanın yanında, devletin siyasi, ekonomik ve askerî politikalarını desteklemekten uzak bir sosyolojik form kazanmış olacaktır.

Sosyolojik savaşın yöntemleri nelerdir?
Sosyolojik savaşın yöntemleri klasik savaşlardan daha farklıdır. Sosyolojik savaşın en temel özelliği asimetrik oluşudur ve hedef toplumun simetrik veya asimetrik bir karşılık vermesine imkân tanıyan dinamiklerine odaklanır. Bağışıklık sistemi bozulan bir insanı düşünelim, karşı koyacak bünyesel mekanizma yok ise, ne ile karşı koyacaktır? İşte sosyolojik savaş, öncelikli hedef olarak toplumların bağışıklık sistemlerini hedef almaktadır. Nedir toplumsal bağışıklık sistemi? Toplumların dini, milli kültürüdür. Toplumlar kültürel bağışıklık sistemlerini korumadıkları sürece, maruz kaldıkları kültürel saldırılara karşı simetrik veya asimetrik bir karşılık veremezler. Toplumların bu bağışıklık sistemlerine yöneltilen saldırıların etkisi, bir insanın bağışıklık sistemine yöneltilen saldırı ile benzer bir etki doğurur. Yani, hedef toplumu karşı koyamaz bir hale getirir. Hatta, toplumun kendi bünyesindeki harici etkilere mukabelede bulunacak kuvvetleri emri altına alır. Onları araç olarak kullanır. Asimetrik oluşu biraz da bundandır. Böyle toplumların orduları vardır, ancak iç güvenlik gücüne dönüşmüştür. Eğitimleri vardır, fakat topluma yabancılaşan ve kendi içinde çatışan kuşaklar üretmektedir. Halk ile yönetim, halk kesimleri, aydınlarla halk, toplumsal sınıflar daima bir tezat ve çatışma halindedirler. Dayanışma kültürü bozulduğundan, ancak dayanışma ile çözümlenecek sorunlar gittikçe yığılır. İletişim araçları, dışlayıcılığı, rekabet ve çatışmaları aktaran ve kışkırtan bir işlev kazanır. Ahlaki ve manevi değerleri aktive eden kültür ve inanç kodlarını iç tehdit olarak tanımlayan bir güvenlik kültürü ve ideoloji ile kuşatılmıştır toplum ve kurumları. İnanç ve kültürün zayıflaması, sosyal hastalıkların gittikçe yaygınlaşmasına, bireysel ve grupsal ve sınıfsal ikili, üçlü ilişkilerde salt çıkar odaklı davranış kalıpları ile şekillenmiş bir sosyal yapının ortaya çıkmasına yol açar. Bu özelliklere sahip bir toplum, eline hangi imkân ve kabiliyet geçse, olumlu olarak kullanamaz. Bu özellikleri toplumların doğal akış içinde kazandığı özellikler olarak tanımlamak; “kazandırılmış özellikler” olma ihtimalini göz ardı etmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü pozitif bilimlerin sunduğu verilerle doğanın manipüle edilebilmesi kadar, sosyal bilimlerin sunduğu verilerle de toplumların manipüle edilebilmesi açık bir gerçektir.